Mona Roza Çağrışımları... -1-

Mona Roza, siyah güller, ak güller  

Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak  

Kanadı kırık kuş merhamet ister  

Ah, senin yüzünden kana batacak  

Mona Roza siyah güller, ak güller  

 

Sezai Karakoç’un Mona Roza şiiri böyle başlar ve ben her duyduğumda dünyanın bütün gülleri içime dökülmeye durur, oradan da Geyve’ye gider, bir açık pencereden tülleri yararak o beyaz yatağa dökülür. Kanadı kırık bir kuş olur, bir siyah gül taşırım gagamda. Bilirim ki Mona Roza şairin olmamıştır. Bilirim ki Muazzez Mona kanatlanmış, uçmuş gitmiştir şairin ellerinden. Ancak aşkı yuva yapmıştır gönlüne ve orada yaşayacaktır, bu şiirin mısralarıyla birlikte... 

Ulur aya karşı kirli çakallar 

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa  

Mona Roza, bugün bende bir hal var  

Yağmur iğri iğri düşer toprağa  

Ulur aya karşı kirli çakallar 

 

Bir tarafta hayatın uğultusu, bir tarafta hasretin döktüğü yağmurlar. Bir hal olduğu içindir bütün bunlar. O haldir şairi iğri iğri toprağa düşüren. Damla damladır artık hayat. Tavşanlar ürkek ürkek bakarken dağa, çakallar aya karşı ulumaya cüret ederler. Mona’nın aşkı yuvasında bülbüller gibi şakırken, kendisi hayatın bin türlü mihnetine göğüs gerer.  

Açma pencereni perdeleri çek  

Mona Roza seni görmemeliyim  

Bir bakışın ölmem için yetecek  

Anla Mona Roza, ben bir deliyim  

Açma pencereni perdeleri çek...  

 

Açar penceresini sevgili, gerçek sevenden uzak, hoyrat bakışlara karşı. Bir bakışına ölecek olan uzaklarda kalırken, yüzünde macera arayanlara açılır perdesi, hayattır işte bunun adı. Artık o koyar bütün kuralları, kaideleri, o uyandırır hasretleri, uykusuz geceleri... Mecnun olur Kays, Leyla olur seraplar. 

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi  

Bende çıkar güneş aydınlığa  

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi  

Seni hatırlatıyor her zaman bana  

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi 
 

Ve anılar... Yürünen yollar, geçilen ağaçlar, kokusunun sindiği şehir... Vitrinlerde ışığıyla göz eder nişan yüzükleri, altın bilezikler, küpeler, onlara söyleyecek söz bulamaz koca şair! Kapı zilleri yalancı çoban olsa da inanır her seferinde... Her seferinde yalancı baharların tomurcukları kalır ellerinde.  

Zambaklar en ıssız yerlerde açar  

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur  

Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr 

Işıksız ruhumu sallar da durur  

Zambaklar en ıssız yerlerde açar  

 

En ıssız yerlerde hüznünü döker şair, en ıssız yerlerde mahremmiş gibi, başkaları görecekmiş gibi sevdiğini düşünür, yaşar, yaşatır. Oysa hayat bir mumun arkasında bekleyen rüzgâr gibi bekler ardında, ansızın sabah olur, ansızın biri gelir ve vahşi çiçek toparlanıp gider uzaklara bir dahaki sefere kadar. 

Ellerin ellerin ve parmakların  

Bir nar çiçeğini eziyor gibi  

Ellerinden belli olur bir kadın  

Denizin dibinde geziyor gibi  

Ellerin ellerin ve parmakların 

 

Ama tümüyle silinmez muhayyileden sevgili, dünyanın en narin çiçeği gibi dolaşır elleri, parmakları, ellerinden bilir onu, denizin dibinde geziyor olsa da ellerinin tuzuna ihtiyaç duyar içindeki yara. 

Zaman ne de çabuk geçiyor  

Mona saat on ikidir söndü lambalar  

Uyu da turnalar girsin rüyana  

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar  

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona 

 

Zaman durmaz, ne kadar kederli olursa olsun insan. Saatler ilerler, lambalar söner ve sevgilinin uyku vakti gelir. Aşık nöbetindedir kendi sevdasının. Kendi çektiklerini çeksin istemez sevdiğinin ve ona turnalarla süslü bir rüya ısmarlar. 

Sevgiyle kalın.  

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.