MEVLANA MÜZESİ

MEVLANA MÜZESİ

Bugün müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’nın yeri, Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâha

Konya deyince Hz. Mevlânâ, Hz. Mevlânâ deyince de tartışmasız Konya akla gelir.  Bugün müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı’nın yeri, Selçuklu Sarayı’nın Gül Bahçesi iken bahçe, Sultan Alâeddin Keykubad tarafından Mevlâna’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâhaeddin Veled’e hediye edilmiştir. Hz. Pir’in huzuruna bir huşu sarar sizi.

Bugün Hz. Muhammed Celaleddîn-i Rumi’nin, Hazreti Pir’in huzurunda, Mevlâna Müzesi’ndeyiz. Konya’nın sembol mekanına girer girmez o manevi hava bedeninizi sarıyor. Ney sesiz karşılıyor sizi. Birden üzerinize bir huşu çöküyor. Mevlâna 'nın asıl adı Muhammed Celaleddîn. Mevlâna ve Rûmi de, kendisine sonra verilmiş. Efendimiz manasına gelen Mevlânâ ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir.

3-131.jpg

 

KONYA’NIN DEĞERİDİR

Şemseddîn-i Tebrîzi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlâna'yı sevenler kullanmış.  Mevlânâ'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk Kültür merkezi Belh'tir. Ancak Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının Konya’da geçmesi, eserlerini burada yazması en nihayetinin türbesinin Konya’da olması hasebiyle öz be öz Konya’nın değeridir. Mevlâna'nın, Rûmî diye tanınması Anadolu’dan gelir.

Rûmî, Anadolu demektir. Anadolu’da Mevlâna için Konya demektir. Mevlâna deyince akla Konya, Konya deyince de Mevlâna gelir. Gerisi lafı güzaftır.

4-093.jpg

 

HAC NİYETİNE KARAMAN

Şimdi Mevlâna’nın Afganistan’dan Karaman’a oradan da Konya’ya uzanan yolculuğuna bir bakalım. Mevlâna Celaleddin Muhammed, 30 Eylül 1207’de Afganistan’ın kuzeyindeki Horasan bölgesinin önemli bir tarihî şehri olan Belh’te doğdu. Babası Belh’ten göçmeye karar verdi. Mevlana o sırada 5 yaşında bir çocuktu. Aslında kaynaklara göre kafile Hacca gitmek için yola çıkmıştı. Kafile Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine ve Şam güzergâhıyla Anadolu’ya geçerek Malatya ve Erzincan Akşehir’e ulaşıp, bu iki yerde bir yıl veya daha fazla, muhtemelen Akşehir’de dört yıl geçirdikten sonra Larende’ye (Karaman) vardığında Mevlâna, on beş yaşındaydı ve tarihler 1222’yi gösteriyordu. 

8-032.jpg

 

İLK EVLİLİĞİNİ 18 YAŞINDA YAPTI

Mevlana 1225 yılında  Semerkantlı Lala Şerefeddin’in kızı Gevher Hatun’la evlendi. Evliliğin hemen ilk yıllarında Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi dünyaya geldi. Karaman’da yedi yıl kadar süren ikamet esnasında tahsil için Halep ve Şam’a giden Mevlâna, annesi Mümine Hatun ile ağabeyi Alâeddin Muhammed’i ve büyük ihtimalle eşi Gevher Hatun’u burada kaybetti. Aile, rivayetlere göre Sultan Alâeddin Keykubat’ın ısrarlı davetleri üzerine 1229’da Konya’ya intikal etti. Mevlâna yirmi dört yaşındayken 1231 yılında babası Baha-i Veled Konya’da vefat etti. Tekrar Halep ve Şam’da geçirdiği tahsil yılları veya yolculukları dışında sürekli Konya’da yaşayan Mevlâna hicri takvime göre altmış sekiz, miladi takvime göre altmış altı yaşında bulunurken 17 Aralık 1273 günü Hakk’a kavuştu. MEvlân’a ölümü Rabb’e kavuşma, Şeb-i Arus yani düğün gecesi olarak atfetmişti.   Sultan Bahçesi’nde babasının mezarıyla oluşmaya başlayan kabristan, onunla Türbe-yi Şerife dönüştü. Daha sonra bu yapı, müştemilatıyla birlikte oğlu Sultan Veled’in ihtimamıyla kurumlaşan Tarika-i Mevleviye’nin (Mevlevi tarikatı, Mevlevilik) Asitane’si hâline geldi.

8-(2)-001.jpg

MEVLANA’NIN ÇOCUKLARI

Mevlâna’nın üç oğlu ve bir kızı dünyaya geldi. Büyük oğlu Bahaeddin Muhammed’in ve ondan bir veya iki yaş küçük -bazı bilgilere göre belki de büyük- oğlu müderris Alâeddin Muhammed’in (anneleri, Semerkantlı Şerefeddin’in kzı olan Gevher Hatun’dur. Diğer oğlu Selçuklu sarayında hazinedarlığa kadar çeşitli görevlerde bulunan Muzafferüddin Emir Âlim ve kızı Melike Hatun’un  anneleri ise Gevher Hatun’un vefatından sonra evlendiği Konyalı Kira Hatun’dur. Mevlâna’nın çocuğu yine türbe içerisinde kendisinin ve babasının yanlarında metfundur. Mevlâna’nın anneannesi tarafından ünlü Hanefî fakihlerinden Şemsüleimme Muhammed-i Serahsi’ye ulaştığı, babaannesiyle Harezmşahlardan olduğu ve baba tarafından ilk halife Hz. Ebu Bekir’e bağlandığı yönündeki bilgiler, bazı eserlerde yer almasına rağmen, kendisinin ve Sultan Veled’in eserlerinde bulunmamaktadır.

5-066.jpg

 

1926 YILINDA MÜZE OLDU

Mevlevî Dergâhı ve Türbe 1926 yılında "Konya Âsâr-ı Âtîka Müzesi" adı altında müze olarak hizmete başlamıştır.1954 yılında ise müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı "Mevlâna Müzesi" olarak değiştirilmiştir. Müzenin avlusuna "Dervîşân Kapısı" ndan girilir. Avlunun kuzey ve batı yönü boyunca derviş hücreleri yer almaktadır. Güney yönü, matbah ve Hürrem Paşa Türbesi'nden sonra, Üçler Mezarlığı'na açılan Hâmûşân (Susmuşlar) Kapısı ile son bulur. Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa türbeleri yanında semahane ve mescit bölümleri ile Mevlâna ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır.  Avluya Yavuz Sultan Selim'in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı şadırvan ile "Şeb-i Arûs" havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme, ayrı bir renk katmaktadır.

 

TİLÂVET ODASI

Mevlana Müzesinde Kur'an-ı Kerim de sık sık okunur. Bunun için Tilavet odası denilen bir bölüm vardır. Tilâvet Arapça bir kelime olup, Kur'an-ı Kerim'i güzel sesle ve usulüne uygun olarak okuma anlamına gelir. Geçmişte bu oda da Kur'an-ı Kerim okunulduğu için buraya tilâvet odası denmiştir. Halen Hat Dairesi olarak kullanılmaktadır. Hat Dairesi'nde Mahmud Celaleddin, Mustafa Rakım, Hulusi, Yesarizâde gibi devirlerinin meşhur hattatlarının levhaları yanında, Sultan II. Mahmud'un yazdığı altın kabartma bir levha da yer almaktadır. Gümüş kapı üzerinde teşhir edilmekte olan Yesarizâde Mustafa İzzet Efendi'nin hattı ile yazılmış olan Molla Cami'ye ait Farsça beyitte şöyle denilmektedir.

Kabetü'l-uşşâk bâşed in mekam
Her ki nakıs amed incâ şod temam

(Bu makam aşıkların kâbesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlanır)

10-018.jpg07.jpg

HUZÛR-I PÎR (TÜRBE) BÖLÜMÜ

Türbe bölümü, müzenin en önemli yerindeyiz. Türbe salonuna Sokullu Mehmet Paşa'nın oğlu Hasan Paşa'nın 1599 yılında yaptırdığı gümüş kapıdan girilir. Burada bulunan iki vitrin içerisinde Mevlâna'nın meşhur eserlerinden Mesnevi'nin, Divân-ı Kebir'in en eski nüshaları sergilenmektedir. Türbe salonunu üç küçük kubbe örter. Üçüncü kubbeye post kubbesi de denilir ve yeşil kubbeye kuzey yönünden bitişiktir. Türbe salonu doğuda, güneyde ve kuzeyde yüksekçe bir set ile çevrilir. Kuzeyde iki parça halinde yer alan yüksek setlerde 6 Horasan erinin sandukaları yer almaktadır. Horasan erlerinin hemen ayak ucunda ise İlhanlı Hükümdarı Ebû Said Bahadır Han için yapılmış nisan tası sergilenmektedir. Yine burada yer alan iki levha, Mevlâna'nın felsefesini ve düşünce sistemini açıklaması açısından mühimdir.

1. levha Türkçedir ve şöyledir;

"Ya olduğun gibi görün
Ya göründüğün gibi ol"

Hz. Mevlâna

2. levha ise Mevlana'nın Farsça bir rubaisidir. Rubainin Türkçe çevirisi şöyledir;

"Gel, Gel, ne olursan ol, gel!
İster kâfir, ister mecûsî, ister puta tapan ol, gel!
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Yüz kerre tövbeni bozmuş olsan da yine gel!"

Hz. Mevlâna

 

Dünyanın dört bir yanından ziyaretçileri ağırlayan Mevlana Müzesi geçtiğimiz yıl Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzesi oldu

 

 

TÜRBE İÇERİSİNDEKİ MEZARLAR

Türbe içerisindeki mezarlar, duygu dünyanızı daha da derinleştirirken size ölümü de hatırlatır. Mevlâna Müzesinde dünya hayatının geçici olduğunu bir kez daha hatırlarsınız. Tabi ölümle birlikte düzgün yaşamayı, gök kubbede hoş bir seda bırakmayı da. Türbe salonunu doğuda ve güneyde çevreleyen yüksekçe set üzerinde ise Mevlâna ve babası Bahaeddin Veled'in soyundan gelme, 10'u hanımlara ait olmak üzere 55 adet mezar ile, Hüsameddin Çelebi, Selâhaddin Zerkûbî ve Şeyh Kerimüddin gibi Mevlevîlikte makam sahibi olmuş 10 kişiye ait toplam 65 mezar bulunmaktadır. Hanımlara ait mezarların üzerinde yer alan sandukalara sikke konulmamıştır.  Yeşil kubbenin tam altında Mevlâna'nın ve oğlu Sultan Veled'in mezarları yer almaktadır. Mezarların üzerindeki iki bombeli mermer sandukayı 1565 yılında Kanunî Sultan Süleyman yaptırmıştır. Sandukaların üzerinde yer alan altın sırma tellerle işlenilmiş Pûşîde ise Sultan Abdülhamid II. tarafından 1894 yılında yaptırılmıştır.  Halen Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin "oğlu gelince babası ayağa kalkmış" dedikleri ahşap sanduka ise, bir Selçuklu şaheseri olup, 1274 yılında Mevlâna için yaptırılmıştır. Kanunî, Mevlana ve oğlu Sultan Veled'in mezarları üzerine 1565 yılında yeni bir mermer sanduka yaptırınca, ahşap sanduka buradan kaldırılmış ve sandukası olmayan Mevlâna'nın babasının mezarının üzerine konulmuştur.

6-052.jpg14-013.jpg

SEMÂHÂNE BÖLÜMÜ

Adı üzerinde Mevlâna’yla özdeşlemiş “sema” programlarının yaptırıldığı yer. Semâhâne bölümü, mescid bölümü ile birlikte XVI. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Semâhâne'de semâ, 1926 yılında dergâh müze oluncaya kadar devam etmiştir. Semâhâne'de yer alan naat kürsüsü ve müzisyenlerin oturdukları mutrib hücresi ile erkekler ve hanımlara ait mahfiller orijinal halleri ile korunurken, Semâhâne'nin uygun duvarlarında tarihi halılar ve yine vitrinler içerisinde madeni ve ahşap eserlerle Mevlevî musiki aletleri sergilenmektedir.

 

MESCİD BÖLÜMÜ

Mescide çerağ kapısından girilir. Ayrıca mezarların bulunduğu huzûr- pîr ve semâhâne bölümlerinden de birer küçük kapı ile geçişler vardır. Bu bölümde müezzin mahfili ve mesnevîhân kürsüsü orijinal halleriyle muhafaza edilmektedir. Mescidin güney duvarı üzerinde çok değerli halı ve ahşap kapı numuneleri sergilenirken, Mescid içerisine serpiştirilen 10 adet vitrinde de çok değerli cilt, hat ve tezhip numuneleri sergilenmektedir.

 

DERVİŞ HÜCRELERİ BÖLÜMÜ

Mevlâna Müzesi’nin en çok dikkat çeken bölümlerinden birisidir. Burada özellikle maketler halkın büyük ilgisini çekmektedir. Bu bölüm insanı yüzyıllar öncesine götürmektedir.  Ogünün hayat ve yaşam biçimine dair de önemli bilgiler vermektedir.  Bu bölümü gezerken özellikle de ilk kez gezerken bu dünyayı unutarak geçmişe bir yolculuk yaparsınız. Mevlâna Dergâhı'nın ön avlusunun batı ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde birer küçük kubbe ve baca bulunan 17 hücre bulunmaktadır. Bu hücreler Padişah III. Murat tarafından 1584 yılında dervişlerin ikameti için yaptırılmıştır.  Bu hücrelerden giriş kapısının sağında kalan dört hücre, halen gişe ve idare binası olarak kullanılmaktadır. Girişin solunda kalan 13 hücrenin baştan iki tanesi postnişîn ve mesnevîhân hücresi olarak, orijinal eşyaları ile teşhir edilmiştir.  En sondaki iki hücre ise değerli kitap koleksiyonlarını müzemize hediye eden Rahmetli Abdülbakî Gölpınarlı ile Dr. Mehmet Önder'in kitaplarına tahsis edilmiştir. Halen kütüphane olarak hizmet vermektedir.  Diğer 9 hücrenin ara duvarları kaldırılarak birbirine bağlı iki büyük koridor elde edilmiştir. Bu koridorlardan birinde ülkemizin Kula, Gördes, Uşak, Kırşehir gibi yörelerine ait tarihi halıları, diğer koridorda ise Konya İli'ne bağlı, Ladik, Karaman, Karapınar, Sille gibi yörelerde dokunmuş tarihi halılar sergilenmektedir.  Bu hücrelerin koridora açılan pencere ve kapı boşluklarına yapılan vitrinlerde ise Mevlevî etnografyasına ait pazarcı maşası, mütteka, nefîr gibi dergâhtan müzeye nakledilen tarihi nitelikteki eşyalarla, müze koleksiyonunda yer alan son derece değerli Bursa kumaşları sergilenmektedir.

 

MATBAH BÖLÜMÜ

Rızıkların İlâhî kudretle olgunlaştırıldığı mutfak anlamına gelen Matbah müzenin güneybatı köşesinde yer alır. Bölümde dönemin mutfak ve yemek kültürüne dair önemli bilgiler edinirsiniz. 1584 yılında Sultan III. Murat tarafından yaptırılmıştır. Dergâhın müzeye dönüştürüldüğü 1926 yılına kadar yemek ihtiyacı burada karşılanıyordu. 1990 yılında yapılan onarımlardan sonra bu bölümün teşhir ve tanzimi mankenler ile yeniden yapılmıştır. Matbahın asıl işlevi olan yemek pişirme ve somat denilen sofrada yemek yeme adabı mankenlerle anlatılmaya çalışılmıştır. Matbahın diğer işlevlerinden olan Nev-ni-yâz denilen Mevlevî aday adayı saka postu üzerinde otururken, semâ talim çivisi yanında ise semâ dedesinin can tabir edilen Mevlevî derviş adayına semâ talim ettirişi anlatılmaya çalışılmıştır.  

 

MEVLEVİLİK

Mevlevilik için kısaca Mevlâna’nın fikirleri üzerine, onun ölümünden sonra  inşa edilmiş bir tarikat ya da yaşam biçimi diyebiliriz Mevlevilik için. Kaynaklara göre; Hz. Mevlâna’nın döneminde kendi ve medresesi etrafında toplanan müritler vardı. Bunlar herhangi bir tarîkat usulüne bağlı olmadan derslere ve sohbetlere dâhil oluyorlardı. Ancak bu dönemlerde Hz. Mevlâna’ya gelip intisap etmek isteyenlerin “çehâr darb” tabir edilen saç, bıyık, sakal ve kaşlarından küçük bir miktarda kıl kesiliyor ve böylece intisapları gerçekleşmiş oluyordu. Bu olayın Şems-i Tebrizî ile karşılaşmasından, 1244 yılı öncesi olduğu kaydediliyor. Hz. Mevlâna’nın bazı yetişmiş müritlerine şecere yazıp bazı bölgelere göndermesi, o dönemde Mevlevîlik Tarîkatının temellerinin atıldığına dâir işaretler olarak kabul edilmektedir. Ancak bu yaygın olmayıp istisnaî olarak gerçekleşen bir usuldü ve aslında Mevlâna’nın teşkilatlanma gibi bir düşüncesi de hiç yoktu. Mevleviliğin özellikle  Hz. Mevlâna’nınSultan Veled döneminde aslına bir tarikat haline geldiği belirtiliyor.

 

BİRÇOK YERDE MEVLEVİHANELER AÇILMIŞTI

Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi eski Müdürü Doç. Dr. Nuri Şimşekler e göre; Mevlevîlik Sultan Veled döneminde (1284-1312) bir taraftan belli usullere oturtulurken, diğer taraftan da onun halife olarak gönderdiği elçiler sayesinde başta Kırşehir, Amasya ve Erzincan olmak üzere Anadolu topraklarında yayılmaya başlamıştır. Bu elçiler gittikleri yerlerde büyük bir sempati ile karşılanıyor, kurulan Mevlevî zâviyelerinde de Hz. Mevlâna’nın fikirleri, Semâ ve mûsıkî sayesinde gönüller fethediliyordu. Ayrıca Mevlâna’nın ziyareti sırasında Afyonkarahisar’da temelleri atılmış olan bu yolun yaygınlaşmasına da gayret sarf etmişti. Sultan Veled 11 Kasım 1312’de vefat ettiğinde Mevlevîlik Yolu’nun esasları büyük ölçüde belirlenmiş ve bu kurallar çerçevesinde akın akın gelen gönül dostlarına İslâm’ın güzellikleri bir başka üslupla sunulmaya başlanmıştı. Sultan Veled’den sonra meşihatta bulunan oğlu Ulu Ârif Çelebi daha babasının zamanında kendini yetiştirip bu yol’da ilerlemiş; Anadolu ve İran tarafına yaptığı seyahatlerle Mevlevîliği yaymak için çaba sarf etmekteydi. Mevlevîliğin yaygınlaşmasında babası Sultan Veled’den öğrendiği “seyahat” usulünü daha da yaygınlaştıran Ulu Ârif Çelebi kız kardeşi Mutahhara Hatunu gelin olarak verdikleri Germiyanoğulları başta olmak üzere, Karamanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Eşrefoğulları, Sahibataoğulları ve Saruhanlılar ile iyi ilişkiler içinde olmuş, bu beyliklerin liderleriyle görüşüp kendisine mürit yapmıştı. Onun bu ilişkileri, Mevlevîliği bu beyliklerin hâkim olduğu bölgelerde yaymasına rahat bir zemin teşkil etmişti. Karaman, Beyşehir, Aksaray, Akşehir, Afyon, Amasya, Niğde, Sivas, Tokat, Birgi, Denizli, Alanya, Bayburt, Erzurum, Amasya, Kırşehir, Erzincan ve devamında Tebriz’de kurulan Mevlevîhâneler onun bu ziyaretleri sırasında attığı temeller sayesinde kurulmuştu. Bu seyahatlerin birçoğuna katılan Eflâkî Dede de Bahâeddin Veled, Şems-i Tebrizi, Çelebi Hüsâmeddin, Kuyumcu Selâhaddin, Hz. Mevlâna ve çağına kadar olan çocuklarının menkıbelerini toplayarak yazdığı Menâkıbü’l-ârifîn adlı eseriyle Mevlevîlik tarihini yazmayı gelenek haline getirecektir. Dedesi Mevlâna’nın sağlığında dünyaya gelen Ulu Ârif Çelebi, doğumunda Hz. Mevlâna tarafından “Bugünden sonra bizim Ârif’imiz tam bir şeyhtir ve başbuğluğa lâyıktır ve beşikten mezara kadar olgunlaşacaktır.” şeklinde vasfedilmesi onun Mevlevîlik yolundaki hizmetlerinin manevî desteklerinden biri olmuştu.

Servet R. Çolak-Memleket