Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Medeniyet Tasavvuru (3)

13. Ufuk Turu’nun panel ve sempozyum bölümlerindeki konuşmaların önemli cümlelerini 2 gün boyunca sizlerle paylaştım. Bugünkü yazımda da yaptığımız gezilerin önemli bölümlerini sizlere aktarmaya çalışacağım.

Orhan Gazi’nin oğlu 1. Murat Han yani Murat Hüdavendigar türbesine yaptığımız gezi çok anlamlı ve bir o kadar da duygulu idi. Türbenin girişinde asılı bulunan, Sultan 1. Murat’ın Kosova savaşı öncesi yaptığı duayı okuyup da duygulanmamak mümkün değil.

Sultan, Allah’tan 3 şey diliyor. Savaş öncesinde yağmur diliyor ki göz gözü görmeyen fırtına dinsin ve küffarı aşikâr görerek cenk etsinler. Zafer diliyor ki, bütün Müslümanlar bayram eylesin. Şehit olmayı diliyor ki, Murat kulu, Allah yolunda kurban olsun. Duaları eksiksiz kabul oluyor.

Zaferden sonra, kendisi de şehitler kervanına katılıyor ama İslâm, o bölgelerde asırlardır devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecek İnşallah…

Bir başka duygu dolu ziyaret…1999’da Sırpların saldırısı başladığı zaman ilk direniş hareketini başlatan ve Sırplara büyük kayıplar verdiren ünlü komutan Adem Yaşari’nin hikayesi de şöyle:

Kosova Kurtuluş Ordusu Komutanı Adem Yaşari’nin öldürülmesi halinde, direnişin kırılacağına inanan Sırplar, binlerce askerle, Yaşari’nin evini sararlar ve ağır silahlarla bombardımana başlarlar. Bu ağır saldırı karşısında Yaşari, ailesiyle birlikte 3 gün boyunca yılmadan direnir. Bu 3 gün boyunca, Ramazan olması hasebiyle, oruç tutacak mıyız diye soran çocuklarına verdiği cevap tarihe geçecek cinstendir. “Evlatlarım, bizim Allah ile bir sorunumuz yok ki, bizim sorunumuz Allah düşmanı Sırplarladır. Allah’ın emri olan orucumuzu tabi ki tutacağız ve Allah düşmanları ile de savaşacağız.”  

3 gün boyunca kahramanca direnerek, içlerinde küçücük çocukların da olduğu, ailesinden 57 kişi ile beraber oruçlu olarak Cennete uçarlar. Şu anda Prekazi köyünde, onlar adına yapılan bir şehitlik ve koruma altına alınan delik deşik olmuş Adem Yaşari’nin evi, her gün gelen binlerce ziyaretçiyi kabul ediyor.  

Yaşari ailesinin tümden şehit olması Kosova’yı öyle bir ateşler ki, başlayan çok büyük bir direniş karşısında Sırplar daha fazla tutunamaz ve zafer Müslümanların olur.

İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy bilindiği gibi bir Arnavut. Kendisi İstanbul doğumlu ama aslen Kosovalı… Milli Şairimizin babasının köyü olan İpek köyünü de görmek nasip oldu. Akif’in babası Tahir Efendi,  İpekli Temiz Tahir lakabı ile bilinen Osmanlı din âlimidir. 

Daha sonra geldiğimiz Prizren şehri tam bir Osmanlı kenti… Sinan Paşa Camii ve hemen yanından akıp gitmekte olan Bistriça nehri şehrin ana merkezini oluşturmaktadır. Ak Drin nehrinin bir kolu olan Bistriça, Prizren’in ortasından geçiyor. Prizren’de konuşulan ana dilin Türkçe olması ve şehirde yaşayan onlarca Osmanlı eseri ile Prizren’in Osmanlı kimliğini hâlâ yaşattığını görmek mümkün.

Sinan Paşa Camii müezzini Ali Berisha’nın kıldırdığı Akşam Namazında ve namazdan sonra, yumuşacık sesiyle ve harika kıraati ile okuduğu Kur’an-ı Kerimler’in ruhlarımıza nakşetmesinin etkisi altında Priştina’ya döndük.

Son günümüzde Makedonya’ya geçerek Kalkandelen ve Üsküp şehirlerini gezdik. Kalkanları delecek kadar keskin kılıçlar yapıldığı için Kalkandelen ismi verilen Makedonya’nın bu şehrinde de her yerde olduğu gibi, Osmanlı eserleri hemen gözünüze çarpıyor. İşte onlardan biri… Paşa Camii veya Alaca Camii veya Renkli Camii… Alaca ve renkli isimlerini iç ve dış süslemelerinden alan camii hakikaten görülmeye değer özellikte… Dünyanın başka bir yerinde böylesine güzel süslemelerle kaplı bir camii var mıdır bilmem? Değişik süslemelerin içinde canlandırılan İstanbul tasvirleri de mükemmel. İstanbul’u görmeden, hayallerinde canlandırarak çizilen tasvirler de bizim hayallerimiz de bizimle birlikte yaşamaya devam ediyor.

Ve Üsküp… Kosova sınırından girdiğimiz andan itibaren, Üsküp’e gelinceye kadar bütün Arnavut köylerindeki Camilerin bizi karşılaması ile, Müslüman köyleri görmekten duyduğumuz memnuniyeti anlatmak mümkün değil. 

Üsküp’ün ortasından geçen Vardar nehri şehri ikiye bölüyor. Nehrin bir yakası Hristiyan bölgesi, diğer yakası Müslüman bölgesi. Biz Hristiyan bölgesinden geçerek nehrin üzerinden karşı bölgeye yani Müslüman Üsküp’e ulaştık. Hristiyan bölgede yeni ve modern yapılar ile İskender ve Arslan heykelleri, Müslüman bölgede de Osmanlı eserleri karşılıyor gelen misafirleri… Şehrin yönetimi Hristiyan olunca, bütün yatırımlar bu bölgeye yapılıyor ve Müslüman bölge tamamen ihmal edilmiş durumda. Yani Müslümanlar bir bakıma cezalandırılıyor.

Müslüman Üsküp’e girişte bizi Osmanlı Kalesi ve yanı başındaki Mustafa Paşa Camii karşıladı. Ecdadımız girdiği her yere hem imar ederek mührünü vurmuş, hem de İslâm’ın izini bir daha çıkmamak üzere yerleştirmiş. İşte bunun adı işgal değil Fetih ruhu… Meşhur Üsküp köftesi yemeden ayrılmak olur mu? Biz de öyle yaptık. Üsküp sokaklarında dolaşırken aldığımız Osmanlı kokusunu hâlâ üzerimizde hissediyoruz. Osmanlı bu topraklardan çekilmiş ama, eserleri ile yaşamaya devam ederken, o bölgelerde kendisini hâlâ Osmanlı olarak tanımlayan insanlarımızın varlığı bizi de memnun ediyor. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.   

Önceki ve Sonraki Yazılar