KONYALILIĞIMIZI KAYBETMEDEN TÜRKİYE’Yİ TEMSİL ETTİK

KONYALILIĞIMIZI KAYBETMEDEN TÜRKİYE’Yİ TEMSİL ETTİK

İttifak Holding kurucusu Seyit Mehmet Buğa Hakk'ın rahmetine kavuştu.

İttifak Holding'in kurucu Yönetim Kurulu Başkanı Seyit Mehmet Buğa kuruluşundan itibaren İttifak Holding macerasını süreçte yaşananları sıkıntıları, başarıları 2001 krizinde olanları, borsaya giriş sürecini ve İttifak Anayasası'nı Memleket'e anlatmıştı.

SEYİT MEHMET BUĞA'NIN ANISINA O RÖPORTAJI BİR KEZ DAHA YAYINLIYORUZ

KONYALILIĞIMIZI KAYBETMEDEN TÜRKİYE’Yİ TEMSİL ETTİK

Zaman zaman çok zorlanmamıza, hak etmediğimiz şeylere layık görülmemize rağmen hiç yılmadık. İlk gün yola çıkarken ortaya koyduğumuz değerlere ve inançlarımıza sadık kalarak hep önümüze baktık. Hiç bir zaman kayıt dışılığa yeltenmedik. Ve Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki Konya sınırlarını aşıp Türkiye’yi temsil eder noktasına geldik. İşte bu noktaya gelirken asla ama asla Konyalılığımızı kaybetmedik.

 

İLETİŞİM EKSİKLİĞİ BENİM İÇİN HİCRAN YARASIDIR 

1988’de kurulduk. O ilk günden bugünlere geldiğimizde içimde bir yara var. Genel kurul üyeliğimizi sürdürürken iletişim eksikliği nedeni ile bu kuruluşun gerçek sahiplerine bile çok iyi yapacağıma ve yaptığıma inandığım bazı gerçekleri tam olarak anlatamadım. İşte bu benim için hicran yarasıdır. 

İTTİFAK’TA KENDİMİ KORUMA ALTINA ALMADIM

İttifak’ı kurarken o günkü şartlarda oluşan yönetimimizi koruyacaktık. Bu yüzden hiçbir zaman kendimi özel koruma altına almadım. Başarıya doğru emin adımlarla ilerlerken çevremizden hatta en yakınımız dostlarımızdan sürekli olarak “Şirket başarılı olursa elinden alırlar” dediler. Ben de onlara hep “alabilirler” dedim. Başarısız bir şirketin başkanı olmaktansa, başarılı bir şirketin eski başkanı olmayı yeğledim. Ortakların ilgisini çekebilecek işleri yapamadık. Bürokraside özellikle 28 Şubat’ın meydana getirdiği hava, sağlıklı iletişim kurmamızı engelledi. Orta yerde suç yoktu ama suçlama bahsini oluşturup sürekli olarak denetimler gerçekleştirdiler.  Diğer şirketleri sıkıştırmaya varan haksız değerlendirmelerle karşı karşıya kalmamıza rağmen bunları da o dönemde izole edemedik. 

BAŞKANLIK YAPMAKTAN ÇOK MUALLİMLİK YAPTIM

İnsan kaynakları konusunda Konya genelinde entelektüel birikimi karşılayacak transferlerde maaş stratejini uygulayacaktık. Bu noktada ömrümü ‘Başkanlık’ yapmaktan ziyade ‘muallimlik’ yapmaya verdim. İçeriden insanlar yetiştirmeye gayret ettik, dışarıdan transferlerde en zorlu görüşmelerde yetkimiz olmazdı. Olmuyordu da. Tüm çalışanlarımızın herkesin yabancı dil bilmesi için uğraştım. Çalışanlarımızın yabancı dil öğrenmeleri konusunda çok ısrarcı oldum. Hatta yabancı dil bilenlere ekstra primler verdik. Maaşlarını yüksek tuttuk. Niye? Çünkü kurum olarak Türkiye’yi dışarıda temsil edecektik. Şirketin elemanları dünya dillerini bilmeliydi, çünkü bilgi çağındaydık. Bilgisi çok olanın birikimi olmaz ise iş yapamıyordu. Bilgi; birikim ve idrak gerekiyordu. Bu şirketi Konya içinde rekabet edebilecek seviyede yönetecek insanların, Konya’yı Türkiye’de temsil etmesi gerektiğinde bocaladığını gördük. İddialı olmak gerekiyordu. Konya’yı Türkiye’de temsil etmekte bocalayanlar başarılı olamazlardı. İddia ispatı gerektiriyordu. 2004’te “algı yönetim istiyor, olgusuz algı olmaz, olguya uygun algı oluşturmalıyız” dedik.

ÇOK DEĞİL, HELAL VE BEREKETLİ KAZANÇ SÖZÜ VERDİK

Bunun için de marka değeri oluşturmalıyız fikrinde birleştik. Entelektüel sermaye para etmiyordu. Finans çevresinde hak ettiğin itibarın olmuyordu. İttifak gibi şirketleri Konya büyüklüğünde bir şirket olarak hayal ettiler. Ne olursa olsun kimseye “çok kazanacağız” sözü vermedik. Helal ve bereketli kazanç sözü verdik. Yanımızdan ayrılanlara sorsunlar: Sizden hiç hile yapmanız istendi mi? Asla hiç kimse “evet bizden hile yapmamızı istediler” diyemez. Mesela ekmeğin 240 gram olması gerekiyordu. Bunun 10 gram artısı 10 gram eksisi olabilirdi. Yani yasal rakam bu idi, ama ben hep 245 ile 260 gram arasında olmasını istedim. Bir gün kontrol için çıkarttığımız ekmekleri tarttırdım. Ekmek o gün 240 gram geldi. Hepsini toplattım. Aş evine gönderdim. O gönderdiğimiz ekmeklerin de parasını cebimden verdim. Ve inanıyorum ki arkadaşlar bu konuda bir kat daha dikkatli ve hassas davranarak böyle bir duruma izin vermediler.

HERKESİN BENİ BİR KEZ ALDATMA ŞANSI VARDIR 

Beni herkesin bir kere aldatma şansı vardır. Helal-haram; beni aldatması fark etmez. Ama tekrar söylüyorum beni sadece bir kere aldatabilirler. Ne kadar kaliteli olursa olsun sadece bir kere aldatma şansları vardır. 

RAHMETLİ İSMAİL KAYA: EKMEK VERMEKLE OLMAZ BU İNSANLARA İŞ VERMEN DE LAZIM

Hiç unutmuyorum. 1980’li yıllardı. İnşaat bürom vardı. Büroda öğle vakti geldiği zaman o anda orada kim varsa yemeği birlikte yiyorduk. Teneke ile pekmez, tulumla peynir, sele ile zeytin… İkindi vakti olur, yine ekmek gelir, hep birlikte yerdik. Rahmetli İsmail Kaya bir gün “Burada yedikten sonra isteyen yediklerinden evine de götürebilir mi? Helal ediyor musun?” dedi. Ben de “helal ediyorum” dedim. Rahmetli “Helal etmekle olmaz, bu insanlara iş vermek de lazım” demişti. Babam her zaman “oğlum işsizlik ipsizliği de beraberinde getirir” derdi. “İşsiz kalan insan cami köşesine çekilip tespih çevirmez. Taş döşemeye gider. O zaman da bizden kopar” derdi. İsmail Kaya ikide bir bunu bana söylüyordu. İsmail Kaya, Mustafa Çalışkan’a mı söylemiş tam olarak şu anda bilemiyorum. Mustafa Çalışkan bir gün “Seyit abi, şirket kurmamız lazım” dedi. Şirketçilik, ortakçılık işlerinden yılgın durumdaydım. Yine bu konuşmaların geçtiği tarihi tam olarak hatırlamamakla birlikte yanılmıyorsam 1986-1987 yıllarıydı. Mustafa Hoca beni sürekli olarak tahrik edip duruyordu. İnancımın değerleri ile hareket ederek mevcut yapı ile ters düşüyordum. Ben bir daha kimse ile ortaklık yapmak istemiyordum. O arada bir durum daha oldu. Anonim şirket ile Müslümanların değerlerinin çok daha barışık olmadığını gördük. Herkesin kendi değerleri, kendi dengeleri vardı.

MUSTAFA ÇALIŞKAN BİZİ YİMPAŞ’A GÖTÜRDÜ

İttifak’ı hayata geçiren gurubun bir de danışmanlık grubu vardı. Naylon şirket adına bir şirketi vardı. Herkes araba sahibi olmayı hayal ediyordu. Bunun için bir birliktelik oluşturuldu. Mustafa Çalışkan bizi Yimpaş’a götürdü. Burayı ve yapıyı çok iyi biliyordu. Çünkü kendisi Yozgat’ta öğretmenlik yapmıştı. Dursun Bey’in de o gün yanımızda olduğunu söylersek hakkı teslim etmiş olurum. Bir Ramazan gününde Yozgat’a gittik. İftar sonrası bir termalde bizi ağırladılar. Bu yapıda inançlarımızın gereklerine uyduklarını gördük. Şirket kurabilme cesareti geldi. Bir, bir buçuk ay sonra yine Yozgat’a gittik. Yanılmıyorsam 1988 yılı idi. Fıkıhçı hocaları da beraberimizde götürmüştük. Orhan Çeker Hoca da vardı. İki araba idik, tahminen 10 kişi filandık. İki gün orada kaldık, bizi yurtlarında misafir ettiler. Mustafa Özeskici, Mehmet Ali Korkmaz, Gökay Baranok ve Mustafa Çalışkan hem dini hem de meri yönden bu işe inanmıştık.

MUSTAFA ÖZESKİCİ İLE M. ALİ KORKMAZ BENİM BAŞKAN OLMAMI İSTİYORLARDI

Bu yola çıkarken yapılan görüşmelerin, sohbetlerin, istişarelerin sonunda önümüze üç ayrı yol çıktı.

1. Yimpaş’ın Konya’ya yatırım yapmasını, bizim de buraya ortak olmamızı istedik. Onlar bizim bu teklifimizi kabul etmediler. 

2. Mustafa Çalışkan devlet memuru idi. Buradan ayrılmalıydı ve kendisi yönetimin başına geçmeliydi. O da bunu kabul etmedi.

3. Müslümanlar ‘doğru tektir’ münakaşasını çok yapıyorlardı. Münazara yapamıyorlardı. Bu da şık olmuyordu. Mustafa Özeskici, Mehmet Ali Korkmaz benim başkan olmamı istediler. Ben ise bu modelde anlaşmazlığa düşüldüğü zaman bu sorunu çözecek bir tahkim heyetinin oluşmasını, benim de bu tahkim heyetinde olmamı istediğimi kendilerine defalarca söyledim. Bu arada İzmir’deki AK EVLER kooperatifinden bazı değerleri aldık. Bu aşamada yine dil birliğinin sağlanabilmesi için uzun uzadıya sohbetler yaptık. Anlaşmazlığa düştüğümüz zaman ise karşımızdakini hiç yargılamadık. “Farklı fikirlerde olmak Müslümanlar için kayıp değildir, anlaşmazlıkları da bir noktaya getirdiğiniz zaman birikime döner. Böyle bir kurum gerekir” dedim. “Bu da tahkimdir” dedim. Bana “olsun” dediler. Ben ısrarla “bu tahkimin başına ben geçeyim, ikinizden birisi de yönetim kurulunun başına geçsin” diyerek ısrarcı olsam da bana “Tahkimi başkası yapsın, bu işi sen yürüt” dediler. Allah bir hakkı için söylüyorum, çözüm için bu Başkanlığı kabul ettim. Bizim için işsizlik en büyük mesele idi. Mustafa Özeskici, Mehmet Ali Korkmaz bu işi benim götüreceğime inandılar.

CİHAT ŞARTLARI DIŞINDA İTTİFAK’I TERKETMEYECEKTİK

Bizden önce yüzlerce şirket kurulmuş, yüzde doksanı başarılı olamamıştı. Dört ayda bir ortaklarla görüşecektik. Kurucu ortaklarla haftada bir görüşüyorduk. İlk yıl bu sözümüzü tuttuk. Kara geçinceye kadar sermaye desteği sözü verdiler. Başka alanlara girmeyed e söz verdik. Bu arada kendi önümü kestim. Cihat şartlarında terk etmemin dışında hiçbir şartta burayı terk etmeyecektim. Bu şartlarda işe başladık. Bazı sıkıntıları yaşadık. Yatırıma girerken ödeme günü geliyordu. Bazı ödemelere de hazırlıksız yakalanıyorduk. Bir gün arkadaşlar geldiler, yarın bir ödememiz var. Mesela şöyle diyelim “işte bir milyonluk ödememiz var, bizde ise beş yüz bin lira var, gerisi yok” dediler. O zaman arabayı atı satarız öderiz dedim. Güven sermayesini kaybetmememiz lazımdı. Bu arada anamızın babamızın hayır duasını almaya büyük önem veriyordum. O gün gece saat on iki civarıydı, herkes anasının babasının duasını alsın demiştim. Bu arada kapı çalındı. Biz o zaman Belediye İşhanı’ndaydık. Bir grup Beyşehir’den gelmiş. Beyşehir’den gelen arkadaşlar “Işık yanıyorsa yukarı çıkalım, yoksa yarın gideriz” demişler. Işığın yanık olduğunu görünce zile basıp gelmişler. Arkadaşlara hep “Eksik dua etmeyin; hayırlısıyla ver. Bizi sıkıntı ile imtihan etme” deyin derdim. Biz o gece konuşup yarın ödeme yapalım, dua edelim, dedik ama para yarına bile kalmadan Beyşehir’den gelen arkadaşlar tarafından tamamlanmıştı.

DÜRÜSTLÜĞÜMÜZ ANA SERMAYEMİZDİ

Kuruluş ile ilgili yine hiç unutamadığım bir hatıramı sizlerle paylaşayım. “Ortaklara ilk çıkışımızda 20 kişi yeterli demiştik. Sermayemiz ise 40 tonluk bir un fabrikası yapmaya müsaitti. Biz 40 tonluk un fabrikasını iki senede bitirmeliydik. Bunu hesaplarken teşvik ile 120 ton un fabrikası, 120 tonluk irmik fabrikası, bir de makarna fabrikası planladık. Teşvikte ortaklarımızın bilgisinden istifade ettik. Ankara bürokrasisini hiçbir zaman kandırmadık. Zaman içerisinde bizden aldıkları değerler ile buradaki arkadaşlar başka şirketleri ölçmeye başladılar. Ankara bürokrasisinin, teknik büronun çok büyük desteği oldu. Bu arkadaşlar İttifak için “bizim şirket” demeye başladılar. Bizi sahiplendiler, dürüstlüğümüzü ana sermaye yaptık. Ancak 4 ayda bu sohbetlerde ortaklarımıza bir şeyi anlatmayı ihmal etmiştik. Biz 40 tonluk fabrikayı 240 tona çıkardığımız zaman makarna fabrikası da yapacağımız süre kendiliğinden 36 aya çıkacaktı.  İşte 16. aydaki bir toplantıda bir arkadaşımız bize “bu fabrikayı iki senede bitirmeniz mümkün değil, oysa siz bize iki yılda bitirme sözü vermediniz mi?” dedi. Cenab-ı Hak o anda konuşma mantığımı bozdu. Çok kızmama rağmen müthiş bir soğukkanlılıkla bir tek kelime ettim; “İnşallah yetiştiririz” dedim. “İnşallah”. Herkes dağılmıştı, ortaklara söz vermiştik. Cenab-ı Allah’ım bizi mahcup etmeyecekti. Önümüzde 8 ayımız vardı. Bu arada ortak sayımız 500 olmuştu. Biz işletme sermayesinin değerini bu hengâmede unutmuştuk, gücümüzü tamamen fabrika yapımına vermiştik. 23. aya geldiğimizde veya 24. ayda bir haftalık sürede ya da 8-10 gün içinde deneme üretimine geçtik ancak işletme sermayesini unutmuştuk.

O yıl Konya’dan buğday çıkmamıştı. Bize deneme süresi 6 ay sürer dediler. Ama biz bunu 8-10 gün içinde yapmış ve deneme üretimine başlamıştık. Rahmetli babam bana sürekli olarak “Mümkün mertebe namazını cemaatle Kapı Camii’nde kıl. İçlerinde bir dualı evliya bulunur” derdi. Arkadaşlarla o gün toplandığımız zaman da “Burada bir sürü adamız. Bu kadar adamın içinde bir sürü duası makbul insan vardır” dedim ve “Batacak parası olanın kuruşunu bize nasip etme, ortaklarımın duasını kabul et” dedim. Tören yapıldığı zaman da bu duayı ettim. 24. ayda ikinci organizedeki yerimizdeydik. Hiçbir zaman Mülkün Sahibine duadan geri durmadık. İlk duamız da “Bize başkasına el açmayı nasip etme” idi. Bu arada silolarda 200 tonun üzerinde mahsulde küf vardı. Duanın gücü bu ya. Paramız olmadığı için köylüden toplayamamıştık. Adana’nın mahsulünde süne vardı.

Böyle zor bir dönemde bizim üniteden gelen un, ilaç gibi piyasaya girdi. Konya un sektörü tek kelime ile bizi konuşuyor, Konya bizimle çalkalanıyordu. Köylü buğdayını bize emanet olarak veriyordu. Depoları doldurduk. Bir ay sonra kalitede bozulma olur gibi oldu. Gidip Prof. Adnan Hoca’yla konuştuk. O gün için hocayla samimiyetimiz yoktu, bir bilene soralım dedim ve hocaya gittik. Betonarme bina olduğu için buğday çimlenme aşamasına gelmişti. Hemen siloları boşalttık. Mülkün sahibi kendini bize unutturmadı. Bollukta dirlik verdi. 

16. ayda bir takım sıkıntılar oldu. Un fabrikası, makine parkı, kendi binamızı da yaptık. İmalatta ciddi gelişmeler sağladık… Şuna da inanarak ve iddialı olarak net söylüyorum ki “Ortaklar ilgisiz çıkmazsa dua devam ederse, nemelazımcılık meydana çıkmazsa dünya şirketi oluruz…” 

DAĞ DORUĞU OLMAK LAZIM

Bilgi ve becerinin yanı sıra itibar sermayesi olmalı. Cesaret sermayesi olmalı, entelektüel sermaye olmalı, finans sermayesi olmalı ve özellikle de güven sermayesi olmalı… Güven olmazsa bu işler asla olmaz. Eğer bunları bir araya getirip oluşturabilirseniz dağ doruğu olursunuz. Kaya tepesi olmazsınız. İttifak’ın kuruluşu ile alakalı İttifak’ın hayat felsefesi, hizmet anlayışımızı yansıtan çalışmalar… Böyle bir şirketin sistemin kurucusu olarak gereken organizasyonun etkin olarak bir araya gelmesinden şeref duyuyorum. Bu konuda maddi ve manevi bize destek veren, kurucu ortaklarımıza, gönüldeşlerimize gönülden teşekkür ediyorum. Şirketimizin kuruluşunda kurucu başkan olmam sebebi ile tarafıma kurulmasında ve bugünlere gelmesinde ısrar eden arkadaşlarıma, uygulamada, sisteme uyumda, söz almamda yardımcı olanlara teşekkür ediyorum.

 

İTTİFAK’IN ANAYASASINI HAZIRLADIK

Biz İttifak’ı kurarken kendi kendimize ve bize güvenenlere sözler verdik. Mesela bunları şöyle sıralayabiliriz.

1. İnancımızın gerektirdiği değerlere ve ilkelere kesinlikle uyulacaktır.

2. Değerlerimize ve ilkelerimizi çiğneyerek kendimizi kâr etmeye zorunlu kılacak, Allah’ın verdiği nimetlere sahip olmayı doğru yolda olmamız gerçeğini hiçe sayarak kazanma felsefesini uygulamak doğru değildir. Nimetler ahiretteki makamın müjdeleri değil kendimiz ile dünyada imtihan eden değerlerdir. Kâr-zarar ortaklığına riayet edilecektir.

3. Toplumumuza karşı müşfik ve cömert olacağız. Yatırım döneminin risklerini kurucu ortaklar olarak bizler çekeceğiz. İşletmeye geçici kârlılık ve sürekliliğe müsait hale gelince kazanımlarımızı halka açarak yeni yatırımlara imkân sağlayacağız.

4. Yönetim alanını korumaya almayacak, ortaklarımızın sağduyusuna güveneceğiz. Genel kurulun şûra olma özelliği ve yönetimi denetleme, değerlendirme ve seçme hakkı korunacak. 

5. Toplumu çatıştıran değerlerden arındırıp, toplumu dayanıştıran değerlerle buluşturacağız. İktidar mücadelesi verilen yerlerde tarafların arasında conta görevi yapacağız. Çatışmayı engelleyecek, tarafların birbirlerini tamamlamasını sağlayacağız.

6. Başkalarının dertleri ile dertleneceğiz. (İşsizlik, gelir dağılımı, gelişmiş ülkelerin seviyesine gelebilmek, ülkenin durumu, eğitim vs…)

7. Serveti sermayeye dönüştüreceğiz. Banka ile çalışmayan iş adamlarının kasalarında duran paralarının değerini koruyarak, ekonomiye katkıda bulunmalarını sağlayacağız. Kimsenin elinden sermayesini alıp işletmeye kalkmayacağız. Bu dostların yastık altındaki parasını değil kasadaki parasını değerlendireceğiz.

8. Dededen toruna devreden bir argüman meydana getireceğiz.

9. Anonim şirket şeklinde ortaklığın fıkhi altyapısı yeterli değildi. Gelişimi kontrol altında tutacağız. Bu konuda bizden desteğini esirgemeyen Prof. Dr. Hayrettin Karaman’a, Abdullah Hamdi Döndüren’e, Prof. Dr. Orhan Çeker’e, merhum Tahir Büyükkörükçü’ye, rahmetli İsmail Kaya’ya, Abdullah Büyük Hoca’ya, Abdülaziz Bayındır’a şükranlarımı arz ederim. Bu gelişimde bize çok büyük destek verdiler. 

10. Yetersiz kaldığımız yerde çekilecek, gerekli olduğumuz yerde de görev alacağız. Ortaklık yapısı gelişiminde bana ihtiyaç kalmayıncaya kadar siyaset de dâhil hiçbir görev için İttifak’taki görev alanımı terk etmeyeceğim. 

11. Kayıt içi çalışacağız. Günlük kasa kapatacağız. 

12. Ortaklık kayıtlarımız mükemmel olacak. Kul hakkına kesinlikle girmeyeceğiz. Cenab-ı Hak sahtekârların, tamahkârların ve kurnazlığı akıllılık zannedenlerin şerrinden emin kılsın. Haklarını yasal zeminde de korumaya çalışmamız, kriz döneminde birkaç ortak tarafından istismar edilse de bu değerli bir çalışmaydı. Çünkü insanlar eline imkân geçince ceberutlaşabilir ve hiç yakıştıramayacağınız insanların ceberutlaşması da işin cabası idi. 

13. Kendi sorumluluk alanımızdan başlayarak toplumumuzdaki bütün bireylerin başarılı olmasına ve helal kazanmasına katkıda bulunacağız.

14. İçinde bulunduğumuz toplumun en büyüğü olmamız değil, ait olduğumuz toplumun diğer toplumlar nezdinde en üstün olmasını hedefleyeceğiz. 

15. Menfaatimiz için asla hak çiğnemeyeceğiz. 

16. Ait olduğumuz çevre ile hizmet üretecek hizmetimizden bütün insanlığın yararlanmasına imkân tanıyacağız. 

17. Kazancı hak edenlerle adil paylaşacağız. 

18. Yöneten de yönetilen de hukuki değerlendirmeye uyacak veya uyması sağlanacaktır. 

19. Toplumumuzla bilgiyi paylaşacağız. Beyin gücüne yönlendiricilik görevimizi yerine getireceğiz. 

20. Sosyal sorumluluğumuzun nişanesi olacaktır.

21. Kendi içimizdeki anlaşmazlıkları tahkim ile çözeceğiz. 

22. Dil birliğini aramızda sağlayacağız. 

 

 

OLGU-ALGI DENGESİNİ İYİ KURMALIYDIK

Olgumuzu şeffaflaştıracak ve kamuoyunu yanıltmadan ama kamuoyunun da yanlış ve eksik değerlendirmesine fırsat vermeden ki ben buna algı yönetimi diyorum. Algı yönetimimizi de hak ettiğimiz itibar sermayesine uygun yönetir seviyeye gelip gerekli kadroya görevi devredecektir. Kısacası olgu-algı dengesini kurarak sürdürülebilirliği sağlayacağını düşündüğüm kadroya yönlendirici olarak destek verip çekilecektim.

2001 krizinden sonraki gelişmeler bilhassa ortaklarla iletişimin istenen seviyede seyretmemesi, bu planımın ertelenmesine sebep oldu. Gündemimden hiç düşmedi ama ele de alamadım. Ortaklarla iletişimimin önündeki büyük engelin yönetim kurulu başkanı olmam olduğuna inancım güçlenmeye başladı.

Sistemin selameti, ortakların ilgisizliğini kurmaktan ve nemelazımcılıktan kurtulmalarına bağlı idi. Bunu başkan kaldığım sürece başaramayacağımı, yanlış algılar sebebiyle iftiraların başlayacağını ve itibarımla oynanmaya başlanacağını hissediyordum. Beyin gücünü kendi bilgi ve birikim seviyeme çekme gayretim bile hasede sebep olabiliyordu.

Bir görüşe göre sistem diye bir şey yoktu. Bu sisteme bağlı onlarca halka açık şirket batmıştı. İttifak'ın başarısının başında benim oluşumdan kaynaklanan bir başarı vardı. Benimle başlayanın benimle sona ereceği iddiasında bulunuyorlardı.

Şahsım öğülüyor gibi gözükse de hem itikadi açıdan sakat bir görüş hem de gerçeklere uygun değil. 1.’si; Sistemin "dayandığı değerler ve ilkeler inancımızdan kaynaklanıyor" iddiasındayız. Hedefinde kul hakkına girmeden, sosyal dengeyi kurmak isteyen bir planlama ile toplumun karşısına çıkılmıştır. Başarıda bu değerlerin ve ilkelerin hakkı inkâr edilemez. Bunları ben keşfetmedim veya icat etmedim. İnancımdan kaynaklıdır. Kim uyarsa başarıya adım atar. 2.’si; Başarı zincirimsi bir yapıya benzer. Her halkası eşit değerler taşıması gerekir aksi takdirde zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. Bir de şunlar çok önemli:

-Müteşebbislerinin cesareti, bilgi ve birikimi, ahlaki yapısı.

-Entelektüel sermayenin bilgi ve birikimi, cesaret sermayesine destek kalitesi, ahlaki yapısı ve iletişimi değerleri.

-İşletme kadrosunda yer alan elemanların bilgi ve birikim seviyeleri, ahlaki yapıları, kurumlarını benimseme kaliteleri, verim seviyeleri, yatırıma ve işletme sermayesine dönüşen sermayenin kalitesi, kapasitesi.

-Siyasi ortam, sosyal ortam, yasal zemin bunlara bağlı bürokratik ve medyatik ortam ayrıca Pazar ortamı.

Batan halka açık şirketler sistemin değerlerine ve ilkelerine uydukları için mi battı? İstismar ettikleri için mi battı? Veya başka sebepler mi var? Araştırmak gerekir.

3.’sü inançlarımızın bize sunduğu değerlerin ve ilkelerin uyulması gereken değerler ve ilkeler olduğuna inandık. Taviz vermemeye özen gösterdik. Sosyal ve siyasal şartların el verdiği ölçüde bildiğimizle amel ettik. Kadromuzun kalite ve kapasitesi zorunlu şartlar sebebiyle son zamanlarda istenen seviyede değildi ama uyumu ve randımanı fevkaladeydi. Başarıda kadromun katkısını inkâr etmek haksızlık olur. Yeterli öz kaynağa sahip olmasak da sermayemizin kaynağı itibariyle kalitesinden de şüphem yoktur.

HEREKSE DUA EDİYORUM

İttifak'ın başarısında katkısı olan herkese minnettarım. Bu sosyal sorumluluk projesine destek veren her kese dua ediyorum. Organizasyon yapısını oluşturmaktan ve yönetmekten onur duyuyorum ama başarı şahsıma ait değildir. Bir kadronundur. Bir görüşe göre şirketin gizli sahibi veya değiştirilemez otoritesiydim. Astığım astık kestiğim kestikti. Yatırım yaparak varlığımı artırıyor, ortaklara zulmediyordum.

Kısa vadeli düşünen, günlük yaşayan, değerlere ve ilkelere ilgisiz, gerçeği öğrenme gayretine girmeden kanaat serdeden, hak kavramlarıyla menfaat kavramlarını bir birine karıştıran… En kötüsü bindiği dalı keserek en büyük zararı kendisine veren ve kurnazlığı marifet sayan tatminsiz kesimin şerrinden hep Mevla’ya sığındım.

Beni en çok üzen de ortaklarımın arasında da bu düşüncede olanların bulunmasıydı.

2001 krizine kadar yatırım yapmak sosyal sorumluluğumuzun gereğiydi, yapıyorduk. Hatta o dönemde yatırımlarımızın yetersizliği tartışılıyordu. Yatırımlarımızı ve kârlılığımızı yetersiz görerek ortaklıktan ayrılanların sayısı hiç de az değildi. Biz ne yatırımlarda ne de kârlılık oranlarımızla değerlerimizi ve ilkelerimizi çiğnedik. Aksine bize ortak olanların bu değerler ve ilkeler çerçevesinde ortak olmasına özen göstermeye çalıştık.

Değerlerimize ve ilkelerimize o kadar çok sahip çıktık ki; Halkla İlişkiler Müdürü Namık Bey’den bana şikâyete gelenlerin sayısı hiç de az değildi. Genelde; "Başkan, aşağıya Namık isminde bir arkadaş koymuşunuz. Bu arkadaş gelenlerin ortak olmaması için gayret ediyor, zorluk çıkartıyor. Haberiniz var mı" diye geliyorlardı.

Bu konuda bize sıkıntı veren; yine bizi seven ve sermaye yapımızın güçlenmesini arzu eden bazı ortak ve görevlilerimizin değerlerimizi ve ilkelerimizi ihmal ederek ortak toplamalarıdır. Bildiklerimizi ya ikaz ettik veya tekerrür ederse ilişiği kestik.

ADESE’NİN DOĞUŞUNDA SELVA’NIN PAYI BÜYÜK

-Teşvik primlerini ticari kâr veya değer artışı gibi gösterip ortakları yanıltmadık.

-Sabit yatırımlarımızı değerlendirme konusunda bir formül ürettik. Bu formülle tasfiye dönemi değerlerini dikkate almaya çalıştık. Bunun için 2001 krizi hariç diğer krizlerde değer kaybı yaşamadık.

-İşletmelerimizin ticari kârlılığını çok önemsedik. Rakiplerimizin kayıt dışılığı sebebiyle rekabette zorlandığımız iş kollarından da hemen çıktık. Yatırımlarımıza sermaye artışı kadar kârlılığımıza katkıda bulundu. Adese'nin doğuşunda Selva'nın payı çok büyüktür.

-Bir yatırımı bitirip işletmeye açıp pazar değerlerine ulaşmadan yeni yatırıma girmedik. Öz kaynağımızın kullanım oranında yatırım ağırlıktaydı ama işletme sermayemizdeki oranda küçümsenecek durumda değildi. Krizlere hep hazırlıklıydık.

-Yarışımızı değerlerimizi ve ilkelerimizi önemsemeyen halka açık şirketlerle değil kendimizle yapıyorduk. Büyüme planlarımıza uymaya çalışıyorduk.

Bütün bunlar gerçek büyümeye ve gerçek kâr'a vesile olmasına rağmen tenkit ediliyordu. Ama biz taviz vermedik.

2001 krizinden sonra ise krizin büyüklüğü sebebiyle bütün tedbirlerimize rağmen finans sıkıntısı ufukta gözükmeye başladı.

2001 krizine kadar biz itibar sermayemizi dışarıya karşı pek kullanmadık. İttifak'ı güvenli liman gören ortaklarımızın dışında da pek iltifat eden olmadı. İlk kurulan şirket olmamıza rağmen öz kaynak değerleri itibariyle geride kalmıştık.

2000 yılından kısa bir süre önce sahte kâr dağıtan şirketlerde bir çözülme, bize de bir iltifat başlamıştı. Ta ki, krize kadar. Kriz sahtekârlara bahane oldu ve bizim üzerimize yıkıldı.

-Ortaklarla iletişimimiz kopartıldı

-Psikolojik harbe maruz kaldık

-Önceleri yasal boşluklardan istifademize yol gösteren bürokrasi kadro değişince yasal haklarımıza bile engel çıkarmaya başladı.

-Bilhassa Doğan Grubu medya batık bankalarla ilgili kamuoyu hassasiyetini de kırabilmek için istismarcı şirketleri istismar ederek aleyhimizde yayın yaptı.

(-Bilhassa Doğan Medya Grubu her fırsatta bizi de hedef aldı.)

-Alacaklar döviz olduğu için tahsilat imkansız hale gelmişti.

-Bankalar ve finans kurumları bile krizdeydi.

-İşletmelerde cirolar düşmeye, birim maliyetler yükselmeye başlamıştı. Çivi çiviyi söker derler, ölçek ekonomisine geçmemiz gerekti.

Anaparasını garantide, sadece kâra ortak olduğunu sanarak yatırım yapanlar önce mudi gibi hisse senetlerine yatırdıkları paralarını kâr adı altında faizi ile beraber istediler. Bunun yasalara uygun olmadığını öğrenmeleri bir kaç senelerini aldı ama bizi de denetim altında tuttu. Bu istekleri yasal zemine uygun düşmeyince alacaklı gibi istekte bulundular. Yasal açıdan bu da mümkün değildi. Ancak bunlar bizim bazı ortaklara böyle bir imkân tanıdığımız anlayışıyla bizi tekrar şikâyet ettiler. Bu şikâyetin neticesinde yeniden denetim dönemleri başladı ve bizim alım satımda ortaklara yardımcı olmamız yasaklandı.

Artık hisse senetleri olgumuzun gerektirdiği değerden değil de çok altında kendi piyasasını oluşturdu. Bu da bizim sermaye artışı yapma umudumuzu bitirdi.

Bu arada o krizin içinde geri dönmüş hiç bir çek ve senedimizin olmayışı finans çevrelerinde itibarımızı doruğa taşıdı. Ancak işletme sermayemizdeki öz kaynak oranımız tamamen bittiği gibi Türkiye'deki vergi sistemi sebebiyle muhasebeleşme, enflasyondan kaynaklanan değer artışına da vergi bildirdiği için ödememiz gereken vergi de nakit gerektiriyordu.

İTİBAR KAZANDIRAN

KULE SİTEYİ YAPTIK

Hem itibar sermayemizi değerlerimize ve ilkelerimize uygun kullanmak, hem vergiye ödenecek miktardan kaçınmak ki; bunu devlet teşvik ediyor, hem de elimizdeki arsayı en iyi değerlendirebilmek için Konya'ya da itibar kazandıran, ihalesini belediyeden kat karşılığı aldığımız, Kule Site'nin yatırımına başladık.

Bu yatırıma emeği geçenlerden ve destek verenlerden Cenab-ı Hak razı olsun- bizi Konya’yı onuruyla temsil eden şirketler seviyesine yükseltti. Hatta halka açık şirketlerin meydana getirdiği kirli havayı da dağıtmaya başladı. Bu sayede Adeseler ve Seha İnşaat şaha kalkmış oldu. Selva, Japonya'ya kendi markasıyla ihracat yapar hale geldi.

İtibarımızla sağladığımız sermaye uzun vadeli borçlanma idi. İşletmelerimizin kârlılığı ile ödememiz gereken borçlardı. Ödememiz gereken borçların işletme kârlılığı ile ödenmesi için biraz daha uzun bir süreye ihtiyaç vardı. Bunun için borcun bir kısmını işletme kârlılığı ile öderken bir kısmını da yeni borçlanmalarla kapatmamız gerekiyordu. Bu da bizim sürekli yatırım yapmamızı gerektiriyordu.

Bu arada zorda olduğunu ifade eden ve bizi zihnen yoran ortakların hisselerini alabilmek için SPK'dan hisse alımı için müsaade aldık. Bu müsaade esnasında iki bağımsız denetim ve değerlendirme şirketi de bizi denetledi ve değerlendirdi. Veriler beklentimizi büyük oranda karşılıyordu. Bu değerlendirme sonrası bizi sıkboğaz eden ortakların büyük çoğunluğu satış isteklerinden vazgeçti. Ancak miktar kısıtlı olduğu için gerçek ihtiyaç sahiplerinden bir kısmının da ihtiyacını karşılayamadı. Bunlar yine değerinden düşük satmak zorunda kaldılar. Hisse senedi piyasamız bir türlü olgumuza uygun değer kazanamıyor veya kazandırılmıyordu. Biz de çare üretememenin sıkıntısını yaşıyorduk. Düşük değerden satan ortaklarımız sorumlu olarak ne yazık ki bizi görüyordu.

Mahalli borsalarla ilgili çalışmalar da akamete uğramıştı. SPK bizi ekonomik ve yasal değerler açısından İMKB'ye girmeye zaten layık görüyordu. Biz ortaklık yapımızı tam anlatamadık. Onlar da sorumluluk almamak için anlamak istemediler. Bir ortak nokta bulundu ve kotasyonla İMKB'ye girmemiz sağlandı.

Bu arada tekrar iki denetim ve değerlendirme şirketi bizi denetledi ve değerlendirdi.

Değerlerimize ve ilkelerimize uyarak kul hakkına girmeden ortaklarımızın haklarını korumamızın karşılığını fazlasıyla alıyorduk. Hisse senetlerinin olgu değeri iki sene önceki değerlendirmenin 3 katı kadardı. Ancak SPK bizim bunu algı değerine de dönüştürmemize müsaade etmedi. Bizi korumasız bıraktı.

Ortaklarımızın hisseleri alınır satılır hale gelecekti. Ama borsayı ticarethane gibi gören yatırımcılara ulaşma imkânımız yoktu. Ömründe hiç borsa görmemiş ama ihtiyaç sahibi ve ruhen daralmış ortaklar ile borsada kumarhane mantığında işlem gören yatırımcılarla direkt karşılaştırıldılar. Bu arada "Bizim menkul değerler" kotasyon sürecimizi yürütmüştü. Teknik hizmetleri oldukça iyi idi. Ancak bunlar da algı yönetiminde yönlendiricilik hizmetini doğru veremediler. Bu konudaki bilgi düzeylerini ve niyetlerini bilemiyorum. Ama sorumluluklarını yerine getirdikleri kanaatinde değilim.

Adese adına SPK'nın müsaadesiyle ortaklardan aldığımız hisselerimiz sebebiyle aslında kotasyon döneminde de atılım yapabilir. İşletme sermayemizi ciddi oranda güçlendirebilirdik. Ancak bu hisseleri nakde çevirebilme imkânını bir türlü bulamadık. Hala "adese"nin hesabından olduğu kanaatindeyim. Bu hisseleri nakde çeviremediğimiz halde kendimizi nakit kâr verme mecburiyetinde hissedince çok yanlış bir tercihte bulunduk. Yatırımlardan vazgeçtik. Yatırımlar bize uzun vadeli borçlanma imkânı tanıyordu. Vadeli alımlarla işletmeyi döndürmek hem pahalıya mal oluyordu hem de kısa vadeliydi. Kârlığa etki etmiş... Yine istenen seviyede kâr dağıtabilme imkânına kavuşamamıştık.

Bizim kadar verimli olmayan, bazı perakende sektöründen firmalar çok başarılı halka arzlar yapmışlardı. Bu gelişme bizi cesaretlendirdi. Biz de "adese"yi halk'a arza karar aldık.