Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Konya müftülerini tanıyor-hatimlerle anıyor

Arapça bir kelime olan Müftî kelimesi, fetvâ makamında bulunan kimse demektir. Doğrusu müftî olan kelime, ses uyumuyla dilimizde müftü olarak yaygınlaşmıştır. Âlimlerimiz bu kavramı, dini açıklama ve tebliğ vazifesinde Allah Rasülünün vekili, Yüce Allah’ın dininin tercümanı şeklinde tanımlamışlardır. Müftî kelimesi, genç anlamına gelen fetâ kökünden gelir. Fütüvvet de aynı köktendir. Dolayısıyla yaşça ileri olsa da müftülük makamında olan kişi, bir genç gibi dinç ve dinamik olmalı; koşturmaktan yorulmamalı, uygulanabilir fetvalar vermeli ve fütüvvet ruhu ile hareket edip her kesimden herkesi kucaklamalıdır.

Kur’ân’da Allah, size fetva verir buyrulur. Peygamberimiz de insanlara dinî anlatmış ve onlara bu anlamda fetvalar vermiştir. Dolayısıyla müftülük makamı, Allah ve Rasülünün ahlakıyla ahlaklanmayı gerekli kılan bir makamdır. Bu bilgileri makamın ağır sorumluluğuna dikkat çekmek için hatırlatıyorum. Tarih boyunca müftülük makamlarına, çok saygın ve seçkin insanlar getirilmiştir.

Müftülük makamı, din gönüllüsü olan diyanet camiasının çalışmasını organize eden bir makamdır. Ben, din görevlisi yerine, din gönüllüsü diyorum. Çünkü Yüce Allah’ın dinine hizmeti şiar edinmiş olanlar, atanmış din görevlisi değil, adanmış din gönüllüsü olmak zorundadırlar. Eskiler buna hademat-ı hayriyye/hayır hizmetçileri derlerdi. Muvaffakıyet de buradadır. Onun için hep beraber gönüllerimizi ortaya koymalıyız. Bu yolda, gördüğümüz ve yaşadığımız olumsuzluklar sebebiyle kırılma, darılma, gönül koyma olmaz. Aksine işimize gönlümüzü koymalı, gönülden koşturmalıyız.

Bizim hedef kitlemiz, yalnızca cami cemaati değildir. Çünkü bizim dinimiz, insanlığa gelmiş bir dindir. Bu dinin karşısında insanlar iki gruptan birisine girer. Ya dini kabul etmiş olanlar ki onlara ümmet-i icabet diyoruz; ya da dini kabul etmeye aday olanlar ki onlara da ümmet-i davet diyoruz. Birincilerin dini doğru anlaması, bu konudaki yanlışlarının düzeltilmesi ve eksikliklerinin tamamlanması için gayret edeceğiz. İkincilerin de dine girmeleri için çırpınacağız. Bizim dinimiz, pasif ve donuk bir hayatı istemez. Aktif, canlı, diri, huzurlu ve mutlu bir hayatı vaat eder. Kur’ân insanların müminler olmasını ister, ama onların pasif değil; aktif müminler olmalarını hedefler. Onun için her mümin, müminliğini yaşamalı ve başkalarına taşımalıdır. İnsanımıza bu bilinç ve coşkuyu kazandırmaya çalışacağız. Bunun için her kesime yönelik projelerimiz olmalıdır. Onlara ulaşabilmek için, meşru olan bütün teknik yol ve yöntemleri kullanmalıyız.

Kur’ân, kelime-i tayyibeyi, kökü yerin derinliklerinde gövdesi göğün derinliklerine uzanan, her zaman ve her şartta Allah’ın izniyle meyve veren bir ağaca benzetir. Dolayısıyla Tevhid ağacının ilk insanla başlayan ve tarihin derinliklerine uzanan kökleri vardır. Toprağın görünmeyen derinliklerine kök salmış büyük çınar ağaçları vardı, köklerinin sulanmaya ihtiyacı vardır. Bizim de geçmişimize yön veren tarihî değerlerimiz vardır, onların da ruhlarının hayırla anılarak ve dualarla sulanmaya ihtiyacı vardır.

Tabidir ki onları tanıtırken, onları hayırla anarken onların güzelliklerini, günümüz insanı tarafından da yaşanılabileceğine dikkat çekerek anlatmalıyız. Evet, onlar kendi dönemlerini yaşadılar. Öncelikle kendileri için yaşadılar, ikinci olarak da bizlere güzel örnekler sunmak için yaşadılar. Şimdi onlar, Rahmet-i Rahman’a kavuştular ve yapıp ettiklerinin hesabını O’na verecekler. Şimdi yaşama sırası, imtihan sırası bizlerde. Onlara medhiyeler okumakla kalmamalı ve onlar gibi olmaya gayret etmeliyiz. Onların hayatlarını da ulaşılamaz, yaşanılamaz güzellikler olarak sunmamalıyız. Unutmayalım ki insanlığın önderleri olan Peygamberler bile insanlık için örnek şahsiyetlerdir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.