Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Konya kültürünü kaybedersek başımıza neler gelir?

 

Cümleten merhaba…

            -Biliyor musunuz? Unuttunuz mu? Yoksa hiç duymadınız mı?

            -Eski Konya’nın taşlı sokaklarında, yola fırlamış taşları, yoldan geçenler alır, yolun kenarlarına götürüp bırakırlardı. İnsanların ayağına takılmasın diye…

            -Çarşıdan alınan yiyecekler “kapaklı sepet”lerle, heybelerle, torbalarla eve götürülürdü; alan olur, alamayan olur; canı çeker, günaha gireriz diye…

            -Tandırlarda, ev fırınlarında ekmek yapıldığı günü, bütün komşulara “kapı sekmeden” sıcak ekmek gönderilirdi. Burunlarına taze ekmek kokusu gider, canları çeker diye…

            -“Sadaka Taşları” her mahallenin “kuytu yer”lerinde... Üstünde bir şeyler konması için kocaman bir oyuk, çoğu gök mermerden kocaman silindirik taşlar... “Sadaka” vermek isteyen, kimselere görünmeden, sadakasını taşın oyuğuna koyar; yoksullar, kimselere görünmeden, ancak ihtiyacı olanı kadar alır...

            -Bağların yol kenarına gelen yüzündeki çubuklar “Vakıf Çubuk” olur; bunlara beyaz patiska bez bağlanır, vakıf olduklarının işareti... Geçen insanlar beyaz bez bağlı çubuklardan canlarının istediği kadar yerler...

            -“Göz hakkı”; Konya halk kültüründe, uyulması mecburi, yazılı olmayan, bin yıllık bir hak… “Göz hakkı”nı tanımayanların, “İlahi hukuk”ta ceremesini çekeceğine inanılır...

            -Yaşlılar baş tacıdır. Ayakta tutulmaz, önleri kesilmez. Yanlarında ayakta su içilmez.    -“Bırakıntılı düğün”ler yapılır; yeni ev kuracakların neye ihtiyacı varsa sağlanır... “İzan” vardır; akrabalar, komşular gereklinin ne olduğunu bilir, sessizce aralarında paylaşır.

            -Yardım babında sağ elin verdiğini sol el bilmez…

            -Masallar, hikâyeler, efsaneler; atasözleri, deyimler; türküler, maniler; on yaşı geçmeden ana dizi dibinde, dede-nine yanında öğrenilir. Binlerce yıldan damıtılarak gelen edebi ürünler, sanat ürünleri “temel ev okulu”nda, tüm ailenin öğretmenliğinde öğretilir, öğrenilir. Bu düne kadar böyleydi…

BİZİ BİZ YAPAN KÜLTÜRÜMÜZDÜR

            Çağlar boyu edinilen maddi/manevi her şey o ulusun kültürünü meydana getirir. Alman’ı Alman, Fransız’ı Fransız, İtalyan’ı İtalyan yapan onun kültürüdür. “Türk Kültürü” de Türk’ün maddi ve manevi bütün değerlerinden oluşur. “Yerel Kültürler”; ulusal kültürün zenginlik çeşnileridir. Yerel kültürlerin çeşnileri muhteşem bir renklilik katar; ulusal kültüre... Ama, temelin olmazsa olmaz doğruları ile örtüşmek şartıyla…

            -Zaman zaman, binlerce yılda oluşmuş, damıtılmış, kristalize olmuş ulusal kültürler; dünyada bir kasırga gibi esen “Yoz Kültür”lerin saldırısına uğrar... Saldırıyı algılayan uluslar, kendi öz kültürlerine sıkı sıkı sarılarak bir süre sonra kasırgayı atlatmayı başarırlar.

            -Acaba, bunu biz hakkıyla yapabiliyor muyuz?

YAŞATILMAZSA KÜLTÜR DE ÖLÜR

            “Kültür” de canlıdır. Binlerce yılda, o ulusu oluşturan insanların sürekli katkıları ile gelişir; zenginleşir, yaşamını sürdürür. Zaman zaman, değişen ekonomik, sosyal durumlar karşısında kısmen unutularak değişikliğe uğrar... Ama hep kendine özgü değerleri koruyarak yaşamaya çalışır.

            Dünyada kültürler akışkandır, sürekli birbirlerinin yerini kapma mücadelesi içindedir. Çeşitli etken gelişmelerle bir kültür, bazen “hâkim kültür” durumuna geçer; diğer kültürü kemirmeye başlar. Kemirmeyi bitirince de o kültürü öldürür, yerine geçer.

            Bizim kültürümüz, karşı kültürlerle sessiz ama öldürücü bir savaşı çağlar boyunca yaşayıp geldi. Çeşitli tarihsel dönemlerde Fars kültürü, Arap kültürü, Batı kültürü, Türk kültüründe, bilerek/bilmeyerek bırakılan boşlukları doldurdu, “hakim kültür” oldu.

            Değerlerimize sahip çıkmazsak, başka değerler onun yerini alır.

            Yazıya girerken, kültürümüzdeki kalitelerden bir tutam örnek verdim... Şimdi lütfen söyleyin.. “Vakıf çubuklar”“sadaka taşları”“göz hakkı” kavramı nerede?

            Devletler, devletlerin topraklarını işgal etmek ister; dillerin de diller üstünde gözü vardır.

            “Konya ağzı”nı sürekli küçümsedik. Hiç farkında değildik; acemi müneccim gibi gökte yıldız ararken önümüzdeki kuyuyu görmüyorduk... “Konya ağzı”nda yer alan kelime ve kavramların yüksek bir kültürün ürünü olduğunun farkında değildik. Çıkın şu Konya caddelerine... Yazın yüzlerce tabelayı, hiç sizin dilinizin esamesi okunuyor mu, görün. İngilizce, Arapça kelimeler bizim ticari kimliğimiz olmuş... Bin yıldır silahla işgal edilemeyen topraklar “dil”le işgal edilmek istenmektedir… Bu durumda “hıyanet”imiz yok; ama “gaflet” ve “dalalet”imiz var.

“KONYA”, ÖZGÜN KÜLTÜRÜ İLE “KONYA”DIR

            Konya’nın bin yılda klasikleşmiş “Konya yaşam tarzı” vardır; bir “terbiyesi” vardır; edebi sanat ürünleri vardır; bir etnografyası vardır. Hangisini terk edersek, hangisini küçümsersek; mutlaka“cereme”sini çekeriz. Biz çekmezsek çocuklarımız, torunlarımız çeker… Sonra da otururuz, “-Ne oldu bize?” diye uğunuruz.. Ne olacak ki, ektiğimizi biçiyoruz…

            -Yemeklerimiz, yaşam tarzımız, terbiyemiz, türkülerimiz, masallarımız, inançlarımız, efsanelerimiz, Konya ağzı ve kelimeleri, halk hekimliğimiz, tarım ve hayvancılık folklorumuz.. Bizim maddi ve manevi dünyamızı oluşturan her şey… Söylemeye dilim varmıyor; yozlaşıyor, aşağılana aşağılana unutturuluyor, öldürülüyor...

            -Kasılmayı bırakalım;ve, kıvırmadan cevap verelim.. Çocuklarımız Konya masalları ile büyüdü mü, büyüyor mu? Hayır... Gerçek Konya yemeklerini yapabilen kaç hanım kaldı? Çok az... Kırk yaş aşağısı bay/bayanlar on “Konya atasözü” sayabilir mi? Mümkün değil...

            Eee.. Söyler misiniz, Allah aşkına, biz nereye gidiyoruz?

YANİ BİTTİK Mİ, ÖLDÜK MÜ? NE YAPMALI?

            Hayır, hem bitmedik hem ölmedik. Ama kültürümüzün şahane değerlerinden çoğu can çekişiyor. Bilerek, bilmeyerek korkunç bir “kültür işgali”ne katkıda bulunuyoruz.

            -“Konya ağzı” ile konuşmayı elimizin erdiği kadar, dilimizin döndüğü kadar ihya etmeliyiz; Küçükseyenlere yanlış yaptıklarını söylemeliyiz.

            -Belediyelerimiz, ticaret ve sanayi odalarımız, sivil toplum kuruluşlarımız “tadımlık” değil,“doyumluk” imkanlar ayırarak “halk kültürümüz”ü yaşatmak ve yaymak için kolları sıvamalı…

            Resmi kurumlarımız, kendilerine ayrılan kültür ve eğitim kaynaklarından “Halk kültürümüz” için büyük dilimler ayırmalı. “Göstermelik” etkinliklerin yerini doyurucu nitelikte etkinlikler almalı…

Bu konuda söyleyecek o kadar çok şey var ki; o kadar “hayıflanacak durum”dayız ki; konunun o kadar“aciliyet”i var ki; böyle, yüzlerce sütunu kapsar…

            Ben “bir düşünün hele” diye yazdım bunları… Dilimizde tüy bitmesine rağmen… 

 

 

ARZ

- BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI TAHİR AKYÜREK'E

- SELÇUKLU BELEDİYE BAŞKANI UĞUR İBRAHİM ALTAY'A

- KARATAY BELEDİYE BAŞKANI MEHMET HANÇERLİ'YE

- MERAM BELEDİYE BAŞKANI FATMA TORU'YA

- TİCARET ODASI BAŞKANI SELÇUK ÖZTÜRK'E

- SANAYİ ODASI BAŞKANI MEMİŞ KÜTÜKÇÜ'YE

VE BU ŞEHRE "BENİM ŞEHRİM" DİYEN HERKESE

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum