Ümit Savaş Taşkesen

Ümit Savaş Taşkesen

Kırmızı giysi beyaz sakal

İş bankasının önünde görmüştüm onu şehre ilk geldiğimde. Trafik lambalarının önünde elinde büyük bir Kur’anı Kerim, yeşil takkesi, beyaz sarığı, beyaz ama seyrek sakalları, esmer teni, gülen yüzüyle bir adam. Bir derviş. Ya köşedeydi ya da kitapçıda.Tebliğci mi acaba diye düşünmüştüm.  Kimdi bu adam? Geçmiş zamanın perdesini aralayan bir derviş mi? Hemen her gün oradaydı. Ne iş yapardı? Geçimini nasıl sağlardı? Evli miydi? Çocukları var mıydı? Rızk konusunda kuşlar gibi miydi? Dünyadan vazgeçişin simgesi olarak görülebilir miydi?

 

 “Hayır,” diyordu arkadaşım, “ajan veya polis olabilir o adam. Kim bu çağda, böyle vazgeçişler içinde, hemen her gün elinde Kur’an, yolda, kitapçıda yaşamın gizine sahipmiş gibi yaşantısını sürdürebilir? Polis değilse bile muhtemelen çarpık bir İslam anlayışına sahiptir mutlaka” diyordu. Gel zaman git zaman herkesin bildiği O şubat geçti. Adam ortadan kayboldu. Merak etmiştim ne oldu o adama diye. Neden görünmüyor siyah başörtülüler, sakallılar gibi o da? Sakallar kesildi ya da inceltildi. Herkes sakalını kestiği için sakaldan hiç hazzetmeyen ev arkadaşım sakal bırakıyordu. Herkes nereye gitmişti? Herkes bir yerlere gitti. Dünya nimetlerinden ve de helalinden biraz daha fazla pay almak adına Nurtopu gibi, zevkleri bayağılaşmış burjuvamız (?), sosyetemiz oldu. Onların var bizim neden olmasın cümlesiyle kuruldu bir çok şey. Onlar kimdi, biz kimdik, kim biliyordu?  Bayağılaşmış bir kültür zemininden ne beklenebilirdi ki?

 

Bir dönem sona ererken yeni bir dönem başlıyordu sanki yeni kelimesinin içinde barındırdığını düşündüğümüz olumlu anlamın hilafına. Okunan, basılan kitaplar değişti, düşünceler, inançlar. İnsanlığı kurtarma umutları nereye gitmişti? Derken o yeşil sarıklıyı gördüm bir esnaf lokantasında. Sarığı, sakalı ve Kur’anı yoktu. O kadar aciz, o kadar kendinden geçmiş, o kadar pejmürde, gözlerindeki yaşam ışığı kaybolmuş, sakalları kesilmiş ya da kestirilmiş bir halde tabağındaki yemeğini kaşıklıyordu sessizce. Bu, o adam mı diye özellikle baktım. Oydu. Korku vardı gözlerinde. Çekinme. Ürkeklik. Yılmışlık. Usulca ayrıldı lokantadan. Neyi kaybetmişti bu adam? Ya da biz neyi kaybetmiştik?

 

Düşündüm. Bunları düşündüm yine şehrin sokaklarında gezerken. Soğuktu hava. Kar yağıyordu hafiften. Kuru soğuk iliklerimi üşütüyordu. Paltomun yakalarını kaldırıp kulaklarımı korumaya çalışıyorken bana bunları düşündüren ŞEY’i gördüm: Kırmızı giysili, beyaz sakallı, geyiklerini kaybetmiş ya da park etmiş bir adam: Noel Baba! Bir şeyler dağıtıyordu. Hediye değil, küçük reklam kağıtları dağıtıyordu kırmızı giysili, uzun beyaz sakallı adam. Asgari ücretle geçinemediğinden geyiklerine ot almak için ek iş mi yapmaya başlamıştı bu adam? Bana da uzattı bir kağıt, sadece baktım. O an düşündüm. Konya sokaklarında yeşil sarıklı bir adam vardı bir zamanlar. Şimdi kırmızı giysisi, kırmızı beresi ve beyaz sakalıyla bir başka adam var.  Nereden nereye? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.