Kiracı arsız, ev perişan

Dünya, sınırsız kaynaklarıyla insanoğlunu on binlerce yıldır bağrında yaşatıyor, ev sahipliği yapıyor.

Ama şöyle bir bakıyorum da bizler bu ev  sahibine hiç de iyi birer misafir olamadık.

Özellikle de misafirliğimizin son birkaç yüzyılında adeta çöp eve çevirdik dünyayı.

Sorumsuzca kullandık, kırdık döktük.

Oysa ki bizden ne kira parası, ne depozito istendi.

Sadece “kardeş kardeş bu evde yaşayın, birbirinizi sevin, ortak insanlık değerlerini koruyun” dendi.

Biz ise yavuz hırsızdık adeta.

Ev sahibinin istediklerini yerine getirmediğimiz gibi, evde terör estirdik.

Kimi zaman kendi soyumuzdan olanları evin kölesi haline getirdik, onları renklerinden, ırklarından dolayı evin bodrumuna hapsettik.

 Kimi zaman da yalnızca güçlülerden oluşmalı bu ev mantığıyla faşizan tavırlar sergiledik, “astığımız astık kestiğimiz kestik” dedik ve ev ahalisini sindirdik.

Evimizi  çiçekler, güller, menekşelerle süslemek yerine ağır namlulu silahlarla, füzelerle adeta savaş müzesi haline getirdik.

Evimiz güzel koksun diye esans almak yerine çeşitli kimyasallar kullandık ve  toplu ölümlere zemin hazırladık.

Bahçemizdeki ağaçları kestik, kuyumuzu kuruttuk, ahşap olan evimizi betonarmeye çevirdik. Çelik kapılar taktırdık, kendimize ve komşularımıza güvenemez hale geldik.

Mutsuz ve korkularıyla yaşayan bir aile olduk…

Çocuklarımızı evin oyuncak odasına tıktık.

Onların eline çelik çomak değil, bilgisayarlar verdik ve hepsini şiddet eğilimli, paranoid şizofren kişilikler olarak yetiştirmeye başladık.

Kendi ellerimizle kendi geleceğimizi kararttık.

Anne ve babamıza dışarıya çıkma yerine balkondan çevreyi seyretme özgürlüğünü yeterli gördük.

Oysaki onlar bize daha temiz, daha huzurlu ve daha güler yüzlü bir dünya bırakmışlardı.

Sokak vardı, biz bu eve geldiğimizde.

Mahalle çocuklarının gece yarılarına kadar oynadığı kör ışıklı sokaklar…

Semt pazarı vardı, hormonsuz eğri domatesler alır ve koca koca sepetlere doldururduk.

Salatalık salatalık gibi kokar ve limon gerçekten limon ekşisiydi.

Her bahar akasya ağaçları çiçeklerini açar ve her güz dökerdi  yapraklarını biz okula giderken.

Gülden kırmızıyı, yapraktan yeşili anlardık.

Büyük soğuk marketler değil, küçük ama sıcak ve mahallenin elli yıllık bakkalları vardı.

Kredi kartları değil, bakkal defteri olurdu elimizde.

Yazdırırdık bakkal amcaya, biskiüt, bonbon şekeri, bilye.

Ve Abidin’in mutluluğun resmini çizdiği hatta kadirşinaslık, vefa adında şaheserler çıkardığı bir mahallede yaşardık.

Biliyorum artık kiracılık  sona ermek üzere.

Çünkü ne salatalıklar öyle güzel kokuyor, ne domatesler o kadar şekilsiz..

Her şey çok düzgün(!), çok mekanik, çok sıradan..

Dünyanın yuvarlak olduğuna da inanmıyorum artık.

Çünkü herkes çok asabi, çok nezaketsiz, çok merhametsiz..

Çünkü herkes çok köşeli..

Komşular tedirgin..

Güller siyah, yapraklar beyaz artık..

Biliyorum  sonuna geldik.

Kiracı arsız, ev perişan..

Önceki ve Sonraki Yazılar