Kıbrıs, Türklerin tarih sahnesinde tutunma iradesidir!

Kadim devletlerin ve milletlerin en önemli korkuları tarih içinde yaşadıkları travmaların bir gün tekrarlanacağı duygusudur. Uzun zamandır tarih sahnesinde yer alan, en kadim milletlerinden biri olan Biz Türkler de mesela  Balkan bozgununu aklımızdan hiç çıkaramadık. Balkanların elimizden çıkışını, balkanlardaki varlığımızın yok oluşunu hala dün gibi yaşarız.  En kadim milletlerden biri olan Biz Türkler mesela Ortadoğu’dan, Filisitin’den, Kutsal topraklardan çekilişimizi hala unutamayız.

Bugün Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların çoğu bu kayıpları  çok da bilmez, hatta toprak kaybıyla ilgili duyarsız görünür;  ancak bilincinin bir yerinde bu toprak kaybının acısı tarihsel bir tortu olarak varlığını sürdürür.

Osmanlı İmparatorluğundaki yenileşme hareketlerinin en önemli sebebi de aslında budur. Toplum “hadi dönüşelim, bugün bir kültür değişimi yaşayalım” diye değişmemiştir.  1770 III. Selim’den başlayıp,  Osmanlı İmparatorluğu’nu hatta, Türkiye Cumhuriyetini de içine alan modernleşme hareketlerinin gerisinde hep şu duygu yatar: Yeniden eski günlere dönmek, yeniden o büyük coğrafyalarda at koşturmak, yeniden dünyaya nizam vermek…

Evet reform hareketlerinin gerisinde 1699’ da Karlofça yenilgisi sonrasında  içimizi kemiren o soru yatar: Bu Batılılara (küffara)  biz niye yenildik?
Bu sorunun cevabını da aslında reform hareketlerinin ilk başladığı yerler bize verir.

Niye yenildik çünkü askeri, teknik olarak Batılılar bizden üstündü.

Ne yapmalıydık öyleyse, hadiste de buyurduğu gibi Onların silahlarıyla silahlanmalı, tekrar küffar karşısında eski gücümüze kavuşmalıydık.

Türkiye’de reform hareketlerinin bu yüzden tabandan gelen bir hareket olmaması, öncülerinin  askeri ve sivil bürokrasi olması çok doğaldır. Bu reform hareketleri neden daha önce gerçekleşmedi sorusunun cevabı da burada yatar, çünkü zaten Batı karşısında üstün bir Osmanlı vardı, dünyanın merkeziydik, Osmanlı Padişahı Halife-i Ruy-i zemin’di.

Reform hareketlerinin gerisinde yatan şey işte bu güdüdür: O muzaffer orduyu yeniden yaratmak!

Bu saiklerle reform hareketlerini başlatan aynı askeri ve sivil bürokrasi, I. Dünya savaşına da aynı duygu ve düşünceyle girmişleredir.

 I. Dünya Savaşı  bu tarihsel perspektiften  bakıldığında bir zorunluluktur.  Koskoca imparatorluk elimizden gitmek üzeridir, Trablusgarp’dan,  Balkanlardan, yeni çıkmış yorgun bir ordu vardır. Bitap bir şekildedir.  Bu ordunun kurmayları biliyorlar ki, yeni bir savaşa girmek zor iş…

Ancak o kurmaylar başka bir şey daha biliyorlar, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya gibi devletler Ortadoğu’dan Hindistan’a kadar pek çok yerde sömürge faaliyetlerini hızlandırmışlar ve tek engel olarak Osmanlı kalmıştır. Bu yüzden de biz ne yaparsak yapalım, 1 Dünya Savaşı Osmanlı üzerinden kurgulanan bir savaş olacaktır. Bunu bilen  Osmanlı yönetici aklı, bu savaşın kaçınılmazlığını görmüş, eldeki son toprakları kaybetmemek üzere, gerçekleşmesi çok zor ama kaçınılmaz olan bir mücadelenin içinde yer almıştır.

Burada şunu özellikle belirtmek gerekir ki, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşına girişini İttihatçıların  Alman hayranlığı gibi içi boş bir argümanla  savunmak en azından tarih bilimine ihanettir.

İttihatçılar savaşın kaçınılmazlığını gördükleri için ilk önce İngiltere’yle görüşmelerde bulunurlar ancak başarısız olunur ve her türlü yolu denedikten sonra kaçınılmaz olarak Almanya ile birlikte bir itttifak yapılır.

I. Dünya Savaşında  pek çok cephedeki başarılara rağmen, savaşın sonunda İmparatorluklar çağınınım bittiğinin ilan edildiğini görürüz. Osmanlı da tarih sahnesinden çekilir. Ancak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet için de değişen bir şey yoktur, çünkü Cumhuriyeti kuranlar da Osmanlı’nın kurmayları, paşalarıdır. Onlar Büyük bir imparatorlukta doğmuş, bütün çabalarına rağmen ancak Anadolu’yu kurtarabilmiş bir nesildir. Yine bu toprak kaybı travması onların da bütün benliklerine işlemiştir. Bu nedenle ilk önceleri “Yurtta sulh cihanda sulh” stratejisini izlemişlerdir. Kafalarında ise  hep şu olmuştur: Şimdilik eldeki son Anadolu topraklarını korumak, dengeleri gözetmek ve tarihi fırsatlar doğduğunda yeniden sahne almak.

Bugün kuruluşunun 32. yılını kutladığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti bu açıdan çok önemli bir yere sahiptir.

Karlofça’dan bu yana kazandığımız ilk topraktır, Kıbrıs.

Osmanlı’nın gerilemesinden günümüze kadar yaşanan toprak kaybı travmasının tek istisnasıdır Kıbrıs.

Türkler Kıbrıs’la birlikte üçyüzyıl sonra yeniden kazanmanın mutluluğunu yaşamıştır.

Bu nedenle Kıbrıs, Türklerin tarih sahnesinde tutunma iradesidir!

Bu iradenin nevşü nema bulması için, bu duygunun diri tutulması için Kıbrıs Türklüğüne kendi bağımsızlığımız gibi sahip çıkmalıyız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar