İzmir’e Türk bayrağını Konyalı Ali Atar çekti

İzmir’e Türk bayrağını Konyalı Ali Atar çekti

Araştırmacı Gazeteci Yazar İhsan Kayseri, İzmir’in 9 Eylül 1922 sabahı düşman işgalinden kurtuluşunda İzmir hükümet konağı önüne ilk Türk bayrağını Konyalı Süvari Onbaşı Ali Atar’ın çektiğini söyledi

Türk askerinin 30 Ağustos zaferinden sonra Yunan askerlerinin İzmir tarafına kaçtığını ifade eden İhsan Kayseri “Yunan askerini kovalayan 2. Süvari Alayı’nda 4. Bölük Onbaşısı olan Ali Atar 9 Eylül sabahı şafak vaktinde İzmir Hükümet Konağı’na Türk bayrağını çekme şerefine erişmiştir” dedi. Kayseri, 2. Bölük Komutanı Yüzbaşı Şerafettin’i Mustafa Kemal’in kutlayarak “Benim aslan Şerefim, bugüne kadar verdiğim bütün görevleri en iyi şekilde eksiksiz yaptın ve başardın. Seninle gurur duyuyorum” dediğini aktardı.

Kayseri, Süvari Onbaşı Ali Atar’ın 1898 tarihinde dünyaya geldiğini 1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale savaşlarına katıldığını, savaştan sonra ordunun dağılması üzerine Konya’ya döndüğünü, Milli Mücadele başladıktan sonra da tekrar askere alınan Süvari onbaşı Ali Atar’ın bir ara Yunanlılara esir düştüğünü, bir fırsatını bulduktan sonra da kurtularak bölüğüne kavuştuğunu anlatarak “Ali Atar Dumlupınar, Eskişehir, Uşak cephelerinde süvari olarak düşmanla boğuşmuş, özellikle de çok sevdiği yüzbaşısı Şerafettin beyle birlikte bir gönüllü süvari kıtası ile İzmir’in hükümet konağına Türk bayrağını çeken ve İzmir’e ilk girenlerdendir” dedi.

İzmir’den sonra düşmanla Bursa, Dikili, Kırkağaç cephelerinde de çarpışan süvari onbaşısı Gazi Ali Atar’ın savaş sonrasında 1923 de terhis edilerek Konya’ya döndüğünü anlatan Kayseri, Atar’a 1969 yılında İstiklal Madalyası verildiğini, maaşa bağlandığını, 1971 yılında geçirdiği trafik kazasında 73 yaşında ebediyete intikal ettiğini kaydetti. Kayseri “Büyük kahramanı İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümünde rahmetle ve minnetle anıyoruz” dedi.

Süvari Onbaşı Ali Atar, hatıralarında İzmir’e girişlerini şöyle anlatıyor :

“Nif’teyiz. Bölüğümüze istirahat verildi. Süvari alayımızın diğer bölükleri de oradalar. Manisa, Alaşehir, Salihli ve diğer cephelerde düşmanı takip ettikten sonra nihayet ilk defa bize ve atlarımıza mola verildi.

Yüzbaşımın atına ve kendi atıma yem verdim. Sonra da onların yanına yan gelip dinleniyordum. Uyuklamaya başladığım bir anda bölüğün postası koşarak yanıma geldi: “Kalk Ali Onbaşı! Yüzbaşım acele seni istiyor” dedi. Hemen kalktım, gelen postaya sordum: “Yüzbaşım şimdi nerede?” Biraz ilerideki incir ağaçlarının bulunduğu yeri gösdererek: “İşte orada!” dedi.

Büyük bir heyecan ve merakla koşarak yüzbaşının bulunduğu yere vardım. Bir de ne göreyim? Süvari alay ve bölüklerinin tüm subay ve komutanları orada toplanmışlar, halka olmuşlar, halkanın ortasında oturanları dinliyorlardı. Dikkatle onlara baktım, Gözlerime inanamadım. Mustafa Kemal Paşa İsmet İnönü, Fevzi Paşa orada değiller mi? Ben onlara dalgın ve şaşkın bir şekilde bakarken birden yanıma dikilen yüzbaşı Şerafettin Beyin sesi kulağımda çınladı:

“Ali Onbaşı geldin mi?” dedi.

“Evet Yüzbaşım, beni emretmişsiniz” dedim.

“İzmir’e bayrak dikmeye gideceğiz” dedi.

“Delirdiniz mi siz yüzbaşım. Daha İzmir düşman işgali altında” diyebildim. Yüzbaşım kararlı ve sert bir tavırla:

“Hayır, aklım başımda!” dedi ve ilave etti:

“Hemen bölükten 30 kadar er seç. Tabii gönüllülerden olacak. Seçtikten sonra atların ayaklarına keçe bağlanacak. Durma, çabuk ol!” dedi. İtiraz edecek oldum, ettim de:

“Yüzbaşım bu kadar subay içinde sizden başka yok mu? Burada bir sürü subay var. Neden onlar gitmiyor da böyle zor ve tehlikeli işlere hep siz gidiyorsunuz?” dedim. Bu sözlerime kızdı, ama ses çıkarmadı. Dalgın ve düşünceliydi. Neden sonra dalgınlığından sıyrılarak “Anamız bizi bu günler için doğurdu. Haydi gidiyoruz. Gerekli hazırlığı yapalım”  dedi. Birlikte bizim bölüğün bulunduğu tarafa doğru yürüdük. Bölüğü toplamamı söyledi. Bir düdük çaldım, bölük toplandı. Bölüğün içinden cesur, yürekli askerlerden 30 kişi seçti. Yüzbaşım seçtiği askerleri başına toplayarak:

“Arkadaşlar! İzmir’e bayrak dikmeye gideceğiz. Bu görevi bana Başkomutanımız Mustafa Kemal paşa verdi. Bu işi yaparken ben ölebilirim, siz ölebilirsiniz. Afyon’dan beri düşmanın peşindeyiz. Durmadan kaçıyor; artık iyice sıkıştı. Korkmayın çok yakında zafer bizim olacak! Vatan için kanımız, canımız helal olsun. Verilen bu kutsal görevi mutlaka yerine getireceğiz” dedi.

Yüzbaşım çok duyguluydu, biz de heyecanlanmıştık. Ölüm korkusu denen şey üzerimizden uçup gitti.

Gerekli hazırlıklara başladık. Atlarımızın karnını doyurduk, bakımlarını yaptık. Nihayet akşam oldu. Bize Yunan askerlerinin giydiği elbiselerden verdiler. Elbiseleri giydik. Atlarımızın ayaklarını da keçeledik. Yüzbaşımızın emri üzerine, kararlaştırılan saatte gecenin karanlığında İzmir’e doğru hareket ettik.

Sabuncu Beli’nden geçti. Mersinli Yolu ile İzmir’e akarken, Tuzluoğlu Fabrikası’nın yanından geçerken şiddetli bir yaylım ateşine uğradık. Buradan şimşek gibi geçerek Kordonboyu’na çıktık. Kordonboyu’ndan ilerlerken bir İngiliz müfrezesi tarafından selamlandık.

Hükümet Konağı’na doğru ilerlerken önünden geçmekte olduğumuz bir evin balkonundan Rum karısı üzerimize el bombası attı. Atılan el bombası Yüzbaşımız Şerafettin Beyin atının tam boynunun üzerine düştü. Düşmesiyle atı, ön ayakları üzerine dikildi kaldı. Şerafettin Bey’de atının önüne düştü. Yüzbaşının atı derhal öldü. Bereket versin Yüzbaşıya bir şey olmamıştı. Hemen ben yedeğimde getirdiğim atı Serafettin Bey’e verdim. Ata bindi ve hep birlikte oradan uzaklaştık.

Hükümet Konağı’nın önüne vardığımızda Yunan bayrağı dalgalanıyordu. Oraya varır varmaz Şerafettin Bey bana:

“Haydi Ali Onbaşı atla!” diye emir verdi. Atımı yanımdaki arkadaşıma verdim. Yıldırım hızı ile belimde dolalı bayrağı çıkarıp koştum. Bayrak direğinin bulunduğu yere tırmandım. Gavurun bayrağını indirdim. Kendi bayrağımızı direğe çektim. Bayrağı direğe çekerken ellerim birbirine dolaşıyordu. Çok heyecanlıydım.

Bayrağı çektikten sonra olanca hızımla aşağı indim. Atıma atladım. Tıpkı gelirken olduğu gibi süratle oradan ayrıldık. Şafak zamanıydı. Ortalık karanlık, göz gözü görmüyordu. Geldiğimiz yollardan geçiyorduk.

Tam İzmir’in dışına çıkıyorduk ki, elinde su kovası bulunan bir kadın gördüm. Kadının yanına varır varmaz attan atladım. Çok susamıştım. Ağzımın içi kurumuş, dudaklarım birbirine yapışmıştı. Kadının elindeki su kovasına yapıştım. O asılır, ben asılırım. Nihayet kovayı aldım. Hem içiyor, hem de mataramı dolduruyordum. İşim bitince yanımda bekleyen atımın üzerine yıldırım hızıyla fırladım. Cadde ve sokaklarda kimsecikler yok. Bizimkilerin gittiği tarafa atımı hızla sürdüm. Nereye gidileceğini bir türlü bilemiyordum.

Ben su içmek için yolda eğlenince onlar; İzmir’in dışına varmışlar. Şerafettin Bey beni aralarında göremeyince:

“Ali Onbaşı nereye gitti?” diye sormuş. Arkadaşlar da:

“Arkamızdan geliyordu” demişler. Bunun üzerine Şerafettin Bey, derhal bir arkadaşı geri çevirerek beni aramasını söylemiş. Tesadüf bu ya… Yolda gelirken arkadaşla karşılaştık. Arkadaş beni görünce:

“Yahu nerede kaldın? Merak ettik. Yüzbaşı seni aramam için beni görevlendirdi” dedi. Durumu anlattım.

Biraz sonra Yüzbaşı ve arkadaşların bulunduğu yere vardık. Atlarını bir kerpiç çukurunun içine çekmişler, bekliyorlardı.

Oraya varınca ortalık biraz ışıdı. Artık göz gözü görmeye başladı. Bu arada Yüzbaşımın atının sağrılarının kana batmış olduğu dikkatimi çekti. Bombanın atıldığı sırada Yüzbaşının elleri de yaralanmış.

Yüzbaşı Şerafettin Bey benim kendilerinden ayrılmama ve arkada kalmama kızmıştı, fakat sesini çıkarmadı. Beni görünce:

“Gazlı bez, pamuk var mı? Hemen şu ellerimdeki yaraları sar” dedi. Gerçekten elleri kan içindeydi. O ana kadar ellerinin yara aldığını bildirmemişti. Kapıtımın cebinde gazlı bez ve pamuk taşırdım. Derhal çıkardım. Ellerini sardım. Yüzbaşı Şerafettin Bey oldukça serinkanlıydı. Aldırış etmez görünüyordu. Yaralarını sardıktan sonra bizleri tekrar çevresine topladı:

“Kaputları şöyle çekin bakalım” dedi. Söylediklerini yaptık. Bu arada bir ışık yakıldı. Yüzbaşı cebinden kağıt kalem çıkardı. Kısa bir mektup yazdı, mühürledi. Sonra tabancasını çıkardı ve tabancasına iki tane işaret mermisi soktu. Bir el Bornova, bir el de Menemen tarafına doğru attı. Biraz sonra bulunduğumuz yere bir Süvari çıkıp geldi. Yazdığı mektubu gelen süvariye verdi. Süvari mektubu alır almaz oradan uzaklaştı.

Artık şafak sökmüş , ortalık iyice aydınlanmıştı. İzmir’i bütünüyle görebiliyorduk. Biz hükümet meydanına bayrak asarken, aynı anda bir süvari kıtası da Kadifekale’ye bayrak asmış. Kadifekale’ye bayrağı çekenin 4. alay Kumandanı Reşat Bey olduğunu daha sonra Yüzbaşı Şerafettin Bey’den öğrendik.

O sabah İzmir’e Türk Bayraklarının asıldığını gören Yunanlı büyük bir paniğe kapılmış, neye uğradığını bilememiş. Artık İzmir’den sökün etmiş kaçıyordu. İzmir bayrakların asıldığı o günün sabahı tarihi bir gün yaşıyordu. Bu durumu biz bulunduğumuz yerden hissediyorduk. İzmir’de Türk halkının sevinci sonsuz derecede idi.

Mustafa Kemal ve yanındaki paşalar İzmir’e bayrakların asılışını Belkahve’den izliyordu. İşte yine Yüzbaşı Şerafettin Bey başımızda olduğu halde Belkahve’de Mustafa Kemal ve diğer paşaların karşısındayız. Mustafa Kemal Paşa bizi görünce oturduğu yerden gülerek ayağa kalktı. Yüzbaşımız Şerafettin Bey’i kucaklayarak öptü; sonra da tek tek bizlerin elini sıktı, daha sonra:

“Arkadaşlar büyük bir iş başardınız. Türk milleti bu büyük hizmeti ve fedakarlığı hiçbir zaman unutmayacaktır” dedi.

Yüzbaşımız Şerafettin Bey’e dönerek şunyları söyledi:

“Benim aslan Şerefim. Bugüne kadar verdiğim bütün görevleri en iyi şekilde eksiksiz yaptın ve başardın. Seninle gurur duyuyorum”

Bu sözlerden sonra oradaki öbür paşalar da Şerafettin Bey’i ve bizi tebrik ettiler.”