İyilik yapmanın maliyeti yok…

Hafta sonu Akşehir’deydim.

Çocukluğumun geçtiği şehri yeniden adım adım gezdim.

Geçmişin izlerini aradım…

Kendi izimi sürdüm kaldırımlarda…

İnsan yaşadığı yere benzer sözünün hiç de öyle laf olsun diye söylenen bir söz olmadığına yeniden şahitlik ettim doğduğum ve büyüdüğüm şehirde…

Dünya hayatının o kadar da ciddiye alınmaması gerektiğini, insanoğlunun hoş bir sada bırakmaktan öte bir gayesinin olmadığını ben bu şehirde yaşarken taa küçükken kavrayan şanslı insanlardandım…

Mevlana’nın

“Sebatı yok bu alemin ona kim itimat eder,

Terah gelir, ferah gider ferah gelir terah gider” sözünün ne anlama geldiğini,

Nasrettin Hoca’mın “hanım ölünce küçük, ben ölünce büyük kıyamet kopacak” derken aslında neye işaret ettiğini ben bu şehirde yaşarken anladım …

Bizler öldüğümüzde kendi  kıyametlerimiz de kopacak.

Oysa ki, ölmeden önce yapmamız gereken hoş bir sada bırakmaktır dünyaya…

Öldükten sonraki hayatın nasıl olduğunu tecrübe edinenimiz, öbür aleme gidip gelenimiz yok.

Öyleyse kendi kıyametimiz, yani ölümümüz gerçekleşmeden bu dünyada “iyilikle anılan” insanlar olmak için çaba sarfetmekle ne kaybedeceğiz?

Bizim elimizdeki tek zenginliğimiz “iyilik” değil mi?  

İyilik yapmak için, ne paraya, ne makama, ne de güce ihtiyaç var.

İyilik yapmanın maliyeti sıfırdır…

Yeter ki bizler buna inanalım…

Evet dünyanın en maliyetsiz işidir iyilik yapmaktır.

Bunu açık bir şekilde iddia ediyorum.

Kaş çatmanın yerine   bir çocuğa gülümsemenin  maliyeti nedir Allah aşkına?

Bir yaşlıyı karşıdan karşıya geçirmenin, bir yetimin başını okşamanın maliyeti nedir Allah aşkına?

Bir büyüğün elini öpmenin, hastayı ziyaret etmenin maliyeti nedir Allah aşkına?

Bir yaraya merhem olmanın ne sakıncası var? 

Bizi bütün bunlardan alıkoyan nedir?

Zengin olmamamız mı, yoksa koskoca egolarımız mı? 

Ne kaybederiz bütün bunları yapsak?

Muhabbet ehli olsak, insanlar bizi gördüklerinde yüzleri sirke satacağına, aydınlansan ışısa…

Mesela  Akşehir Gölüne yeniden yoğurt çalsak, dedemiz Nasrettin Hoca’nın yarım bıraktığı işi tamamlasak….

Muhabbet  ve sevgi mayasını çalsak, nefret ve husumetin zehrini alsak bu tutan yoğurtla…

Tıpkı Akşehir’de yaşadığımız o çocukluk dönemlerimizdeki gibi komşuların kapıları sonuna kadar açık olsa…

Kapılar açılırken gönüllerimiz de sonsuz muhabbet yekle açsa…

Evlerin hayatlarında gerçekten “hayatlar” yaşansa…

Eşiklerinde çocuk sesleri yeniden cıvıldaşsa…

Bunları yapmak için ne güce, ne paraya, ne makama ihtiyacımız var farkındasınız değil mi?

Sadece “iyilik” üzerine hareket etmemiz, “muhabbet” ehli olmamız yeterli…

Muhabbet fedaileri olmasak da, muhabbete ve aşka göz kırpmamız, hayatı muhabbet gözüyle görmemiz yeterli… 

Önceki ve Sonraki Yazılar