Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

İslam akılcılığı üzerine

İslam’a göre akıl, bir meleke, içgüdü ve kalpte bir nur olarak tanımlanır. İslam akılcılığı doğrudan Kur’an’dan doğmuştur. Kur’an’da fiil halinde akıl sözcüğü 49 âyette işlevsel olarak kullanılmıştır. Ayrıca üçyüz küsur âyette de akılla eş anlamlı lafızlar olarak geçmektedir.


İslam’da akıl-nakil ilişkisi çok kuvvetlidir. Sarih akılla sahih nas arasında bir çelişki ve çatışma olmaz. Eğer çatışma varsa, akıl ve nassın doğasından değil, yöntemlerin farklı oluşundan kaynaklanmıştır. Duruma göre bazen akıl asıl, nakil fer’, bazen de nakil asıl, akıl fer’ konumundadır. Bu her iki elçi arasında yarıştırmacılık doğru değildir.


İslam, akıl sağlığını tehdit eden; içki, her türlü uyuşturucu ve kumarı haram kılmıştır.

Dini olmayan bir akılcılıktan da söz etmek mümkündür. Bunun en açık örneği, Grek ve Yunan akılcılığıdır. Bu akıl nakle dayalı olmayan, metafizikten kopuk, salt fiziki alanla sınırlı, matematiksel bir akıl anlayışıdır. Buna Aydınlanmacı akıl da demek mümkündür. Lahutiliği kabul etmeyen bu akılcılık, kendisini mutlaklaştırmıştır. Böyle bir akıl anlayışına gitmede, “gözünü yum, sadece tabi ol, düşünme” diyen Kilise’nin akıl anlayışının büyük payı vardır.  “Sana aklı kullanmak değil, inanmak düşer” diyen Kilise’nin bu akıl anlayışı hidayeti de kendi kurumsal bünyesiyle sınırlandırmıştır. Kilise’nin dışında hidayet yoktur, görüşü, tekfirciliğin de temelini oluşturmuştur. Batı Hıristiyan toplumlarında “salt inan, akılla Tanrı’ya ulaşılmaz” denilen bakış açısı, dine dayalı olmayan seküler akıl anlayışlarını derinden etkilemiştir. 


İslam akılcılığı, hem Kilise ve hem de seküler akıl anlayışlarından inancı rasyonel temellere oturtmakla ayrılmıştır. Hiç unutmuyorum. Bir konferansta Protestan bir İlahiyatçı papaza, Hz. İsa’nın Tanrı’sallığını ve teslisi nasıl izah edeceksin dediğimde,  bu bir inanç işidir, akıl işi değildir, tartışılmaz, inanılır geçilir demişti.


Özellikle şarkiyatçılar, İslam medeniyetinin geri kalışını nascılığı doğmalaştırmaya ve aklı devre dışı bırakmaya bağlarlar. Hâlbuki ileri gitmek ya da geri kalmak gibi ifadeler izafidir. Medeniyet, salt akılcılıktan ibaret değildir ama akılcılık önemli bir etkendir. Elbette medeniyet; dil, din, edebiyat, şiir, sanat, kalkınma, içtihat, pozitif ilimler ve akılcılık gibi çok yönlü unsurların bir bileşkesinden ibarettir. İslam medeniyetinin Batı medeniyeti karşısında duraklama sebepleri olarak; tarihsel süreçte İslami sahaya fetihler yoluyla farklı halkların katılımı, farklı din, kültür, medeniyet, örf ve adetlerin eklenmesi, taklitçiliğin kurumlaştırılması, katı fanatizm, İslami akılcılıktan uzaklaşma, İslam toplumlarının dış güçler tarafından parçalanması, kısaca, kuvvetin akıl gücünden, bilek gücüne geçmesi sayılabilir.


Birçok Müslüman mahfilde ve Batılı müsteşrikler arasında,  İslam alıcılığının zayıflamasında güçlü etken olarak İmam-ı Gazali’nin büyük etkisinin olduğu söylenir. Bu iddia, bir hurafeden ibarettir. Kaldı ki, akli içtihat alanında bir tıkanma yaşanırken, Batı’da Endülüs’te düşünce alanında çiçeklenmeler yaşanıyordu. Gazali, hiçbir zaman akıl karşıtlığı yapmamıştır. Bu iddianın sahipleri, ya Gazali’nin bütün eserlerini okumamıştır ya da bazı müsteşriklerin Gazali aleyhine yazdıkları tercüme kitaplardan hareket etmişlerdir. Gazali, herkesin bildiği ve popüler bir dini bilgi ansiklopedisi olan İhya adlı eserinde bile “Makamü’l-Akıl” diye bir bölüm ayırmıştır. İslam akılcılığının öncüsü sayılan Mu’tezile Kelam ekolü de Gazali de şer’î delillerin; kitap, sünnet, icma ve kıyastan ibaret olduğunda birleşirler. İşte bu, İslam akılcılığıdır. Gazali gerek İhya,  gerek el-İktisat ve gerekse Meâricü’l-Kuds adlı eserinde aklı göze, vahyi de güneşe/ışığa benzetir. Vahiy olmaksızın salt akla/göze sahip olan karanlıkta yürüyen kimseye, akıl/göz olmaksızın salt vahyi önceleyen kimse de gözünü yuman kimseye benzer. Akılla birlikte nakil, nur üstüne nurdur, diyen Gazali, ayrıca akılla, Allah’ı, sıfatlarını, risaletin doğruluğunu ve vahyin huccet oluşunu bilebiliriz, diye de ekler.


Netice olarak, İslam akılcılığını öldürmemek gerekir. Nasıl ki aklımızı,  strateji geliştirmede, ziraatçılık, sanayi, hukuk, mühendislik, ticaret, eğitim-öğretim faaliyetleri gibi çok yönlü dünyaya ilişkin alanlarda kullanmaktan çekinmiyorsak, dini metinleri yorumlamada da aklımızı devre dışı bırakmamalıyız. Çünkü Kur’an; hem lafız ve hem de mana planında  akıllara seslenen bir mucizedir.  O, aklı aydınlatmak ve düşünmeye sevk ettirmek için gelmiştir. Aklı kullanmadan, Kur’an’ı ve sünneti nasıl anlayacağız? Dünyevi konularda aklı kullanmayı sorgulamayan insanların dini metinlerde aklı kullanmaya karşı çıkmaları bir çelişkidir. O halde akıl karşıtlığı yerine, aklımızı başımıza alıp, eleştirel ve sorgulayıcı bir akıl anlayışı geliştirirsek, hem dini algımız ve dini hayatımız aydınlanacak ve hem de medeniyet alanında yeniden ihyalar gerçekleştireceğiz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.