İşgalci İsrail’e Sınır Olmak

Bazı yerler vardır, görür görmez size “evet burası bizden bir yer” dedirtir.  İnsanıyla, coğrafyasıyla, iklimiyle tamda sizin geldiğiniz yere benzer. Size hiçbir yabancılık yaşatmaz. AYDER/İHH ekibi olarak Lübnan’a ayak basar basmaz ekipteki tüm arkadaşlar aynı şeyi söylemişti. Burası tamda Karadeniz’e benziyor.

 

Sahil boyunca uzanan bir ülke ve ülkeyi sahilin karşı tarafından kuşatan sıra dağlar. Dağlar ve deniz arasına serpiştirilmiş birbirinden güzel şehirler. Eğer işaret ve levhalardaki Arapça yazıları kaldırırsanız burası tıpatıp Karadeniz diyen ekip arkadaşıma Lübnan içindeki gezimiz boyunca hak verdik.

AYDER/İHH 2007 Kurban programında Türkiye dâhil 112 ülkede kurban kesti. Zannımca Lübnan, Türkiye hariç bu 111 ülke içerisinde Türkiye’ye en fazla benzeyenidir. Fakat bu benzeşme, maalesef sadece fiziki. İstikrar açısından bakıldığında bu 111 ülke içerisinde yapısı en karmaşık olan ülkelerden. Irakta bile kargaşa ve karmaşanın adını koyabiliyorken, Afganistan’da dahi sorunu az çok hissedebiliyorken, Lübnan’da hangi sonucun ne zaman gerçekleşeceğini kestirebilmek oldukça zor. Bu zorluğu besleyen iç ve dış sebepler az çok bilinen şeyler. Fakat bir şey çok keskin olarak karşımızda duruyor ki, Lübnan’da kaçınılmaz ve sürekli ötelenen bir hesaplaşma var. Dua ve temennimiz, olmamasını istediğimiz bu hesaplaşmanın hiç değilse egemen olmasını istediğimiz tarafın güçlendiği güne ertelenmesi.

 

Sahil ve dağlar arasındaki bu güzel ülkede, 600 yüz bin Filistinli mülteci yaşıyor. Kuzeyden güneye onlarca kamplara yerleştirilmiş bu mülteciler deyim yerindeyse yaşam ve onur mücadelesi veriyorlar. Yoksulluğun üzerlerinde bu kadar kibar durduğu başka bir toplum, şahsen ben hatırlamıyorum. Orada tanıma fırsatı bulduğum Filistinlilerin nerdeyse tümü ayrı bir kişilik ve şahsiyet sahibi idiler. Mülteci kamplarında yaşıyor olmalarına rağmen neredeyse tamamı eğitimli ve örgütlü. Lübnan hükümetinin siyasi gerekçelerle sosyal hayata katılmalarına engel olması ve onları sağlık ve sosyal güvencelerden mahrum bırakması, Filistinli mültecileri Lübnan gibi zengin bir coğrafyada ucuz iş gücü haline getirmiş. Kişi başı milli hâsılanın neredeyse 5/6 bin dolarlara ulaştığı Lübnan’da Filistinli mülteciler hiçbir sosyal hak sahibi olmaksızın günlük 3/5 dolara çalışan işçiler haline gelmiş. Bu kazanç zenginliğin ve hoyratlığın kol gezdiği Lübnan’da tabiî ki bir anlam ifade etmiyor. Lübnan ilginç dengelerin mutabakatında hayat süren bir ülke olduğu için oradaki İslami guruplarda dâhil olmak üzere hiç kimse bu konuda bir çözüm üretemiyor. Çünkü Lübnan, yönetimde din ve hatta mezhep esaslı paylaşımların etkin olduğu bir ülke. Bu sebeple de topluma dâhil edilecek, eklenti kesimlerin (Filistinli mülteciler gibi) hangi din ve mezhepten olduğu çok önemli. Oysa mesele sadece siyasi partiler ve oy meselesi olsaydı, mültecilerin oylarının da tüm kesimlere açık olduğu varsayılarak sisteme dâhil edilebilir hatta bu konuda tüm partiler yarış içinde olabilirlerdi. Dünyanın farklı coğrafyalarında bununla ilgili örnekler mevcut. Fakat Lübnan’da hangi din ve mezhepten olduğun, hangi tarafta durduğunu işaret ettiği için bu mümkün gözükmüyor.

 

İsrail gibi işgalci bir milletin komşusu olmak Lübnan için başlı başına bir dert. Zira Lübnan, işgalci İsrail’in doğal genişleme sahasında. Ülke içindeki bu farklı dini ve mezhebi yapı, 2000 yılındaki Hizbullah tokadına kadar İsrail’in ağzını sulandırmış.  2000 yılında Lübnan’da işgal ettiği yerleri terk ederek gitmek zorunda kalması ve süreç içerisinde bu hazımsızlığın getirdiği saldırganlık,  İşgalci İsrail’i ve Hizbullah’ı 12 Temmuz 2006 da yeniden karşı karşıya getirmiş. 2006 yılındaki işgal teşebbüsü de 2000 dekine benzer bir mağlubiyet yaşatılarak püskürtülmüş. Şimdi Lübnan’da bu karmaşık ve toz duman içerisindeki kargaşa ortamında her geçen gün muhkemliğini daha bir sağlam hale getiren Hizbullah şemsiyesi altındaki mukavemet var. Yukarıda da bahsettiğim gibi korkulan şey, bu yükselen ve her geçen gün Şii’siyle, Sünni’siyle halkın teveccühünü kazanan mukavemete karşı Beyrut merkezli bir sıkıntının yaşatılması. Bu, beklide son toplamda Lübnan’ın iç istikrarına katkı sağlayacak, kaçınılması mümkün olmayan bir ihtimal olarak dursa da, hiç kimsenin arzu etmediği bir gelişmedir.

 

Benim ve ekipteki diğer arkadaşlarım için, bu hassas dengelerdeki Lübnan’a gitmek, oradaki Filistinli mülteciler ve onların temsilcisi vakıf, dernek ve cemiyetlerle tanışmak, İşgalci İsrail’e karşı direnen güneyli köylülerle tokalaşmak bir şerefti. Hiçbir mezhebi meşrebi ayrıma tabii tutmaksızın Lübnan’daki mahzun yetimler ve mahrum insanlara AYDER / İHH ve Türkiyeli Müslümanlar adına yardımları ulaştırmak bir onurdu. Dünyadaki Müslümanların, İşgalci İsrail’e karşı sınır ve serhat bölgesi olan Lübnan, Filistinli mültecileri ve yerli mücahitleriyle tüm övgüleri hak ediyor. Hem günlük 3/5 dolarlık gelirle on nüfuslu ailelerin geçim derdini sırtlamak, hem de bu gelirle, Gazze’de ve Batı Şeria’daki kardeşlerini düşünmek, kendi açlıklarına rağmen onlara gıda ve yardım götürmenin yollarını aramak, kazançlarını paylaşmak herhalde ancak Filistinli olmakla mümkün. Öyleyse hepimiz biraz Filistinli olmak zorunda değil miyiz?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.