Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

İflah olmaz hastalığımız: uydurma kelimeler-3

UYDURMACILIKLA İLGİLİ BİR HATIRA

2005 yılı Ekim ortaları…

Üniversitemiz Türkçe Topluluğunun davetlisi olarak kampüse gelen Dil Derneği Genel Başkanı Sevgi Özel Hanımefendinin konferansındayız. Değerli hatibenin konuşmasında iki husus dikkatimi çekti:

a. Konuşmacı, ısrarla, inatla, büyük bir gayretle Arapça ve Farsça kökenli kelime kullanmamaya çalışıyordu. Tercihinde oldukça başarılıydı, ancak cümlelerinin sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildi. Çünkü Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerine konan ucubeler, cümleleri sağlıksız hâle getiriyordu.

Ve işin daha da vahim yanı, Doğu dillerine karşı takınılan düşmanca tavır, nedense Batı dilleri için söz konusu dahi olmuyordu. Batıdan gelen bütün kelimelere kapı ardına kadar açık olduğu hâlde, Doğudan gelen kelimelere ise asla ruhsat yoktu.

b. O günlerde sevgili Attila İlhan yeni vefat etmişti. (11 Ekim 2005) Değerli konuşmacı, sözü “Mekânı cennet olsun.” diye anmakta asla tereddüt etmediğimiz Attila İlhan’a getirdi. Ve şu cümleyi sarf etti: “Işıklar içinde yatsın sevgili Attila İlhan, nedense Osmanlıcaya pek düşkündü.”

O an dalıp gitmişim. Sekiz-on saniyelik zaman dilimi içinde iki şey aklıma geldi: Önce o güzel insanı ebedî istirahatgâhında hayal ettim. Osmanlı Türkçesi ve Osmanlı hayranı olan Attila İlhan Ağabey, dev lambalarla aydınlatılmış mezarında yine yazmaya devam ediyordu.

Sonra da akşam eve gidince, büyük kızım Nur Yağmur’dan bir bardak su istemeyi düşündüm. Ama bu işi yaparken, ona “Nur” diye seslenerek değil de, “Işıklaaaar, bi’tanem bana su verir misin?” diyerek… Kızımın tepkisinin nasıl olacağı malumunuzdur.

Anlamı “Cenab-ı Allah’ın lutfettiği ilahî aydınlık” olan “Nur” kelimesini sırf Arapçadır diye kullanmamak, onun yerine “Işıklar” demek, doğrusu akıllara ziyan bir durumdu ve ülkemizin acı gerçeklerinden biriydi. Bu keşmekeş, aslında bizim için yeni bir durum değildi. Dili kullanma konusunda insanların bu kadar farklı yol izlemeleri gerçekten de korkunç bir tabloydu.

Bu ayrışmanın ve ayrılığın nereye kadar ve nasıl devam edeceği belli değil. Bu vahim durumu görmek için, toplam baskı sayısı beş milyonu bile bulmayan gazetelerdeki kelime tercihine bakmak bile yeterlidir. Dünya coğrafyasının ilgi odağı, İslam âleminin ve Türk dünyasının göz bebeği Türkiye’mizde, manzara ne yazık ki böyle.

UYDURMACILIĞIN SONUÇLARI

a. Nesiller arasındaki bağı koparmak.

Şekspir’in 16. asırda yazdığı eserlerini bugün bütün İngiliz çocukları okuyup anlarken, hitabet sanatının en güzel örnekleri arasında yer alan Atatürk’ün Nutuk’unu günümüz Türkiye’sinde - bırakın çocukları - bazı aydınlar bile anlayamaz hâle gelmişlerdir.

Atatürk’ün 1927 yılında irad ettiği Nutuk, 1964 yılında “Söylev” adıyla Öztürkçe ucubeye çevrilmiştir. Nutuk’ta yer alan Gençliğe Hitabe, “ve” bağlaçları hariç 155 kelimedir. Söylev’de “Ey Türk Gençliği” adıyla yer alan yeni metinde ise, bu kelimelerin tam 79 tanesi değiştirilmiş ve bazı kelimeler de yerine konulacak karşılık bulunamadığı için atılmıştır, “bilfiil” gibi…

Dilde gelişme ve değişme; mevcut kelimelerin atılmasıyla değil, kelime kadrosunun devamlı olarak zenginleştirilmesiyle olur.

b. Aynı zamanda yaşayan millet fertleri arasındaki bağı koparmak.

Türkiye içinde ayrı söz varlıklarıyla konuşan zümreler türemiştir ve Türk dünyasındaki anlaşma bağı kopmaya başlamıştır.

c. Türkçenin kelime kadrosunu fakirleştirmek.

Kelime ve kavramlar yok olmaktadır. Birden fazla kavram için tek kelime kullanılmaktadır.

ç. Kavramlar birbirleriyle karıştırılmakta, kelimeler yanlış yerde kullanılmaktadır.

d. Dilimizin âhengi bozulmaktadır.

e. Türkçenin kurallarına aykırı olarak türetilen uydurma kelimeler, dilimizin sisteminde tahribat meydana getirmektedir.

f. Uydurmacılık; millî değildir, ilmî değildir, pratik değildir.

Attila İlhan diyor ki: “Öyle nesiller yetiştirmeliyiz ki, Atatürk’ün büyük ‘Nutuk’ adlı eserini, lügate bakmadan okuyup anlayabilecek bir dil zenginliğine sahip olsunlar.”

Namık Kemal diyor ki: “Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Bir insan ne kadar çok kelime bilirse, zekâsını o nisbette iyi kullanır. Söylenenleri anlamakta, meramını ifade etmekte zorluk çekmez. Bir insanın kelime hazinesi zayıfsa, önüne konulan bir kitabı kavrayamaz. İlmî araştırmalarda bulunamaz. Ortaya ilmî ve edebî eserler koyamaz.”

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.