İDEOLOJİ KİMİN NESİNE?

Türkiye tipi ülkelerde yaşıyor olmanın bir maliyeti var. Her birey kendi çapında bu maliyete katkı sağlamak zorundadır. Katkı sağlamazsanız sistem otomatik olarak sizi çember dışına atar. Çember içine tekrar girebilme maliyeti ise muhtemelen çemberden atılmanıza sebep olan maliyetten daha yüksek olur. Burada bahsettiğimiz çember ve çember dışına atılma ve tekrar dahil olma eylemleri de çoğu zaman herhangi bir kurala tabi olmaksızın gelişir. Çünkü oluşturulan çemberlerin nerede ise tamamı “yazılı metinlerle!.” desteklenmiş değildir. Yani sizin uymanız gereken ve yapmanız gerekenleri öncesinde bilmeniz mümkün değildir. Bunlar kural koyabilme erkine sahip “koltuk sahibi güçler” tarafından konjonktürel olarak oluşturulmuş değişebilmesi ve değiştirilebilmesi çok mümkün kavramlardan oluşmaktadır. Her koltuk sahibi içinde, sürekli seyrettiği ve kendisi ile ilgili kanaatlerini önemsediği bir koltuk mevcuttur.Bu koltuk sahibi “ağababaların” oluşturduğu çemberler de, devletten bireye kadar iç içe geçmiş halkalar şeklinde tezahür etmektedir. Her fırsatını bulan yada pozisyon oluşturan kendisinin mevcudunu ve geleceğini koruyacak çemberini oluşturmakta, bu çemberi de korunması şart kutsalları sınıfında müteala etmektedir. Bu müteala, süreç içerisinde onun adına bu çemberi korunması şart tek kutsalı haline getirmektedir. Çünkü zamanla bu kutsalı, onun mevcudiyet sebebi halini almaktadır.Etrafımıza baktığımızda elindeki oturgacı dışında itibarı olmayan onlarca örnek mevcut. Bu örneklerin en belirgin özelliği zamanla terk ettikleri ve yük olarak görmeye başladıkları ideolojilerinin, onların o makamlara geliş sebebi olmasıdır. Burada onları oraya getirenlerle geliş sebeplerinin, bir süre sonra kalışlarına fırsat verenlerle çatışmasını görmekteyiz. Yani Türkiye’de bireylerin makam sahibi olmalarına sebep olan güç –yani halk- ile o bireyin orada kalmasını sağlayan güç –yani erk- arasında tenakuz ve çatışma vardır. Bu çatışmada makam sahibi, mütemadiyen kalmasını sağlayacak güçten yana tavır koymuş ve ona göre değişim sergilemiştir.Kişiliğini kaybetmiş, kendisine güveni olmayan ve etrafındakilerin onunla ilgili belirttiği sahte kanaatler ile yürüyenlere bir sözümüz yok. Çünkü onlar “omurgasızlığı” ideoloji olarak benimsemiş, tüm renklerin kendisinde mekan bulabileceği bir kumaş dokusuna sahip. Bu tiplerin, olmalarına “ol” diyenlerle, kendileri dışında bir dertleri yoktur ve onlar bu anlamda bir kaygı yada tasayı da yüreklerinde hiç hissetmemişlerdir. Ama, toplumun bu olmazsa olmaz dediği, toplumsal mutabakatın kendisinde şekillendiği ve insanların “o” olunca da “oh” dediği birtakım isimler var ki bunlar, elde ettiği makamlar ile bu makamlarda elde ettikleri arasında yok olur giderse, hem kendilerine hem de kendilerinden toplumsal menfaatler açısından beklentisi olanlara yazık ederler. Gün olur ve onlarda selefleri gibi terk ettikleri ideolojileri ve terk ettikleri öz benliklerine geri dönecek yüzü kendilerinde bulamazlar. Yaşadıkları sözde şaşalı üç beş yıl ile hem dünyalarını hem de ahretlerini perişan ederler.En evvel bir insan ve dahası bir sivil toplum kuruluşu üyesi olarak soruyorum, eğer tüm ideolojiler, geliş sebeplerini unutarak geldikleri mekanın ve makamın rengini alacaksa biz nasıl ve nerede ifadelendirileceğiz? İnsan olmamızdan kaynaklı değişim ve dönüşüm taleplerimizi kiminle ve nasıl oluşturacağız? Kendisini, makam sahibi olur olmaz kuşatan ve ona nasıl olması gerektiğinin şeklini çizen çemberin bir küçüğünü, kendi hinterlandına oluşturan bir anlayış nasıl devinime öncülük edebilecek? Sivil toplum kuruluşlarının birlik ve örgütlü çalışma taleplerini görmezden gelen bir anlayışla nereye ve nasıl gideceğiz?Toplumsal mutabakatın demirbaş tarafı olan gönüllü kuruluşlarla, gönülsüz görüşmeler yapan ve hatta hiç görüşmeyen bir anlayışla nasıl milli ve manevi kalkınmayı sağlayacağız? Kendisini, insanlığın onur ve izzet kavgasına adadıklarını söyleyenlerin, makamda kaybolmuş onur ve izzetleriyle biz hangi onur ve izzeti elde edeceğiz? Tüm bunlar, onlarca yıldır sorduğumuz ve cevaplandıramadığımız sorular. Bu durumda anlaşılan o ki, bizde kendimizi, oluşturulacak pozisyonlara payanda olan bir güç yığınağı olmaktan arındıramayacağız gibi gözükmektedir.Yani bizler, hangi ideolojiye mensup olurlarsa olsunlar geldiği makamda bir üst çemberin rengini alacak insanlara destek vermekten kendimizi kurtaramayacağız.Derviş argun

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.