Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Hz. Mevlâna ve Vuslat

 

 Asıl adı Muhammed Celâleddin olduğu halde ‘Efendimiz’ mânâsına gelen ‘Mevlâna’ ismi ile tanınan ve bütünleşen Hz. Mevlâna, ayrıca ‘Anadolulu’ anlamına gelen ‘Rûmi’ lakabı ile de bilinir.

 Afganistan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen Hz. Mevlâna Celâleddi-i Rûmi, asil bir aileye mensuptur. Babası ‘Âlimlerin Sultanı’ olarak bilinen Muhammed Bahâeddin Veled, soy itibariyle Peygamber Efendimize dayanan bir Seyyid idi. Hz. Mevlâna daha çocuk yaşlarında iken babasının elinde yetişmeye başlamış, dini ve tasavvufi ilk bilgileri babasından almıştır. Baba Muhammed Bahâeddin Veled, oğlu Muhammed Celâleddin’in ilk mürşidi olmuş ve onu tasavvufun aşk deryasına daldırmıştır. 

 Bahâeddin Veled ailesini de alarak bir göç kervanıyla Belh’den ayrılmış ve Anadolu’ya göçmeye karar vermiştir. Yanında biricik oğlu ve henüz çocuk yaşlarında olan Mevlâna Celâleddin’de vardır. Bahâeddin Veled kervanıyla birlikte Nişabur’a vardığında, Şeyh Feridüddin Attar, kendisini ziyarete gelir. Mevlâna Celâleddin ile de sohbet eden Şeyh Feridüddin Attar, baba Bahâeddin Veled’e hitaben şöyle der: “Çok geçmeyecek, bu senin oğlun âlemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.”  

 Bahâeddin Veled ve ailesi daha sonra uğradıkları Şam’da Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabi hazretleri ile görüşürler. Muhyiddin Arabi, Bahâeddin Veled’in arkasında yürüyen oğlu Mevlâna Celâleddin’e bakarak; “Subhânallah, Bir okyanus, bir denizin arkasında gidiyor” der.  

Bahâeddin Veled ve ailesi son durak olarak Konya’ya gelir ve yerleşirler. Konya’da kısa zaman içinde, Hz. Mevlâna bir okyanus ve büyük bir aşk eri olarak ismini cihana duyurur. Mevlâna anlayışında her şeyin, her cismin ve yaratılan her nesnenin zâhiri görünümünden ayrı olarak bir de bâtıni yani gizli anlamı vardır ve Hz. Mevlâna her şeyi bu gizli anlamı ile görür. Mevlâna anlayışında ölüm bile farklıdır.                                          

 Hz. Mevlânâ’da ölüm; sevgiliye kavuşmak, bir başka deyişle düğün günü anlamına gelmektedir. Mevlânâ, “herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Böylece herkesin ayrılık olarak anladığı ölümü, Hz. Mevlânâ sevgiliye kavuşmak olarak nitelendirmiş ve öyle kabullenmiştir.

 Mevlânâ anlayışında; her şeyi yoktan var eden ve tek yaratıcı güç olan Allah (cc),  en büyük sevgili olarak kabul edildiği için, ölüm O’na kavuşulan gün olarak algılanmış ve ölüme Vuslat, ölüm gecesine de Şeb-i Arûs denmiştir. Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını, ancak onun aşk anlayışı ile anlatmak mümkündür. Zira Mevlânâ anlayışında âşık, mâşûkuna ancak ölüm sayesinde kavuşabilir.    

Bu nasıl aşk ve nasıl bir sevdadır ki, ağızların tadını bozan ve nice ocaklar söndüren ölümü, sevgiliye kavuşma olarak adlandırsın ve düğün gecesi olarak kabullensin. Bu anlayış ancak, sonsuz ve derin bir ilâhi aşk anlayışı ile mümkün olabilir. İşte Hz. Mevlânâ; yüz yıllardır bu derin aşkın ve sonsuz ilâhi sevdânın temsilcisi olmuş, bu aşkı Konya’dan tüm dünyaya duyurmuştur.

 Bu aşk deryasının temsilcisi;  “Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin her yanını sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O...” diyerek gönlündeki sonsuz ilâhi aşkı ve derin Hak sevdâsını dile getiren Hz. Mevlânâ’dır.

 Bu aşk denizine dalan; “Bu kapı umutsuzluk kapısı değil, aşk kapısıdır gel” diyerek tüm dünyaya kucak açan ve bütün insanlığı Hak’kın aydınlık ve nurlu kapısına çağıran, herkesi Hak yola davet eden Hz. Mevlânâ’dır.

 Bu ilâhi aşkı terennüm eden; “Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O’dur. Tek Mâbûd ancak Allah’tır. Bağ, gül, sema, sevgili… Hepsi bahane, maksat daima O’dur” diyerek tek amacının Allah’a kavuşmak olduğunu dile getiren Hz. Mevlânâ’dır.

Bu aşk bağının sembolü; “Aşka uçarsan kanadın yanar” diyen bir şaire cevap olarak, “Aşka uçmazsan kanat neye yarar” diyerek gerçek aşkın Allah’a ulaşmak olması gerektiğini haykıran gönüller Sultanı Hz. Mevlânâ’dır.

 Bu sonsuz ve derin aşkın sahibi; “Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşk çocuklarıyız, aşk bizim anamızdır. Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkta öl ki diri kalasın” diyerek, ilâhi aşka dalmanın sonsuz dirilik olduğunu, ölmemek için ilâhi sevdâ ateşine girmek gerektiğini vurgulayan Hz. Mevlânâ’dır.

Mâşûkluk âlemine dalan ve ilâhi aşkın sırlarına vâkıf olan; “Allah'dan başka bir temâşâsı bulunan aşk, aşk olamaz, saçma-sapan bir sevda olur"  diyen ve Allah’ın nûrûnu görerek ilâhi aşkta kemâle eren, yalnız ve ancak tek olan Allah’a aşkla bağlanılacağını ve O’ndan gayrisine bağlılığın saçmalık olduğunu dile getiren  aşk bağının bülbülü Hz. Mevlânâ’dır.

İnsanların rûhunu ilâhi aşkla dirilten; “Allah için ağlayan göz ne mübarektir. O’nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir” diyerek, yüreklerin ve gönüllerin bağlanması gereken gerçek aşk yolunu gösteren ve ilâhi aşk mesajını tüm dünyaya duyurarak herkesi ölçülemeyecek bir rahmete boğan Hz. Mevlânâ’dır.

Hz. Mevlânâ’nın ölüm anlayışını anlatan şu gazeli ne kadar da mânidâr:

          “Öldüğüm gün tabutum götürülürken, bende bu dünya derdi var sanma.

          Benim için ağlama, yazık vah vah deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte o zaman eyvah demenin sırasıdır.

          Cenazemi gördüğün zaman  ayrılık ayrılık deme. Benim buluşmam, kavuşmam işte o zamandır.

           Beni kabre indirip toprağa verdikleri zaman sakın elvedâ elvedâ deme. Zira mezar cennet topluluğunun perdesidir.

           Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan gelir ki?

           Sana batmak görünür, ama o doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o cânın kurtuluşudur.

           Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? İnsan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun?”

 Hz. Mevlânâ, âlemlerin Rabbine şöyle nidâ eder: “Ölmek şeker gibi tatlı bir şey. Cânı sen aldıktan sonra, seninle olunca candan da tatlıdır ölüm.”

 Hz. Mevlânâ, ziyaretçilerine de şöyle seslenir: “Ölümümden sonra mezarımı yerde aramayınız. Bizim mezarımız, âriflerin gönüllerindedir. Hak Teâlâ beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o aşkım.” 

 İşte, ancak böylesine derin ve sonsuz bir ilâhi aşk anlayışı; ölümü en büyük sevgili olan Allah’a kavuşmak anlamına gelen Vuslat, ölüm gecesini de düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arûs olarak algılayabilir ve kabullenebilir.

 739. Vuslat ve Şeb-i Arûs yıldönümü vesilesiyle, Hz. Mevlâna’nın; “Ruhum bedenimde oldukça ben seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım” dediği Efendimizin sancağı altında buluşmayı Yüce Allah’tan diliyorum. Mutlu yarınlar efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar