Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Hasan Hanefi’yi Dinlerken…

İslam Dünyasının yetiştirdiği en büyük Müslüman düşünürlerden birisi. 1936 yılında Mısır’da doğdu. Eğitimini Kahire Üniversitesinde tamamladı. Fransa’da Sorbon Üniversitesinde doktora yaptı. Felsefe Profesörü. Gelenek ve Tecdîd üzerinde çalışmalarıyla tanınmaktadır.. Doğu ve Batı düşünce dünyasını çok iyi tanıyan yenilikçi bir düşünür. Geleneği dışlamayan, yeni inşâların gelenek üzerinden olacağına vurgu yapan bir analizci, Hasan Hanefi. İslami İlimler Araştırma Vakfı’nın (İSAV) tertiplediği Tarihte ve Günümüzde Ehl-i Sünnet sempozyumu için gelmişti Türkiye’ye. Çağdaş Selefi Akımlar ve Bunların Tarihi Selefilikle İlişkileri konulu çok kapsamlı bir tebliğle katıldı bu sempozyuma. O, sadece bildiri sunmadı, üç gün boyunca kısa aralıklarla da olsa müzakerelere de katıldı. Ben bu yazımda daha çok Hasan Hanefi ile ilgili ‘gözlemlerimi’ aktarmak istiyorum.Hasan Hanefi üç gün süren bu sempozyumu ara vermeksizin hem sunulan bildirileri ve hem de müzakereleri –ki anında Arapça ve Türkçe’ye çevriliyordu- büyük bir heyecan, dikkat ve coşku ile dinledi. Zaman zaman katkıda bulundu. Hasan Hanefi çok derin bir bilgi birikimine sahip ve de hitabeti çok güçlü birisi. Tebliğini sunmaya başladığı zaman salonda yaprak kımıldamıyordu. Alıp sizi tarih öncesi ve sonrasına, hatta İslam Dünyasının en ücra köşelerine götürüyor, bilgi ve duyguyu birlikte harmanlıyordu. Çok duygusal bir konuşma yaptı. Bütün gözler yaşarmıştı. Hayri Kırbaşoğlu’nun müzakere etmek için çıktığı kürsüde, “artık söz bitti’ dediği zamanki ruh halini bir görseydiniz, salon tekrar gözyaşına boğulmuştu. Çünkü Hanefi, salona İslam dünyasının Osmanlı’nın yıkılışından sonra yaklaşık 200 yıllık acılarını taşıyor, kurtuluş reçetelerini sunuyor, ümit veriyor, sanki tek başına bir ümmet gibi bütün emperyalist odaklara celâdetle meydan okuyordu. Kelimeler, cümleler ağzından gürül gürül bir nehir gibi akıyordu. Salon, manevi bir atmosfere bürünmüş, herkes ruh haliyle onun sözel eylemine eşlik eder gibiydi.İleri yaşına rağmen, çok heyecanlı, coşkulu, dinamikti. Özel sohbetlerimizde Türk İlahiyatçılarının birikiminin bir şekilde dünyaya ve özelde İslam dünyasına aktarılmasının gerekliliğine işaret ediyordu. Hatta tek tek İlahiyat Fakültelerini gezip öğrenci ve hocalarının alnından öpmek istediğini dile getiriyordu. Büyük bir mutlulukla Diyanet İslam Ansiklopedisinin Mısır’da Arapça’ya tercüme edilmeye başladığından söz ederken, gözleri parlıyordu. Bu ayın sonunda (Aralık 2004) Kahire Üniversitesi’nde “el-Mukâvemetü’l-Felsefiyye/Direniş Felsefesi” konulu bir sempozyum düzenleyeceklerini ve mutlaka ve mutlaka Türk İlahiyatçılarını orda görmek istediğini söylüyordu. Salt görmek değil, birikimin aktarılmasını iletiyor, ayrıca, İslam Dünyası ile ticari, kültürel ve harsi ilişkilerin daha çok yoğunlaştırılmasının ve yakınlaşmanın önemine değiniyordu.Hasan Hanefi, sık sık “Türkiye Mısır demek, Mısır-Türkiye demek” sözünü tekrarlıyor; tarih, medeniyet, din ve kültür bakımından müşterekliğe dikkatleri çekiyordu. Konuşmalarından anladığım kadarıyla siyaset ve kültürel gelişmeler alanında Türkiye’de olup-bitenleri en ince ayrıntısına kadar takip ettiği anlaşılıyordu. Türkiye yönünü Batıdan daha çok Doğuya döndürmelidir, diyordu. ABD ve Batı ülkeleri, her ne kadar medeniyetlerin uzlaşmasından bahsediyorlarsa da samimi değillerdir. Onların bilinç altında tek ve mutlak Batı medeniyeti önyargısı vardır, onlar, diğer medeniyetleri yok sayarlar. Bu sebeple, tarih, medeniyet, din ve kültür birliği olan ülkelerle yakın işbirliğinin artırılmasının önemine tekrar tekrar vurgu yapıyordu. Türkiye’nin Batı ile doku uyuşmazlığı olduğu için, AB’ne alınmayacağını söylüyordu. Çünkü diyordu Hasan Hanefi, onlar, uzun müzakereler boyunca Türkiye’yi kendilerine benzetmeye çalışacaklardır. Bu da mümkün olmadığına göre, Türkiye’yi ortak olarak içlerine sindirmeleri, dahil etmeleri mümkün değildir öngörüsünü tekrarlıyordu. Yine de buna rağmen, İslam Dünyasının Batıya ve bütün bir insanlığa değerler bazında çok şeyler aktarabileceğine inanıyordu. Bu konuda yeni kuşak Müslüman düşünürlere çok güvendiğini, onları gördükçe ileriye dönük İslam düşünce ve medeniyetinin geleceği adına gönendiğini, umutlandığını dile getiriyordu. Türkiye, Osmanlı İslam medeniyetinin bâkiyesidir. Manevi büyük gücünün farkında olmalıdır, dolayısıyla, asla Doğuya ve Asya’ya sırtını çevirmemelidir, diyordu. Çünkü ne yaparsak yapalım, Batı düşüncesi ve kültürünün genetik kodu, İslam sevmezlikle maluldür, diye de ekliyordu.İslam Dünyasının şu anda, “İkinci Sömürgecilik” dönemini yaşadığını dile getiren Hanefi, buna tepki olarak yeni kurtuluşçu dini ve milliyetçi akımların kısa zamanda doğacağına değiniyor, artık dini monarşilerle yönetilen kapalı sistemlerin gitgide ömürlerinin azaldığına dikkatleri çekiyordu. Özellikle emperyalist ABD’nin İslam Dünyasını ırk ve mezhepler boyutunda yeniden dizayn etmeye çalıştığını, buna fırsat vermemek için bütün Müslümanları İslam şemsiyesi altında toplanmaya çağrı yapıyordu.Onun kabına sığmaz mücadele, azim ve kararlılık niyet ve tavrı, bizler için örnek olması dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.