Hasan Aycın çocuklar için yazdı... BİLLUR SÜRAHİ...

Hasan Aycın çocuklar için yazdı... BİLLUR SÜRAHİ...

Hasan Aycın çocuklar için yazdı... BİLLUR SÜRAHİ hikayesi burada... BİLLUR SÜRAHİ masalını buradan okuyun... 'Sülahi' değil 'sürahi' :)

Billur Sürahi / HASAN AYCIN

Bir varmış, bir yokmuş. ALLAH kulu çokmuş. Evvel zaman içinde, ALLAH kulları arasında, anasının kuzusu, telli gözlüsü, yüzü ak, başı cavlak kel bir oğlan varmış. Dünyada bir anacığı varmış, bir de kel eşeği. Dön dağa oduna gidermiş, dön değirmene una...

Bir gün anası yine değirmene gitmesini söylemiş Keloğlana.

- Fırını yakıyorum, kızıncaya kadar unu yetiştir, demiş.

Oğlum oğlum Kel oğlum

Katmer katmer gül oğlum

Başına ne gelirse

Allah'ından bil oğlum, demeyi de unutmamış.

- Hay hay, demiş Keloğlan. Besmeleyle bir şinik buğday yüklemiş eşeğe. Çıkmış yolun düzüne, belenmiş toprağına tozuna, hayırlısıyla varmış eski bir değirmene. Yıkmış buğdayı, salmış eşeği yayılsın diye.

Değirmenci, unlardan mıdır yıllardan mı, yoksa irfandan mı bilinmez sakalı ap ak bir ihtiyarmış;

- Hay Hak! Eşeğini bağladın mı yiğidim? demiş.

- Ark boyuna saldım yayılsın diye, demiş Keloğlan.

- Hay Hak! demiş değirmenci. Ah vah etmek istemezsen tez eşeğini bağla.

Keloğlan davranmış eşeği bağlamaya. Dışarı çıkmış bakmış ki eşek yokmuş. Sağa sola koşmuş, başında hışıl hışıl kavak yelleri esmiş.

Ah kel başııım!

Vah kel eşeğiiim! deyip basmış yaygarayı.

- Hay Hak! demiş değirmenci. Şimdi yaygaranın vakti değil. Eşeğinin peşinden gitmek de varmış kaderde. Gözlerini dört aç, izini iyi seç. Yanlış iz sürersen kaybolursun. Doğru iz sürersen inşallah aradığını bulursun. Aşağısı karanlık uçurumdur. Dibinde bir dev yatar, bir eşeği palanıyla paldumuyla yutar.

Yukarısı karanlık dağdır. Gölgesinde bir kurt yatar, bir eşeği palanıyla paldumuyla yutar. Sen sen ol eşeğini kaptırma. Gözün izde, izin düzde olsun. Her sese kulak asma, arkana dönüp bakma, al bu değneği elden bırakma; kâh dayanırsın, kâh korunursun. Kurda rastlarsan hiç korkma;

-Seni beni yaratan hakkı için destur! de. Durmazsa;

-Yektir Allah! deyip kaldır değneği. Sen görürsün yüzlerce, kurt görür binlerce değnek kalkmış havaya. Ama korkarsan olmaz, korkmazsan olmaz... Allahtan korkarsan olur, kurttan korkarsan olmaz. Deve rastlarsan da hiç korkma;

-Seni beni yaratan hakkı için destur! de. Durmazsa;

-Yektir Allah! deyip kaldır değneği. Sen görürsün yüzlerce, dev görür binlerce değnek kalkmış havaya. Ama korkarsan olmaz, korkmazsan olmaz... Allahtan korkarsan olur, devden korkarsan olmaz.

Keloğlan almış değneği ele, değirmencinin hayır duasıyla düşmüş yola. Dere tepe iz sürmüş, taban tepip diz sürmüş, vara vara varmış karanlık dağa. Ulu ağaçlarla kaplıymış dağ; yerde yön, gökte gün görünmezmiş, iz olmazsa yürünmezmiş. Eşeğin izleri par par parlamış karanlıkta.

Az gitmiş uz gitmiş, bir dereden geçmiş ki uğul uğul bir ses duymuş:

Oğlum oğlum kel oğlum Katmer katmer gül oğlum Karanlık dağda neylersin Tez geri dön gel oğlum, Tıpkı anasının sesiymiş.

-Dağın cinleri beni caydırmak istiyorlar demiş, ardına bakmadan yürümüş, eşeğinin izini sürmüş.

Az gitmiş uz gitmiş, bir dereden daha geçmiş ki yine uğul uğul bir ses duymuş:

Hey! Keloğlan, yiğidim Yollar katmer kördüğüm Tez geri gel, geri gel Budur sana öğüdüm. Tıpkı değirmencinin sesiymiş.

- Dağın cinleri beni caydırmak istiyorlar demiş, ardına bakmadan yürümüş, eşeğinin izini sürmüş.

Az gitmiş uz gitmiş, bir dereden daha geçmiş ki uğul uğul bir ses daha duymuş. Tıpkı eşeğinin sesiymiş.

- Dağın cinleri beni caydırmak istiyorlar demiş, ardına bakmadan yürümüş, eşeğinin izini sürmüş.

Az gitmiş uz gitmiş bir dereden daha geçmiş ki bir adam oturmuş ağlarmış.

- İn misin cin misin? Karanlık dağda saçlarını yolup ne ağlarsın? demiş Keloğlan.

- Ne inim ne cinim. Senin gibi âdemim. Değirmene una geldim, demiş adam, başlamış anlatmaya.

Meğer başlarına gelenler aynıymış. Değirmenci Keloğlana ne söylediyse ona da söylemiş. Derelerden geçmiş, uğul uğul sesler duymuş, tam eşeğini bulmuş ki kurt çıkagelmiş. Aman Allah! Kapkara alamet bir şeymiş. Gözleri şıldır şıldır ateş közü, dili fırın kösesi, burnundan duman solurmuş. Bir bakmış, bir bakamamış. Yektir Allah! diyecek sesi çıkmamış, değneği kaldıracak gücü kalmamış. Eli ayağı boşanmış, tir tir titremiş. Kurt da eşeği palanıyla paldumuyla yutmuş. Allahtan, bir eşek anırmış da kurt ona koşmuş, adam da kurtulmuş.

- Amanin! sakın benim eşeğim olmasın, demiş Keloğlan.

Ah kel başııım!

Vah kel eşeğiiim! deyip basmış yaygarayı. Adamı kendi haline bırakıp koşmuş.

Az gitmiş uz gitmiş bir dereden daha geçmiş ki yine bir adam oturmuş ağlarmış.

- İn misin cin misin? Karanlık dağda saçlarını yolup ne ağlarsın? demiş Keloğlan.

- Ne inim ne cinim. Senin gibi âdemim. Değirmene una geldim, demiş o da, başlamış anlatmaya.

O uzun uzun anlatmış, biz kısa söyleyelim; kurt onun eşeğini de palanıyla paldumuyla yutmuş. Allahtan, bir eşek anırmış da kurt ona koşmuş, adam da kurtulmuş.

- Amanin! sakın benim eşeğim olmasın, demiş Keloğlan.

Ah kel başııım!

Vah kel eşeğiiim! deyip basmış yaygarayı. Adamı kendi haline bırakıp koşmuş.

Az gitmiş uz gitmiş bir dereden daha geçmiş ki ne görsün; eşeği önünde gitmiyor mu? Bir sevinmiş, bir sevinmiş... Yüzünde katmer katmer güller açmış, eşeğinin boynuna sarılmış. Tam da o sırada kurt çıkagelmiş. Aman Allah! Kapkara alamet bir şeymiş. Gözleri; şıldır şıldır ateş közü, dili fırın kösesi, burnundan duman solurmuş. Zavallı eşek can korkusuyla havaya çifteler savurarak sıvışmış. Keloğlanın aklına değirmencinin söyledikleri gelmiş hemen.

- Seni beni yaratan hakkı için destur! der demez, şimşek misali hamle etmiş.

- Yektir Allah! deyip değneği kaldırmış Keloğlan. Keloğlan görmüş yüzlerce, kurt görmüş binlerce, değnek kalkmış havaya. Zıng! diye durmuş kurt, zangır zangır titremiş. Ateş gözleri dönmüş kömür ocağına, dili dönmüş mutfak paspasına. Burnu dumansız, dizi dermansız kalmış. Kulakları düşmüş, kuyruğunu kısmış, tin tin savuşup gitmiş.

Keloğlan düşmüş eşeğinin izine. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, vara vara varmış karanlık dağın sonuna ki; ortalık bembeyazmış, lapa lapa kar yağarmış. Eşeğinin izini kaybetmiş. Şaşırmış kalmış; dönse dönemez, dursa duramaz, ileri gitse nereye?

Bir tepenin ardından ince ince duman tütermiş. Gitmiş gitmiş; bir kulübe... Seslenmiş, ses veren olmamış. Pencereden bakmış; akça pakça bir nine pöstekide namaz kılarmış. Ocakta bir kütük çıtır çıtır yanarmış. Eşiğe büzülüp beklemiş. Nine kapıyı açınca,

- Aman nine, demiş. Garibim, yorgunum. Yoluma kar yağar, eğnime ter; eşeğimi ararım, gördüysen haber ver. Ne yana gittiyse o yana gideyim.

- Hoş geldin yiğidim, sefalar getirdin. Eşeğini sorarsın öyle mi?

Çok ürkmüş besbelli. Toz duman geçti gitti. Bulut içinde şimşek gibi.

Bir gördüm bir göremedim, demiş nine. Keloğlanı Dağın başına buyur etmiş. Çorba pişirip yedirmiş.

O diyarda dört bahçeli bir saray varmış. Bulundukları yer sarayın kış bahçesiymiş. Kış bahçesinin ortasında güz bahçesi, güz bahçesinin ortasında yaz bahçesi, yaz bahçesinin ortasında bahar bahçesi varmış. Bahçeler üçer aylık yolmuş. Bahar bahçesinin ortasında da saray varmış.

- Öte beri dolanma, demiş nine. Bahçeleri bir bir geç, saraya var; İnşallah aradığını bulursun. Doğru gidersen yoluna çıkan olmaz, eğri gidersen tepelerler, bilmiş ol.

Keloğlan nineyin hayır duasını alıp düşmüş yola. Üç ay kış gitmiş, üç ay güz, üç ay da yaz... Yoluna çıkan olmamış. Üç ay bahar gitmiş ki; koca koca tarlalar rengarenk çiçek dolu; içlerinde bahçıvanlar dolaşırmış. Kelebekler uçuşur, kuşlar cıvıldaşırmış. Dallar telli duvaklı gelinler misali salınır, salınır da türlü türlü kokular yaydırmış... Bir de sarayı görmüş ki; akıl şaşar, dil dolaşır, şır şır yanar, göz kamaşırmış.

Mermer kapı ardına kadar acıkmış. İçeri girmiş ki; pırıl pırıl elmaslar, yakutlar, zümrütler şavkırmış. Salonları dolaşmış, eyvanları geçmiş önüne çıkan olmamış. Aralık bir kapıdan, eşeğini haber verecek birilerini bulur umuduyla dalmış. Dalmış ki ne görsün? Atlas döşek içinde, halsiz mecalsiz bir güzel yatarmış. Erim erim erimiş de yürek dayanmazmış. Yüzü ay kaşları yay bir güzel başucunda oturmuş boyun bükermiş, gözpınarlarından yıldızlar dökermiş de sırrına erilmezmiş.

Kız başını kaldırıp öyle melûl bakmış ki; Keloğlan çömeşip kalmış.

Gözpınarlarından yıldızlar, dudaklarından sözcükler süzülmüş kızın:

- Hoş geldin yiğidim. Ben Aykızım. Buraya ulaştığına göre nasibim olsan gerek. Doğru gelmişsin ki yoluna çıkan olmamış. Eğri gelseydin tepelenirdin. Yalnız, bir hata işledin, saraya destursuz girdin; besbelli erkân bilmiyorsun. Bilmezsen olmaz, öğrenmezsen olmaz. Bunun için seni sınavdan geçirirler. Şu pencerenin önünde iki gül fidanı var. Biri benim ömür gülümdür, diğeri ablam Sultankızın. Her yıl çifte gül açarlar. Benimki gümrahlaşır, onunki solar.

Aykız, atlas döşek içinde halsiz mecalsiz yatan Sultankızın başına gelenleri bir bir anlatmış:

Bir gün karanlık dağın ardından akça pakça bir nine ile nur yüzlü bir delikanlı çıkagelip Sultankızı istemişler. Nur Yüzlü Delikanlı Akça Pakça Ninenin torunuymuş.

Padişah da delikanlıyı Sultankıza münasip görmüş;

- Buraya ulaştığınıza göre Sultankızımın nasibi olsan gerek. Doğru gelmişsiniz ki yolunuza çıkan olmamış. Eğri gelseydiniz tepelenirdiniz. Yalnız, bir hata işlediniz, saraya destursuz girdiniz; besbelli erkân bilmiyorsunuz. Bir yiğit erkân bilmezse olmaz, öğrenmezse olmaz! Bunun için sınavdan geçmelisin, deyince, Nur Yüzlü Delikanlı:

- Padişahım, Sultankız benim nasibim ise vermemeye çareniz mi var, deyivermiş.

Zavallı, erkân bilmediğinden yaptığının küstahlık olduğunu anlayamamış. Hiç bir küstahlık da cezasız kalmazmış; ceza olarak huzurdan kovulmuş. Nur Yüzlü Delikanlı Sultankıza kavuşamamanın yürek yangısıyla öyle bir ah! etmiş ki; ahi Sultankızı döşeklere düşürmüş. Sultankız o gün bugün atlas döşekte yatar, ömür gülü günden güne solarmış. Bu haline dayanamayan kardeşi Aykız da baş ucunda boyun büker, gözpınarlarından yıldızlar dökermiş. Nur Yüzlü Delikanlı da kendi kendine kahredip gitmiş, bir daha gören olmamış. Akça Pakça Nine ise varmış, kış bahçesinin kıyısında kendisine bir kulübe yapıp oturmuş.

Aykızın anlattıklarını dinleyen Keloğlan Akça Pakça Nineyi hemen hatırlamış. Pöstekide namaz kılışı gözünün önüne gelmiş. Öte yandan, dağda kurttan destur isteyip saraya girerken destur istemeyi akıl edemeyişine de için için üzülmüş.

O sırada Padişah girmiş içeri.

- Hoş geldin yiğidim! Buraya ulaştığına göre Aykızımın nasibi olsan gerek. Doğru gelmişsin ki yoluna çıkan olmamış. Eğri gelseydin tepelenirdin. Yalnız, bir hata işledin, saraya destursuz girdin; besbelli erkân bilmiyorsun. Bir yiğit erkân bilmezse olmaz,öğrenmezse olmaz! Bunun için sınavdan geçmelisin,demiş.

- Padişahımın emri can baş üstüne! demiş Keloğlan.

Padişah bu sözden hoşnut olmuş;

- Sınav; Sultankızın şifa bulmasıdır, elemiş. Devası; karanlık dağın ardındaki karanlık uçurumun dibinde yatan devin gözyaşlarıdır. Karanlık dağı aşıp, karanlık uçuruma ulaşıp, dibindeki devi kırk gün ağlatacaksın. Gözyaşını kırk gün saraya taşıyacaksın. Her akşam Sultankızın ömür gülünün toprağına dökeceğim. Kırkbirinci gün güller canlanırsa Aykızımı şarta vereceğim. Eşeğini de alır gidersin.

Keloğlan, bu dev; bir eşeği palanıyla paldumuyla yutan dev olsa gerek, demiş. Göz ucuyla Aykıza bakmış ki; melûl melûl bakar. Gözpınarlarından pırıl pırıl yıldızlar döker. Destur isteyip kalkmış Keloğlan. Abdest alıp iki rekat namaz kılmış. Ellerini açmış, Allahtan yardım istemiş. Padişahtan da saraydaki en hızlı küheylanı... Hemen Doru İstek adlı küheylanı getirmişler. Aykıza da Sultankızın başucundaki billur sürahiyi getirmesini söylemiş. Besmeleyle binmiş doru isteğin sırtına, göz yumup açıncaya kadar bahar, yaz, güz, kış bahçelerini bir bir geçmiş, karanlık dağı aşmış, ulaşmış karanlık uçuruma, inmiş dibine. Devi görmüş ki kapkara alamet bir şeymiş, dağ gibi yığılmış uyurmuş.

- Seni beni yaratan hakkı için destur! diye haykırmış Keloğlan.

Sıçrayıp uyanan dev öyle bir höykürmüş ki yer sarsılmış zelzele olmuş, deliklerden yarıklardan mahlûkat fırlamış velvele olmuş. Doğrulup eğilmiş Keloğlanın üstüne. Aman Allah! Gözleri şıldır şıldır ateş közü, dili fırın kösesi, burun deliklerinden duman solurmuş.

-Yektir Allah! deyip değneği kaldırmış Keloğlan. Keloğlan görmüş yüzlerce, dev görmüş binlerce, değnek kalkmış havaya. Zangır zangır tiremiş, dizleri boşanmış, gözleri kararmış, sesi kısılmış devin;

- İn misin cin misin? demiş Keloğlana.

- Ne inim ne cinim, seni ağlatmaya geldim, demiş Keloğlan. Sultankızın başına gelenleri bir bir anlatmış.

Meğer bu dev o nur yüzlü delikanlı değil mi imiş! Yüreğini yangı basmış. Bir inlemiş ki; sanki yerin altından sesler gelir.

- Doğru gittim Sultankıza ulaştım, erkân bilmediğim için kavuşamadım, huzurdan da kovuldum. Ah! ettim; Suftankızı yaktım. Kahr ettim; kendimi yaktım. Eğri gittim, karanlık uçurumun dibine indim. Zakkum yedim zıkkım içtim. Yedim şiştim, içtim şiştim; kapkara bir dev oldum. Ah ben ne ettim, ne ettim!.. Tövbeler tövbesi!.. Bundan gayrı ne zakkum yerim ne zıkkım içerim. Ağlarım, ağlarım., yağmurlar gibi ağlarım, tek sultanım kurtulsun, demiş.

Keloğlan billur sürahiyi deve uzatmış.

- Bunun içine ağla, bu Sultankızın billur sürahisi,demiş.

Billur sürahi Sultankızın kokusuyla doluymuş. Tıpasını açar açmaz Sultankızın kokusu uçurumu doldurmuş. Devin burnunun direği sızlamış, yüreği erimiş; ağlamış, ağlamış, ağlamış... Billur sürahiyi gözyaşıyla doldurup Keloğlana uzatmış:

- Al, yiğidim. Sultanımın ömür gülünün toprağına döksünler. Sonra da başucuna koysunlar ki kokusu içine dolsun. Seherleyin yine gel, bana Sultanımın kokusunu getir, demiş. Akça Pakça Ninesine de selam söylemiş, hayır dua istemiş.

Keloğlan besmeleyle mahmuzlamış Doru İsteği. Göz yumup açıncaya kadar karanlık dağı aşmış, kulübeye ulaşmış. Pencereden bakmış; Akça Pakça Nine pöstekide namaz kılarmış. Ocakta bir kütük çıtır çıtır yanarmış. Eşiğe büzülüp beklemiş. Nine kapıyı açınca,

- Aman nine, demiş. Sana yol sordum, yoluma gül yağdı gönlüme yel; eser tozarım. Gülümün yanında bir gül var ki günden güne solar; yürek dayanmaz. Erkân bilmediğim için solan güle kırk gün karanlık uçurumun dibindeki devin gözyaşını taşımakla cezalandırıldım. Karanlık dağı aştım, karanlık uçuruma ulaştım, devi buldum, halini gördüm. Dev, çıka çıka senin erkân bilmez torunun çıkmasın mı! Zakkum yiyip zıkkım içmiş, şişmiş de şişmiş. Tövbeler tövbesi dedi, ağladı, inledi., billur sürahiyi gözyaşıyla doldurdu. Senden de hayır dua diledi.

-Ah nur yüzlüm, telli gözlüm, yavruuum!.. elemiş Akça Pakça Nine. Tıpayı açmış. Gözlerini yumup torununun kokusunu içine çekmiş. Gözlerinden yaş, dudaklarından dua süzülmüş şıpır şıpır billur sürahinin içine. Süzülmüş, süzülmüş, süzülmüş... Sonra uzatmış Keloğlana.

- Al, yiğidim! Sultankızın ömrüne bereket olsun,demiş.

Besmeleyle binmiş Doru İsteğin sırtına Keloğlan. Göz yumup açıncaya kadar kış, güz, yaz, bahar bahçelerini bir bir geçip ulaşmış saraya. Billur sürahiyi sunmuş Padişaha. Padişah, besmeleyle Sultankızın ömür gülünün toprağına döküp Aykıza uzatmış Sultankızın başucuna koysun diye. Keloğlan da Aykızın ömür gülünün dibine büzülüp uyumuş. Seherleyin uyanmış ki bir gonca sabah ezanı ile salınır, salınır da yanağını okşar. Aykız pencereye çıkmış ona bakar.

-Yiğidim, konuk odasında atlas döşek dururken toprakta mı yatarsın? demiş Aykız.

- Yüzü ay kaşları yay sultanım Aykız; bahçıvanın iyisi gül dibinde yatsa gerek. Billur sürahiyi veriver hele, hazırlığımı yapıp düşeyim yola, demiş Keloğlan.

Besmeleyle binmiş Doru İsteğin sırtına. Göz yumup açıncaya kadar bahar, yaz, güz, kış bahçeleri bir bir geçip, karanlık dağı aşıp, karanlık uçuruma ulaşmış. İnmiş dibine ki; dev dursuz duraksız ağlar, rengi açılmış, biraz boyu küçülmüş...

- Seni beni yaratan hakkı için destur! demiş Keloğlan.

- Ah yiğidim!.. Umut merdivenim!.. Ah sultanımın elçisi Şükür geldin. Gelmezsen diye öyle korktum ki dev. Keloğlanın elinden billur sürahiyi kapmış. Sultanın kokusunu içine çekmiş. Ağlamış, ağlamış, ağlamış... Billûr sürahiyi gözyaşıyla doldurup Keloğlana uzatmış. Keloğlan besmeleyle mahmuzlamış Doru İsteği. Göz yumup açıncaya kadar karanlık dağı aşıp kulübeye ulaşmış. Pencereden bakmış; Akça Pakça Nine pöstekide namaz kılarmış. Ocakta bir kütük çıtır çıtır yanarmış. Eşiğe büzülüp beklemiş. Nine kapıyı açınca billur sürahiyi uzatmış.

- Ah nur yüzlüm, telli gözlüm, yavruuum!.. demiş Akça Pakça Nine. Tıpayı açmış. Gözlerini yumup torununun kokusunu içine çekmiş. Gözlerinden yaş, dudaklarından dua süzülmüş şıpır şıpır billur sürahinin içine. Süzülmüş, süzülmüş, süzülmüş... Sonra uzatmış Keloğlana.

- Al, yiğidim! Sultankızın ömrüne bereket olsun, demiş.

Besmeleyle binmiş Doru İsteğin sırtına Keloğlan. Göz yumup açıncaya kadar kış, güz, yaz, bahar bahçelerini bir bir geçip ulaşmış saraya. Billur sürahiyi sunmuş Padişaha. Padişah, besmeleyle Sultankızın ömür gülünün toprağına boşaltıp Aykıza uzatmış Sultankızın başucuna koysun diye. Keloğlan da Aykızın ömür gülünün dibine büzülüp uyumuş. Seherleyin uyanmış ki bir gonca sabah ezanı ile salınır, saktır da yanağını okşar. Aykız pencereye çıkmış ona bakar. Böyle böyle kırk gün geçmiş.

Karanlık uçurumun dibinde kırk gün ağlayan devin gözyaşıyla arına durula rengi açılmış, boyu küçülmüş. Nur Yüzlü Delikanlı oluvermiş sonunda. Gözyaşları da Sultankızın ömür gülünü yeniden yeşertmiş; Sultankıza şifa olmuş.

Kırkbirinci günün sabahı Keloğlan Padişahtan, göz yumup açıncaya kadar gözün ulaştığı yere ulaşan, biri al, biri ak çifte küheylan istemiş. Çifte küheylanı yedeğine alıp besmeleyle binmiş Doru İsteğin sırtına. Göz yumup açıncaya kadar bahar, yaz, güz, kış bahçelerini bir bir geçip kulübeye ulaşmış. Pencereden bakmış; Akça Pakça Nine pöstekide namaz kılarmış. Ocakta bir kütük çıtır çıtır yanarmış. Eşiğe büzülüp beklemiş. Akça Pakça Nine çıkınca al küheylana bindirmiş, göz yumup açıncaya kadar karanlık dağı aşıp karanlık uçuruma ulaşmışlar.

Nur Yüzlü Delikanlı ile Akça Pakça Nine kucaklaşmışlar, sarmaşıp ağlaşmışlar, şükür secdesine varmışlar. Ak küheylana da Nur Yüzlü Delikanlı binmiş besmeleyle. Göz yumup açıncaya kadar karanlık dağı aşıp, kış, güz, yaz, bahar bahçelerini bir bir geçip saraya ulaşmışlar.

Sultankız; ömür gülünün yanında durmuş, yüzünde güller açmış. Aykız; ömür gülünün yanında durmuş, yüzünde güller açmış. İkisinin arasında Padişah dururmuş... Allah'ın emri peygamberin kavliyle Sultankızı Nur Yüzlü Delikanlıya vermiş Padişah. Aykızı da Keloğlana nikahlamış.

Nur Yüzlü Delikanlı ile Sultankız sarayda kalmışlar. Akça Pakça Nineyi de yanlarına almışlar.

Aykız binmiş Doru İsteğe. Keloğlan da binmiş kel eşeğe. Göz yumup açıncaya kadar bahar, yaz, güz, kış bahçelerini bir bir geçmişler. Karanlık dağı aşıp eski değirmene ulaşmışlar ki; değirmenci, un çuvalını kapının önüne çıkarırmış. Keloğlan Değirmenciyi selamlayıp un çuvalını eşeğe yüklemiş. Bir eline Doru İsteğin dizginini almış, bir eline kel eşeğin yularını tutmuş evin yolunu. Anası fırını kızdırmış, arkasına dönmüş ki; karşısında Keloğlan... Bir elinde kel eşeğin yuları, üstünde un çuvalı; bir elinde Doru İsteğin dizgini, üstünde yüzü ay kaşları yay dünyalar güzeli. Bir sevinmiş, bir sevinmiş... Aykızla Keloğlanı bir bir kucaklamış.

Oğlum oğlum kel oğlum

Katmer katmer gül oğlum

Ekmeğimizin unu geldi çok şükür

Yoğuracak gelin geldi çok şükür...

Aykızımla ömrünüz bereketlensin

Dirlik olsun, düzenlik olsun, demiş.

- Amin! demiş Keloğlan.

Onlar ermiş muradına...

-Çocuklar için yayınlanmasını isteyen: Muhammet Vefa Köseoğlu