Gazze cihadı iç savaşa dönüşmeden

Neredeyse tüm savaş coğrafyalarında cihadı iç savaşa çeviren bir kadro var. Bana göre de oldukça mahirler. İşlerini iyi yapıyorlar. Hem de o kadar iyiler ki, savaş coğrafyasında Müslümanların birbirlerini öldürmelerini sağlarken, savaş dışı coğrafyalarda da kutuplaşmanın tohumlarını atabiliyorlar. O kadar ki; haberler doğru ise, Raid Salah gibi bir büyük mücahid bile bunlardan etkilenip, Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer’e küfredenlerin Kudüs davasında saf tutamayacaklarını söyleyebiliyor. Bu söylem, hem kastı aşan hem de yüzlerce yıllık bir kavgayı bu gün bir parantezle diriltmeye çalışan bir söylemdir.

Oysa İslam coğrafyaları yangın yerine dönmüş. Hem Afrika kıtası, hem de Ortadoğu ve Asya açısından bakıldığında, duman bizim coğrafyalarımızda tütüyor. Afganistan da bitmek bilmeyen çatışmalar, Pakistan da kimi, niye öldüreceği belli olmayan patlamalar, Irak ve Suriye’de tekbirlere karışmış boğaz boğaza adam kesmeceler. Tüm bu yaşananların ötesinde kötü olan şu; tarafların tamamı bunları Allah için yaptığı iddiasında.

Ben katagorik olarak Taliban’dan IŞİD’e tüm El Kaide tonlarını aynı sayar ayırmam.   Bu anlayış, tüm Müslümanların nefretine muhatap olmuş IŞİD çıktıktan sonra oluşmuş bir anlayış da değildir. Bünyesinde, sonu “tekfir”le neticelenme ihtimali bulunan ve bunu bir anlayış olarak barındıran hareketlerin, akıbeti IŞİD’leşmek olmuştur. Şimdilerde IŞİD, El Kaide’nin yaramaz ve kontrolden çıkmış uzantısı olarak tanıtılıyor.  Oysa ben, Afganistan’da Karzai hükümetinde polis olmak için sınav sırası bekleyen 20 yaş grubundaki Afgan genci polis adaylarını, bir canlı bomba marifetiyle herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın öldürülmesi ile IŞİD’in Irak ve Suriye’de yaptığı kitlesel imhaların aynı kaynaktan beslendiğine inanıyorum. Her ikisi de önce dinden çıkartıp sonra öldürüyor. Her ikisi de öldürme fiilinin gerekçesini Allah’ta arıyor. Her ikisi de bu öldürmenin gerçek düşmanla savaşmaktan daha aziz olduğunu iddia ediyor.  Bunu nereden mi çıkarıyorum?

Geçenlerde IŞİD, HAMAS’ı tehdit etti. Bu tehdidin altında “tekfir” olduğundan hiç şüphem yok.  Gazze’ye giriş sürecini başlattıklarını ve HAMAS’la hesaplaşmanın yakın olduğunu bildirdiler. Bu tehdidi yapan IŞİD’in Irak ve Suriye’deki marifetlerine bakılacak olursa Gazze’de İsrail’in yükünün büyük kısmını alacak gibi gözüküyor. Eğer girişi becerebilirlerse hem HAMAS’ı hem de İslami Cihad’ı yoracaklarından ve Gazze’deki cihadı kirleteceklerinden hiç şüpheniz olmasın. Bu girişin mümkün olamayacağına inanıyorum. Bunu, girmeye çalışanların beceriksizliğine değil,  HAMAS’ın ferasetine bağlıyorum. Yoksa onlar Afganistan’dan başlayıp Suriye’ye kadar uzanan tüm savaş cephelerine önce savaşçı olarak girip, sonra sağladıkları küresel katılımlarla o cepheleri bir cihad cephesi olmaktan iç savaş cephesi olmaya dönüştürmeyi çok iyi beceriyorlar.

Gazze cihadı iç savaşa dönüşmeden, Gazze dışında bir gücün, Gazze adına inisiyatif alması artık zaruridir. Gazze, Ortadoğu’da ve Afrika’da gelişen son olaylar cephesinden baktığımızda artık daha bir yalnız, daha bir çaresiz. Filistin’in, tüm İslam ümmetinin ve İslam coğrafyalarının ortak paydası olduğunda şüphe yok. Filistin, hepimizin evi. Filistin’in kadim ve bir o kadar ağır yükü, sadece tünellerden geçebilen şeylerle yaşam ve varlık mücadelesi veren Gazze’lilerin omuzlarına yüklenemez. Batı Şeria ve Abbas hükümetini söylemeye bile gerek yok. Abbas hükümeti altında yaşayan Filistinliler, Ürdün, Lübnan ya da Suriye kamplarında yaşayan mülteci Filistinliler kadar bile özgür değiller. Her sabah evlerinden çıktıklarında gördükleri ilk insan, omzunda uzi’si asılı bir İsrail askeridir.  O sebeple bu kavganın ivmesini o coğrafyanın dışından vermek daha doğru ve daha az hasarlıdır.

Türkiye’nin Gazze için  İsrail’i çıldırtan bir inisiyatife imza atmasının vakti geldi de geçiyor bile.  Bu artık tüm dünyanın beklediği bir şey. 2011 Suriye iç savaşı öncesi Gazze ve Filistin üzerinde İran ve Hizbullah’ın belirgin bir ağırlığı vardı. Bunun dini gerekçeleri olduğu gibi hem İran için hem de Hizbullah için inkâr edilemez stratejik karşılıkları da mevcut. Hizbullah, İran için Lübnan’da paratoner görevi yapıyorken, HAMAS’ta Filistin’de bir anlamda Lübnan için paratoner karşılığındaydı. Hem İran’ın hem de Hizbullah’ın HAMAS üzerinden elde ettikleri ciddi savunma menfaatleri vardı. İsrail, Suriye iç savaşının görünen net sonucu olarak bu zinciri kısmen kırdı. HAMAS artık Suriye’de değil. Gazze dışında da kontrol dışı örgütlenme yapabileceği bir yer   henüz bulamadı. İsrail bu saldırgan tutumunu devam ettirirse HAMAS daha güçlü lojistik oluşturacağı bir yer bulmak ve tahkim etmek zorunda.  Eğer Türkiye bu konuda kayda değer bir çalışma yapıp, uluslar arası mekanizmaları devreye sokarak HAMAS’ın tatmin olacağı bir sonuç çıkaramazsa, HAMAS muhtemelen bundan sonraki stratejik mekânını Lübnan’da oluşturacak.  Yani yeniden ve çaresiz olarak İran ve Hizbullah ağırlığına evet demek zorunda kalacak. Bu ise bu günlerde Gazze’ye girmeye çalışan ve İsrail saldırılarına rağmen Gazze’de bir iç çatışma planını açık açık ilan eden IŞİD’e gün doğması demektir.  Çünkü IŞİD HAMAS’ı,  Lüban’da konuşlandığı için çok daha rahat vuracaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.