Gazeteci misin lokantacı mı?

Bundan tamı tamına 30 sene önce 4 Ekim 1992 günü Konya'dan Ankara'ya, Ankara'dan İstanbul'a, İstanbul'dan da Mısır'ın başkenti Kahire'ye uzun bir yolculuk yaptık Konya İmam Hatip Lisesinden sınıf arkadaşım Ahmet Gökmen ile beraber...
Gece saat 10 gibi Kahire havaalanına indik, ne kimseyi tanıyoruz ne de kimse bizi bekliyor. Tamamen Allah'a güvenerek çıkmıştık yola, havaalanında bizim gibi Mısır'a okumaya giden başka Türkler de vardı onları karşılamaya gelen arkadaşa baktık düzgün birine benziyordu. Bu arkadaşları nereye götürüyorsanız bizi de götürür müsünüz dedik, olur dedi ve 4-5 tane taksi tutuldu, bindik arka arkaya havaalanından Kahire'nin içlerine doğru yola çıktık.
Adını sonradan öğreneceğimiz ve sıkça kullanacağımız '3 katlı' denilen bir binaya gece yarısı vardık ve bizi oraya götüren arkadaş bulduğunuz bir yere kıvrılıp uyuyun sabah görüşürüz dedi koydu gitti. Dediği gibi yapıp hasırların üzerine zaten yorgunduk uzanıverdik..
Sabah namazı için kalktıktan sonra bir daha uyku tutmadı, gün ağarırken kendimizi sokağa attık etrafı tanımak adına. Döndüğümüzde kahvaltı sofrası hazırlanıyordu, sofra dediğime bakmayın birkaç çeşitten ibaret..

Kahvaltıdan sonraki gündemimiz kafa dengi bir iki arkadaş bularak kiralık ev bulmak..
Biz Ahmet'le beraber 2 Konyalı yanımıza iki Adanalı arkadaş takıldı 4 kişi birkaç saat içerisinde kiralık bir daire bulduk. Kahire'de genelde evler eşyasıyla birlikte kiraya veriliyor, yanınızda bir ev eşyasına ihtiyaç olmuyor. Yani yatağından yorganına, çatalından kaşığına her şey var evlerde. Bulduğumuz bu evde 4 arkadaş ancak iki gün kalabildik, çünkü Adanalı arkadaşlar sağ olsunlar iki günde bezdirdiler bizi, sürekli Müslüm dinliyorlardı. Evde bir toplantı yaptık ve Adanalı arkadaşlara şikayetlerimizi ilettik dedik ki "Birincisi sürekli müzik dinliyorsunuz biz sessizlik isteriz, ikincisi sizin namaz kıldığınıza hiç şahit olmadık!" bir tanesi hiddetlendi "Biz namazları gece toptan kılıyoruz" deyiverdi. Bu cümleden sonra başka bir cümle kurmadık..
Biz Ahmet'le beraber eşyalarımızı topladık ve Adanalıları orada bırakarak yeniden 3 katlıya döndük. Bu sefer bahtımıza bir Tokatlı (Ali Öz) bir Sakaryalı (Şamil Arslan) bir de Trabzonlu (Mustafa Yılmaz) düştü. 5 kişi aynı gün bir başka daire tutarak yerleştik. Orada da Trabzonlu arkadaş huzur vermedi, daha doğrusu Oflu biriydi! Evi o bulduğu ve sözleşmeyi o yaptığı için onu da eviyle başbaşa bırakıp daha bir ayı doldurmadan 3. evimize taşındık...

İşte bu 5 kişilik grup sürekli yemek ve bulaşık tartışması yapıyordu. En sonunda mevzuya el koydum ve "Bundan böyle hergün yemekleri ben yapacağım, siz sırayla bulaşık yıkayacaksınız" dedim. Hepsinin hoşuna gitti, kabul ettiler. "Söyleyin bakalım İlk gün ne yemek istersiniz" dedim, "kuru fasulye ve pirinç pilavı istiyoruz" dediler, "tamam" dedim. Onlar rahat rahat uyudu, ben sabaha kadar kuru fasulye nasıl pişer, pilav nasıl yapılır kafa yordum, hiçbir fikrim yoktu çünkü. Kahvaltıdan sonra ilk iş Kahire'de 2. yılını yaşayan Bozkırlı Üzeyir Oğuz kardeşimin kaldığı eve gittim ve çaktırmadan muhabbet esnasında "Sen kuruyu nasıl yapıyorsun, pirinci nasıl yapıyorsun" diye sordum. O da anlattı, bir fikir sahibi oldum hemen geldim. Acemi şansı harika bir kuru fasulye ile olağanüstü güzel bir pirinç pilavı akşam arkadaşların huzuruna benim elimden çıktı. Dediler ki "Sen hakikaten çok güzel bir ustaymışsın." Oysa basit bir tarif üzerine ilk defa yapıyordum. Gaza gelmiştim, artık ustaydım, "Söyleyin bakalım yarın ne yemek istersiniz?" dedim. "Karnıyarık isteriz!" Haydi buyur bakalım, kendime durduk yere iş almıştım...

Bu böyle bir süre devam etti ben yüksünmeden hergün o yemekleri yaptım, ancak diğer 4 arkadaş 4 günde bir bulaşık sırasında adam gibi bulaşıkları yıkamayı ihmal ettiler. Sen yıkadın, ben yıkadım derken kavgaya tutuştular. Çok fena patladım bunlara, "Ben hergün saatlerimi verip sizi mutlu etmeye çalışırken siz 4 günde bir 10 dakika bulaşık yıkamayı beceremediniz. Bu iş burada biter." Eski sisteme döndük. Az salçalı makarna, bol salçalı makarna, yumurtalı makarna, az salçalı yumurta çok salçalı yumurta...

3. evimize taşındıktan sonra ev arkadaşlarıma içimden geldi bir gün revani yaptım. Daha tepsi fırından çıktıktan 15 dakika sonra revaninin yerinde yerler esiyordu. Bir daha yap bir daha yap...
Yine bir seferinde de çarşıda gezerken don balık aldım, kızartıp yanına salata, ardına da revani yapıp misafir çağırdım. Çok beğenildi ve pek çok eve aynı menüden yapmam için davet aldım...
Hikaye uzun...

Mısır'a gidişimin 30. yıl dönümünde bunu niye anlattığıma gelince, şimdilerde restoran işletmeciliği yapıyorum ya, bana soruyorlar sen gazeteci değil misin, ne alaka diye...
Evet, önce gazeteciyim sonra da iyi bir gurme. Gurme derken, yemeyi de yapmayı da çok seviyorum. Özel ustalık gerektiren yemekler dışında neredeyse tüm yemekleri yapabilirim..
Her iki mesleğimi de çok seviyor, ikisinden de vazgeçemiyorum.
Gazetecilik ilk aşkım, restoran işletmeciliği ise ikincisi. İnşallah, yakında Mevlana bölgesinde iddialı bir restoran ile karşınızda olacağım ve 2023'te de gazeteci kimliğimle daha sık buluşacağız bu köşede...
Cenabı Hak herkese sevdiği işi yapmayı ya da yaptığı işi sevmeyi nasip etsin. Ya değilse çekilir mi hayat?
Allah yar ve yardımcımız olsun inşallah...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum