FETÖ'nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu raporu (4)

FETÖ'nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu raporu (4)

Rapordan:- "Örgütün, seçilmiş iktidarı devirmeye yönelik girişimlerinin 15 Temmuz'dan çok önce 17-25 Aralık 2013 süreciyle ortaya çıkarak fiili darbe girişimine kadar süregeldiği, MİT tırlarının durdurulması ile uluslararası alana taşınmaya çalışıldığı di

TBMM (AA) - FETÖ'nün Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu raporunda, "Örgütün, seçilmiş iktidarı devirmeye yönelik girişimlerinin 15 Temmuz'dan çok önce 17-25 Aralık 2013 süreciyle ortaya çıkarak fiili darbe girişimine kadar süregeldiği, MİT tırlarının durdurulması ile uluslararası alana taşınmaya çalışıldığı dikkate alındığında, Balyoz, Ergenekon gibi dosyalardaki hukuka aykırı işlemler de FETÖ'nün bir kısım hukuki imkan ve argümanları darbe girişimindeki tanklar ve uçaklar gibi kullandığını gözler önüne sermektedir" denildi.

Fethullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ/PYD) 15 Temmuz Darbe Gi̇ri̇şi̇mi̇ i̇le Bu Terör Örgütünün Faali̇yetleri̇ni̇n Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemleri̇n Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu'nun taslak raporunda, 15 Temmuz darbe girişiminin, ülkenin ve devletin bekasını kökünden tehdit eden bir vaka olarak tarihteki yerini aldığı, darbe girişimi, daha ilk saatlerinden itibaren darbeye direnmek için sokaklara inen halkın, emniyet güçlerinin ve diğer kurumların kahramanca ve kararlı direnişiyle püskürtüldüğü dile getirildi.

"Darbenin hemen ardından, alınan birçok acil tedbirle darbenin birçok olumsuz etkisi bertaraf edilmeye ve FETÖ tamamen etkisiz hale getirilmeye çalışılmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunmuştur." denilen raporda, ancak FETÖ tehdidinden ve ileride çıkabilecek benzer darbe tehditlerinden ilelebet kurtulabilmek için kısa vadede alınan tedbirlerden sonra uzun vadeli, çok daha önemli, yapısal tedbir ve dönüşümleri hayata geçirmenin acil bir ihtiyaç haline geldiği vurgulandı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurumsal yapılanmasında, 15 Temmuz darbe girişimiyle iyice ortaya çıkan, bazı sorun ve zafiyet alanlarının su yüzüne çıktığı ifade edilen raporda, bu alanların FETÖ'nün ortaya çıkması ve büyümesinde farklı derecelerde etkisi olduğu belirtildi. Raporda, istihbarat alanındaki tehdit algısının farklılık göstermesi ve kurumlar arası koordinasyonsuzluğun, bu konuda bir körlük oluşturduğu, FETÖ'nün de bu körlükten azami ölçüde istifade ederek en kritik kurumların en kritik noktalarına kadar sızabildiği kaydedildi.

Eğitim alanında devletin vermiş olduğu hizmetin ve sağladığı imkanların nitelik ve nicelik bakımından yetersiz kalmasının FETÖ'nün bu alanda yuvalanarak hızlıca eleman temin etmesine olanak sağladığı aktarılan taslak raporda, bu zafiyet alanlarının ortadan kaldırılması, daha sağlıklı bir toplum ve devlet yapısına kavuşuşması yönünde alınması gereken tedbirlere de yer verildi.

Demokratik hukuk devletinin altyapısının geliştirilmesi ile yeni anayasa, toplumsal güven ve meşruiyetin tesisi konularına işaret edilen raporda, darbe girişiminin TBMM'nin de işlevsiz kalmasını hedefleyerek hukuk sistemindeki normlar hiyerarşisini bertaraf etmeye yöneldiği bildirildi.

Raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:

"FETÖ mensupları, demokratik usullerle ve hukuk sistemi içerisinde amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamış ve bunun sonucunda ise ancak Türk hukuk sistemini işlemez hale getirecek fiili bir darbe ile nihai hedeflerine ulaşabilecekleri paradigmasını oluşturarak harekete geçmiş iseler de örgütün, seçilmiş iktidarı devirmeye yönelik girişimlerinin 15 Temmuz 2016 tarihinden çok önce 17-25 Aralık 2013 süreciyle ortaya çıkarak fiili darbe girişimine kadar süregeldiği, MİT tırlarının durdurulması ile uluslararası alana taşınmaya çalışıldığı dikkate alındığında, Balyoz, Ergenekon, Hüseyin Kurtoğlu gibi dosyalardaki hukuka aykırı işlemler de FETÖ'nün bir kısım hukuki imkan ve argümanları 15 Temmuz darbe girişimindeki tanklar ve uçaklar gibi kullandığını gözler önüne sermektedir. Amaca giden yolda her türlü hukuksuzluğu, kişilerin itibarlarını ve hatta hürriyetlerini ellerinden alacak boyuttaki haksızlıkları mübah gören örgüt, gerek elinde tuttuğu medya gücü ile gerçekleştirdiği algı yönetimi yoluyla gerekse politikacıların bakış açısı farklılıklarından kaynaklanan günlük siyasi tartışmalardan faydalanarak bahse konu hukuksuzlukların toplumun belli kesimlerince fark edilmesini engellemiş ve hatta bu hukuksuzlukların toplumun farklı kesimlerinde makbul görülmesine neden olmuştur. Gerek iktidar ve gerekse muhalefetten olsun toplumun tüm kesimlerine tatbik edilen bu hukuksuz uygulamalar böylece tüm toplum nezdinde hukuka olan inancı derinden zedelemiştir. Bu kapsamda darbenin etkilerinin bertaraf edilmesi ve yeniden hukuk sistemi kullanılarak darbe girişimlerinde bulunulmasını engellemek üzere uygulanması gereken en önemli rehabilitasyon toplumun hukuka olan inancını yeniden tesis etmek olmalıdır."

- "2010 HSYK seçimlerinden sonra operasyonel güce ulaştı"

FETÖ’nün Türk yargısında etkinliğinin 2010 HSYK seçimlerinden sonra operasyonel güce ulaştığı, 2014 yılındaki HSYK seçimlerinin oluşturduğu tablo ile bu etkinliğin kırılabildiği anlatılan raporda, HSYK üye seçim usulünün değiştirilerek kurulun oluşumuna müdahalenin engellenmesinin demokratik hukuk devleti ilkesi açısından öneminin altı çizildi.

Raporda, "FETÖ mensubu hakim ve Cumhuriyet savcılarının örgütçe hedeflenen kurumları, bu kurumlarda görev yapan ve kendilerinden olmayan kamu görevlilerini, haksız ceza veya disiplin soruşturmalarına maruz bırakarak tutuklanmalarına, mahkumiyetlerine, ihraçlarına, istifalarına ya da en azından terfi edememelerine sebebiyet vererek tasfiye ettikleri gözetildiğinde, bir kısım kamu görevlileri yönünden soruşturma başlatılmasının ve haklarında ceza muhakemesi tedbiri uygulanmasının daha ağır şartlara bağlanması alınması gereken önlemler çerçevesinde değerlendirilmelidir." denildi.

Yargının bağımsız ve tarafsızlığının önemine de vurgu yapılan raporda, Türk hukuk sisteminde bağımsızlık ve tarafsızlığın anayasa ve yasalarla güvence altına alındığı hatırlatıldı. Raporda, "Hakim ve Cumhuriyet savcılarının gerek seçiminde ve gerekse eğitimlerinde daha hassas davranılması ileride karşılaşılabilecek sorunların engellenmesinde hayati öneme haizdir." görüşüne yer verildi.

Raporda milletin temsilcileriyle geniş bir tartışma ortamında hazırlanmış yeni ve sivil bir anayasa olan ihtiyaç vurgulandı.

- Sivil dini oluşumlar ve devlet ilişkisi

Komisyonun raporunda sivil dini oluşumlar ile devlet arasında ilişkilerin yeniden düzenlenmesine de bir başlık altında yer verildi.

Laikliğin devlet-din-toplum ilişkilerini düzenleyen temel ilkelerden olduğu ancak siyasi tarihte laiklik adına yapılan kimi haksız ve yanlış uygulamaların laikliğe bir devlet davranışı değil de siyasal-toplumsal bir kimlik olarak bakılmasına yol açtığı ve birleştirici olması gereken laikliğin ayrışmaların kaynağı haline getirildiği kaydedildi.

Raporda, "Birlikte yaşamayı sağlayan, din ve inanç özgürlüğünü temin eden, devletin inançlar karşısındaki tarafsızlığını ifade eden laiklik, bugün tüm gerçekliğiyle yeniden keşfedilmelidir. Dindarları baskı ve zan altında tutan agresif ve militan laiklik yerine, inanç ve düşünce çoğulculuğunu koruyan ve güvence altına alan bir laiklik algısı üzerinde durulmalıdır. Zira laiklik, dinin farklı yorumlarının saygı ve anlayış içinde öğretilmesini ve öğrenilmesini sağlaması bakımından din anlayışından kaynaklanan farklı yorumları korumanın da en etkili yoludur. Böylece dini fanatizm ve dogmatizmi besleyen tektipçilik önlenmiş olacaktır." denildi.

Türkiye'nin bu tür yapılarla sorun olarak karşılaşmaması için hukuk içerisinde dini özgürlüklerin tam bir güvence altına alması gerektiği bildirilen raporda, cemaat yapılarının çoğunun açık, şeffaf ve esnek olmadığı, faaliyetlerini gizlilik içinde ya da denetimlerden uzak şekilde yürüttüğü, bu yapıların toplum yararına çalışıp çalışmadıkları hususunun kim ya da hangi kurumlarca akredite edileceğinin ciddi bir sorun olduğu belirtildi.

Bu görevin tek başına Diyanet İşleri Başkanlığınca yerine getirilemeyeceğine işaret edilerek sorunların giderilmesine yönelik hukuki düzenlemeler gerektiği değerlendirmesi yapıldı.

- RTÜK'te ilahiyatçı daimi üye önerisi

Raporda, iletişim araçlarının gelişmesi, sosyal medya ve diğer internet imkanlarının yaygınlaşmasının, Türkiye'de din içerikli enformasyonu yoğunlaştırdığı görüşüne yer verildi.

Bu yoğunluğun arasında, zaman zaman doğru din algısına zarar verici, temel kaynaklara ve kabullere aykırı, toplumu rahatsız edici ve çatışmaya yol açıcı odakların bilinçli bir propaganda yürüttüğü vurgulanarak mevzuatta bu durumu engelleyici birtakım düzenlemeler yapılması gerektiği aktarıldı.

Raporda şunlar kaydedildi:

"Bu alandaki önemli boşluklar sebebiyle medya üzerinden toplumun dini bilgisi ve bilinci manipüle edilebilmektedir. Çeşitli özel TV kanalları ve sanal medya aracılığıyla her geçen gün ortaya yeni dini karizmalar ve lider tipleri çıkabilmekte ve ilmi, dini yetkinlikleri olmadığı halde dini istismar etmektedirler. Bu noktada sahih ve bilimsel dini bilginin de yetkililerce denetlenmesi kaçınılmazdır. Yüzlerce özel dini kanaldan, toplumun kafasını karıştıracak, onları dini görünümüyle farklı mecralara sürükleyebilecek zararlı, bölücü, kışkırtıcı, kin ve nefret söylemi taşıyan, şiddet ve teröre özendiren yayınlar karşısında ne yazık ki RTÜK dışında hiçbir denetim bulunmamaktadır. FETÖ'nün çok sayıda medya organını çok etkin bir biçimde kullandığı unutulmamalıdır. Acil bir tedbir olarak RTÜK bünyesinde en az birkaç yetkin ilahiyat hocasının veya Din İşleri Yüksek Kurulu üyesinin daimi üye olarak istihdam edilmesi uygun olacaktır. Ne kadar kayıt ve kontrol altına alınırsa alınsın, dini alan her zaman istismara açık bir alan olarak kalacaktır. Bu hassas ihtimale karşı yapılması gereken işlerin başında, bilim ve düşünce özgürlüğünün teminat altına alınması gelmektedir. Bilim insanlarının, düşünen insanların ve düşüncelerinin teminat altına alınması büyük önem taşımaktadır. Düşünce özellikle de inanç özgürlüğü güven altına alınmadığı taktirde istismara açık bir alan bırakılmış olur."

- "Diyanet İşleri Başkanlığı takviye edilsin"

Bir taraftan inanç özgürlüğü teminat altına alınırken, diğer taraftan da Diyanet İşleri Başkanlığının takviye edilmesi gerektiği belirtilen raporda, "Mevcut haliyle Diyanet bu tür yapıların inanç özgürlüğünü istismar ederek yol açtığı zararlarını, tehditlerini önleyebilecek durumda değildir. Bu boşluklar doldurulmadığı sürece Diyanet İşleri Başkanlığının veya başka bir yapının bu unsurlarla mücadelesi başarılı olamayacaktır." görüşü aktarıldı.

Din-devlet-cemaat ilişkilerinin serinkanlılıkla yeniden ele alınması ve bu konuda her üç unsurun da yararına olmak üzere birtakım yeni adımlar atılması ve çatışmaya değil dayanışmaya dayalı bir ilişkinin yöntem ve çerçevesinin çizilmesi gerektiği vurgulanan taslak raporda, İslam'a hizmet gayesiyle kurulan bütün kuruluşların, hayırsever milletin bağışlarıyla inşa edilen bütün sivil yapıların kendini sorgulaması, bir öz eleştiri yaparak toplumsal güveni zedeleyecek ve istismar algısına kapı aralayacak her türlü tutum, tavır ve davranış, iş ve işlemden özenle kaçınması gerektiği aktarıldı.

Raporda, "Sivil girişimlerle ortaya çıkan dini oluşumlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplumsal bir gerçekliktir. Önemli olan sosyokültürel dini oluşumların, dinin sahih bilgisi ve temel kaynakları ekseninde toplum yararına faaliyet göstermeleridir. Bunun toplumun dini kültürel hayatına yapacağı katkı yadsınamaz. Ancak bu oluşumların açık, şeffaf, hesap verebilir, toplumu ayrıştırmayan, dini duyguları ve güveni istismar etmeyen bir yapıda olmaları son derece önemlidir. Kendinden menkul iddialarla ve subjektif deneyimlerle hakikati tekeline alarak dini nüfuz alanı oluşturma ve toplumun dini dokusunu dejenere etme girişimleri asla onaylanamaz." görüşlerine yer verildi.

- "Dünyayı kurtarma iddiası"

Raporda, FETÖ bağlamında üzerinde durulması gereken bir olgunun da "dünyayı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan ve mega idealler peşinde koşarak bir misyon edasıyla hareket eden dini yapılar" olduğuna işaret edilerek bu hareketlerin zamanla dini içerikli bir yapı, söylem ve hedef görünümü altında uluslararası alanda kullanıma açık siyasal bir araca dönüşebildiği vurgulandı.

Dini nitelikli yardım kuruluşlarının da bu kuruluşların masrafları ile gelirleri arasındaki uyumun yeniden düzenlenmesine ihtiyaç olduğu anlatılan raporda, "İçişleri Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bu türden uluslararası ve ulusal yardım organizasyonlarının denetlenmesi yönünde gerekli önlemler geliştirilmeli, ayrıca sivillerin de denetim faaliyetlerine katılımı sağlanarak bu alana ilişkin ombudsmanlık benzeri bir denetim kurumu ihdas edilmelidir." denildi.

- "Diyanet Akademisi kurulabilir"

Mezhepsel ayrışmaların ortaya çıkardığı tehlikelere de dikkat çekilen raporda, şu değerlendirme yapıldı:

"FETÖ örneğinde olduğu gibi, halkın çeşitli dini yapılar adı altında bölüp parçalanmaması, en azından Avrupa'da yaşadığımız camilerin çeşitli dini yapılar altında klikleşmesi şeklindeki tecrübenin bir benzerinin ülkemizde de ortaya çıkmaması için acilen çeşitli tedbirler alınmalıdır. Son yıllarda çeşitli dini yapıların, Diyanet İşleri Başkanlığından bağımsız ve izinsiz olarak kendi binalarında cuma namazı kıldıkları, kendi anlayışları çerçevesinde hutbeler okuyup vaaz ettikleri bilinmekte ve bu gittikçe de yayılmaktadır. Bu durum, dini bilginin sıhhati ile ilgili olmasının dışında aynı zamanda bir iç güvenlik meselesi haline dönüşmektedir. Bu hususta devletin yeterli düzenlemeleri yapması ve bu tür dini faaliyetlerin de şeffaf, denetlenebilir olması gerekmektedir."

Raporda, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde alınabilecek tedbirlere yer verilerek şu önerilerde bulunuldu:

"Gerekli yasal zemin hazırlanarak Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Ankara'da faaliyet göstermek üzere Diyanet Araştırma Merkezi ile Diyanet Akademisi kurulabilir. İstanbul'daki İSAM tecrübesinden de yararlanarak Diyanet Araştırma Merkezinde oluşturulacak çeşitli birimlerde yasanın çizdiği görevler dahilinde Türkiye’deki ve yurt dışındaki dini oluşumlar, dini gelişmeler, dini sorunlar hakkında ilgili alan uzmanlarına çeşitli projeler tevdi etmeli ve ortaya çıkan sonuçları kamuoyuyla paylaşmalıdır. Diyanet Akademisinde ise Diyanet İşleri Başkanlığının iç hizmetine dönük olarak nitelikli personel yetiştirme, vaiz, müftü, din ataşesi ve benzeri diğer görevlilere din hizmetleri sahasında hizmet içi eğitimin yanı sıra lisansüstü çalışma imkanları, projeler hazırlatma ve benzeri çalışmalar yaptırılacak böylece daha sağlıklı bir din eğitimini doğrudan Başkanlık bünyesinde verme gibi avantajları olacaktır."

Diyanet İşleri Başkanlığının sivil dini yapı ve oluşumlar karşısındaki konumunun, izleyeceği politikaların, onlarla ilişkileri ve sorumluluklarının netleştirilmesi gerektiği dile getirilen raporda, Bu tür yapı ve oluşumların izlenmesi ve denetlenmesine yönelik hukuki düzenleme ve idari yapıların etraflıca tartışılması ve değerlendirilmesinin önemli olduğu vurgulandı.

Raporda, "Oluşturulacak bir denetim mekanizması aracılığıyla tarikat ve cemaatlerin özellikle maddi kaynakları, yapılanmaları ve ürettikleri hizmetler mercek altına alınmalı, her cemaatin ve tarikatın lideri, kognitif ve dini yapısı, hedefleri, kavramları, kabulleri, maddi kaynakları ve birikimi, üye sayısı, yurt içinde ve yurt dışındaki birikiminin kamuoyuna açıkça deklare edilmesi sağlanmalıdır." görüşüne yer verildi.

Dini yapılarla ilgili geçmiş dönemlerde getirilen yasaklama ya da baskılama politikalarının sorunu çözmediği ancak bunları kontrolsüz bir şekilde serbest bırakmak ya da görmezden gelmenin de büyük bir risk olduğu vurgulandı.

Raporda, "Şu halde izlenecek en uygun yol, dini alanda bir yanda en yüksek seviyede özgürlük sağlamak, diğer yandan da bunu dengeleyecek yeterli denetim ve kontrol mekanizmalarını tesis etmektir." denildi.

Yanlış söylemlerin sahih bilgi ile tashihi, halkın doğru bir şekilde aydınlanması, kabulü imkansız olan çeşitli sapkın tespit ve düşüncelerin önünün alınması ve hakikat arayışında insanlara doğru ve güvenilir bir rehberlik sunulması için Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Din İşleri Yüksek Kurulu ile geliştirilmiş bir üst kurul oluşturulabileceği bildirilen raporda, Başkanlığın komisyona göndermiş olduğu yazıda, bu alanda alınabilecek tedbirlere ilişkin şu önerilerde bulunduğu aktarıldı:

"Diyanet İşleri Başkanlığı, özellikle Din İşleri Yüksek Kurulu marifetiyle özgürlüklerine müdahale edilmeksizin, Türkiye’de din hizmetine ve din eğitimine destek veren sivil dini-sosyal teşekküllerle İslam'ın tarih boyunca medeniyetler kuran ana yolundan ayrılmamaları, her türlü ifrat ve tefritten uzak kalmaları, daha şeffaf ve denetlenebilir yapılar olması yönünde olarak ortak çalışmalar yapılmalıdır. Bu bağlamda ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşlarının sivil alanla daha fazla işbirliği geliştirerek bu sahada yapılan çalışmaların manipülasyonuna engel olunmalıdır.

Zorunlu eğitim ve öğretim çağındaki öğrencilerin öğretim gördüğü bütün okullarda sahih dini bilgi verilmesi hususunda gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Din adına toplumda söz söylemenin belirli bir yasal çerçevesi bulunmamaktadır. Bu sebeple tv, radyo ve internet ortamında din adına konuşan kişilerin ilmi usullere göre konuşmaları ve söylediklerini temellendirmeleri istenmeli ve beklenmelidir. Belli yorum farkları elbette zenginlik olarak değerlendirilmeli fakat dinin toplumu bir arada tutan milli dayanışmayı sağlayan, birlikte geleceğe yürüme imkanı sunan temel sabiteleri hususunda konsensüs sağlanmalıdır. Toplumsal hayatın gerekleri ve dini bilgilerle mücehhez, topluma önderlik yapacak donanımlı personelin yetiştirilmesi için meslek memuru olarak hizmet veren kişilerin eğitim alacakları Diyanet Akademi kurulmalıdır. Başkanlık bünyesinde kurulacak bir eğitim ve öğretim kurumunun sahih dini bilgi ile donanmış din görevlilerini yetiştirmede daha başarılı olacağı açıktır. Diyanet İşleri Başkanlığı ülkemizde çocuk, genç, aile ve eğitim içerikli çalışma yapan tüm kamu kurum ve kuruluşları ile eşgüdüm içinde çalışabilmelidir. Toplumun geniş kesimlerinde sahih dini bilginin kaynaştırıcı, birleştirici söylemi toplumsal huzurumuzun ve barışımızın itici gücü olacaktır.

Din alanı boşluk kabul etmeyen ve istismara açık bir alan olduğundan, Başkanlığımızın kadro taleplerinin ivedilikle karşılanması bu alanda karşılaşılan sorunları azaltacaktır. Dini ve kültürel hizmetlerin etkin bir şekilde yürütülmesi potansiyelini taşıyan camilerin, dini, sosyal ve kültürel ihtiyaçları karşılayacak, yalnızca ibadet edilen yer olarak değil yaşam alanı niteliği taşıyacak şekilde inşası için İmar Kanunu ve ilgili diğer mevzuatta düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır."

(Sürecek)

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :