Elif Şafak’ın AŞK’ı…

Şimdiye kadar hiç kitap eleştirisi yazısı kaleme almadım. Eleştiri konusunda uzman değilim. Lakin Elif Şafak’ın “AŞK” isimli romanını okuyunca, hakkında yazı yazma isteği duydum. Elif Şafak’ın edebiyat alanındaki yetkinliği, başarısı, dili, üslubu, kurgusu hakkında söyleyebileceğimiz çok fazla sözümüz yok. Bu konudaki yeterliliği, başarısı ortadadır ve edebiyatımıza kazandırdığı önemli eserler için teşekkürü hak etmektedir. Özellikle, Aşk romanında kullandığı teknik –kahramanların gözüyle olayları tahlil etme- oldukça farklı, sürükleyici ve geniş bakış açılı bir anlatımı ortaya çıkarmış.

         Ben, 29. kuralda belirtilen ve bence de doğru olan kader anlayışı ile kitabın genelinde verilen kader algısının uyuşmadığı, 68. ve 222. sayfalardaki birbiri ile çelişkili kurgu hatasından vs. uzun uzadıya bahsetmek istemiyorum. Eleştirim kitaba hakim olan genel düşünce ve hatalı yorumlanan ayetler üzerine olacaktır.

         Eski Türk filmlerinde defalarca karşılaştığımız ve izlemekten gına gelen, dindar her insanın sadece görüntüde dindar, dinin özünden bihaber olduğu; fırsatını bulur bulmaz zinaya varacak kadar günahları rahatlıkla işleyecekleri; insan sevgisi, vicdan, tasavvufi melekelerinin gelişmediği anlatılıyor. Öte yandan, günah işleyenlerin, gerçekte kötülüğe meyyal insanlar olmadıkları ve masum tarafları ön plana çıkarılıyor. Günah işleyenler pozitif, dindarlar negatif yargısı, rahatsız edici şekilde gözümüzün içine sokulmuş. Tam bir eski Türk filmleri klasiği! Tabiî ki bu mümkündür; günah işleyenler içinde masum olanlar, sevgi dolu kalp taşıyanlar; ibadet ettiği halde merhametsiz olanlar, iyilikten bihaber yaşayanlar mevcuttur. Ancak bunu genelleyerek sunmak pek insaflıca olmasa gerektir. Hele tasavvufi anlayışa hiç uymadığı açıktır.

         Benzer şekilde, ibadet ehlinin aşktan pek nasip alamamış kimseler olduğu, aşkta zirveye ulaşan sufinin ibadete ihtiyaç duymadığı mantığı verilmiş ki buna en basitinden şu soruyu sorabiliriz: tasavvuf ehli Allah’a karşı, ömrünün sonuna kadar ibadetlerini yerine getirmiş olan Muhammed(as)’dan daha mı aşk doludur? Tasavvufun mertebelerinin başı, o olmazsa diğerlerinin olmayacağı unutulmuş olsa gerek ki şeriat yeterince ve hak ettiği şekilde verilememiştir. Hakkıyla ibadetlerini yerine getiremeyenlerin tasavvufun ilk kapısını açamayacağı, ilk basamağını çıkamayacağı açıktır. Bu nedenle Mevlana tüm insanlığa vasiyetinde “… Buyruğa boyun eğmemizi, kötülük etmememizi, oruca devam etmemizi, namazı terk etmememizi…”* tembihlemiştir.

         Genellikle ibadetlerden uzak duranların sarıldıkları, en çok bildikleri ve ısrarla yanlış anladıkları “Dinde zorlama yoktur,” ayeti, maalesef Elif Şafak tarafından da gerçek anlamının dışında aktarılmış. Eğer ayet yazarın anladığı gibiyse “İslam da zorlama yoktur,” şeklinde olmalıydı ki insanı iyiliğe yönlendirmeyen, kötülüklerden uzaklaştırmak için yaptırım uygulamayan dinin bize ne faydası dokunurdu!? Peygamberimiz vefat ettiğinde zekât vermek istemeyenlere karşı Hz. Ebubekir’in “Allah’a yemin ederim ki namazla zekâtı birbirinden ayıranlarla savaşacağım,” ifadesini düşünmek gerekir. Doğrusu; insanın dinini seçip seçmemekte zorlanamayacağı ve bu konuda özgür olduğudur. Amma ben Müslüman’ım diyorsa, Müslüman’ım diyenler için K.Kerim’in neler söylediğini gözden geçirmesinde fayda vardır. Elif Şafak “Ben anneyim,” diyorsa çocuğuna bakmak ZORUNDADIR. Yok eğer çocuğuna karşı vazifesini yerine getirmiyorsa “annelik” etiketten ibaret kalır. Mesele benim Elif Şafak’ı annelik konusunda zorlamam değil, üstlendiği kimliğin kendisini zorlamasıdır.   

         Bence Elif Şafak’ın en önemli, en can alıcı hatası kitabın başkahramanını yani Şems’i, tasavvufun ve sufiliğin esrarengizlik ihtiyacı için, insani özelliklerin dışına çıkartarak kurban etmesidir. Hiçbir zaman hiçbir insana verilmeyen ve verilmeyecek olan tabiatüstü özellikler Şems’te varmış gibi sunulması, Şems’in kesinlikle, gerçek anlamda modellenemeyeceğini, örnek alınamayacağını gösterir. Kalpten geçenleri okuması, kapının dışından gözetlendiğini bilmesi, bir yere görünmeden girmesi, evin içindeyken katilinin dışarıda saklandığını anlaması, sağanak yağmurda elinde mumun sönmemesi gibi olağanüstü ve gerçek dışı özellikleri ile Şems halktan koparılmıştır. Kimseye görünmeden kerhaneye giremeyen biri Çölgülü’nün** kurtulmasına nasıl yardımcı olabilir? İnsan olarak gözlerin göremediği bir konuma gelemeyeceğimize göre mazluma yardım etmek için başka bir yol gerekiyor. Belki de Şafak’ın anlattığı gibi değil ama Baybars*** olmak da gerekiyor. Kitapta örneği verilen Hz. Ali, yüzüne tüküren düşmanını bırakıvermesi sufi düşünceyle örtüşebilir. Lakin hangi sebeple düşmanı öldürmeye kalkmıştı? Sufilikle açıklanamayacak bu nokta da atlanmamalıdır.

         Öyle sanıyorum ki, ne kendi başına aşk bir şeydir, ne tasavvuf, ne de ibadet; ne akıl, ne kalp ne de vahiy! Ancak hepsini ölçülüyle, bir potada eriterek ortaya çıkanla doğru yaşanabilir. Un, yağ, şeker kendi başına çok şey ifade etmiyor, “tatlı” olarak ortaya konmadıkça. Aşk da olmalı, şeriat da.

 

*Eflâki, Ariflerin Menkıbeleri S.17

** “Aşk” kitabındaki fahişe karakteri

*** “Aşk” kitabındaki ikiyüzlü dindar, zalim karakter

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum