Serpil Yalçınkaya

Serpil Yalçınkaya

DÖNÜŞÜM…

Başlığı gören okuyucularım Franz Kafka’nın o meşhur “Dönüşüm” adlı eserinden bahsedeceğimi düşünüyorlarsa yanılıyorlar efendim.

TDK sözlüğünden baktığımda “dönüşüm” kelimesi için üç farklı anlam verildiğini gördüm. Bunlar;

Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, şekil değiştirme, tahavvül, inkılap;

Görevinin değişikliğe uğraması yüzünden bir organda ortaya çıkan değişme ve

Bilinçaltına itilmiş bir duygu veya isteğin, karşıtı görünümünde veya başka bir biçimde bilince yükselmesi, transformasyon.” idi.

Sözü fazla uzatmadan konuya girelim artık.

Babaannemizin, arkadaşının torununa doğum hediyesi için, bize sipariş ettiği hediyeyi almak üzere; hafta sonu, şehrimizin belli-başlı, kocaman AVM’lerinden birine, içerisinde her yaş grubuna hitap eden renkli ve cezbedici fiyatlarıyla, yine kocaman sevimli hayvan logolu kocaman giyim mağazasına gittik…

 Ne zaman bu mağazaya gitsek, çocuklarımın ihtiyacı olmadığı halde “Ama annecim çok ucuzmuş, lütfen alalım, lütfennn!” ısrarcılıklarına dayanamayacağımı bildiğim için, daha otoparka girmeden ‘aracımızdan inmek istemediğimi’ belirttim. Çünkü iş mini mini bir bebek takımı alma işlemiyle sona ermeyecekti. Bunu adım gibi bildiğimden, direttim ve inmemek için gayret gösterdim. Lakin eşimin ve çocuklarımın “Ne anlarız biz bebek takımı almaktan, hadisene!” sözleriyle istemsiz bir şekilde o büyülü(!), o rengarenk ve cezbedici kıyafetlerle dolu mağazaya ben de adımımı atmış, ve tahminimde yanılmadığımı bir kez daha anlamış oldum. Bizimkiler önce görevleri gereği 0-5 yaş erkek çocuk bölümüne gidip oradan üstelik de bol indirimli, üstelik de bol renkli, cafcaflı, çok güzel bir takımı almamızdan sonra uzun kuyruklar sonucu ulaşılan(yaz-kış, bayram önü-bayram sonu, sezon dönemi-sezon sonu indirim dönemi hiç fark etmeden oluşan, yılan gibi kıvrılan upuzun kuyruk) kasaya değil de “Bakalım bakalımmm, daha neler indirime girmiş?” diyerek bir anda ortadan kayboldular. Ben elimde bebek takımı ortada kalakaldım. ‘Bari kuyruğa gireyim de anca sıra gelir.’ dedim. Ama sıra bana gelip de benden sonraki sekiz- on kişi de ödemesini yapıp bitirdikten sonra kuyruktan çıkıp aile efradını bulma işine giriştim.

 Kızım kendi yaş reyonunda, oğlum ve eşim erkek reyonunda, ellerinde üç-beş parça eşya(kılık-kıyafet demeliydim) ve hâlâ daha askılar arasında, itip çekerek ürün bakıyorlar. Sadece benimkiler mi, yok ne gezer… Şu mübarek hafta sonu tatiline kıyarak vaktini burada öldüren belki de yüzlerce kişi elleri, kolları ürün dolu, raflar ve askılar arasında hınca hınç bir mücadele içerisinde… Neyin mücadelesi bu… Evlerde artık kıpırdatacak yeri kalmayan, belki de henüz hiç giyilmemiş kıyafetlerin arasına birkaç, üç-beş ve hatta beş-on parça yenisini gardıroba tıkıştırma telaşı…

 Şaşırıyorum, gerçekten hayret ediyorum. Eskiden sadece bayramlarda kılık-kıyafet, ayakkabı alınır, o da bayramın birinde alındıysa diğerinde alınmazdı. Hem de o kadar kıymetli olurdu bizim gözümüzde o alınanlar. Ama bayram geçeli henüz şurada ne kadar zaman olmuş?

 Bu kadar mı çok ihtiyaçları var insanların, onca giyim kuşama.  Ne zaman dönüştük biz insanlar bu kadar tüketim odaklı olmaya. TDK’nın yazdığı gibi “Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, şekil değiştirme, tahavvül, inkılap” mı geçiriyoruz acaba? Moralim bozuluyor, suratım asılıyor. Zaman kıymetli ve nerede, ne için boş yere harcanıp gidiyor ve belki % 40 indirime girmiş diye hevesle alınan lüzumsuz şeyler için cebinizden çıkıp, çarçur edilen para da cabası.  Beni gören oğlum “Ama annecim yeni bir okula başlıyorum, yeni şeylere ihtiyacım var.” derken; kızım hiç susmadan onlarca bahaneyi soluksuz bir çırpıda anlatarak zaten bu konuda hep mağlup olan annesini bir kez daha ikna etmiş oluyor. Biz de ellerimizde üçer-beşer; ama başka zaman alsak belki de iki katı para harcamamızı gerektiren, ekstra ekstra elzem(!) ve de ucuz(!) kılık kıyafetlerle yeniden ödeme kuyruğuna giriyoruz…

Yazımın başında “Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ü üzerine değil bugünkü konumuz.” demiştim aslında. Ama belki de insan iradesinin ve özgürlüğünün günden güne yok oluşu, toplumun dayattığı düşüncelerle şekillenen(ben burada alışveriş ve kültür emperyalizmini kastediyorum) toplumun ondan beklentileri… Yaşamın tersine dönüşümüyle, yani Gregor Samsa’nın böceğe dönüştüğü andan başlayarak, böceğin iğrençliği, duruşu, sürüye uyuşmayan bağımsız bireyin toplum gözündeki iticiliği…

 
          Sistemin istediği yaşam tarzını, sisteme veren biz ebeveynler ve çocukları… Belirlenen ve istenilen tutumları sergileyen, alan, yapan, kabul eden varlıklar… Ve birilerinin beklentilerini karşıladığınız sürece değer gördüğünüz, kabul edildiğiniz bir toplum…

 Kitabın çevirisini yapan Ahmet Cemal’in de sonsözde belirttiği gibi;


            “Birey olmasını başaranlara düşman kesilen toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen aile yapıları yeryüzünde silinene değin, Kafka'nın Dönüşüm'ü geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır.”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum