Doç. Dr. Salih  Yılmaz Davutoğlu’nu yazdı

Doç. Dr. Salih Yılmaz Davutoğlu’nu yazdı

Doç. Dr. Salih Yılmaz Davutoğlu’nu yazdı...

Memleket Dergi yazarı Ankara-Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Salih Yılmaz bu sayıda AK Parti Genel Başkanı olan Ahmet Davutoğlu'nu yazdı.

İşte o yazı:

Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU kimdir? İşte Ahmet Davutoğlu’nun hayatı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 12. Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Başbakanlık koltuğuna Sayın Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’nun geçeceği açıklanmış oldu.  Peki, kimdir yeni Başbakanımız? İşte yanıtı:

 

1959 yılında Konya/Taşkent’te doğdu. Annesi Memnune Hanım, Davutoğlu henüz 4 yaşındayken doktora zamanında yetiştiremedikleri için hayatını kaybetmişti. Konya’nın Taşkent kasabasında o dönem için doktor bulamamışlardı. Babası Mehmet Bey, Türkmen kasabası olan Taşkent’te nakliye işleri ve kunduracılık ile geçimini sağlıyordu. Mehmet Bey, Memnune Hanım’ın vefatından sonra çocuğunun anasız kalmaması için yeniden evlendi. Analığı Sefure Hanım, Ahmet’e öz evladı gibi davranarak onun yetişmesinde önemli bir gayret göstermiştir. Sefure Hanım, Memnune Hanımın ölümünü unutamadığı için Ahmet’in doktor olmasını istiyordu. Ahmet Davutoğlu, bu analığını her zaman minnet ve şükranla anmıştır. Onun hakkında ‘Beni ve kardeşlerimi hiçbir ayrım gözetmeden bir Anadolu terbiyesiyle büyüttü’ ifadelerini kullanmıştır. Ahmet Davuoğlu doğan ilk kızına ikinci annesinin adını (Sefure), ikinci kızına da annesi Memnune Hanımın adını vermesi minnetinin bir ifadesiydi.

 

Ahmet Davutoğlu için analığı Sefure Hanım dışında babaannesi Hacıkızebe de hayatında önemli bir yeri olmuştur. Altı çocuk içerisinde tek erkek evlat olan Ahmet Davutoğlu, göz bebeği gibi idi. Davutoğlu’nun kendi ifadesiyle babaannesi Türkmen geleneği olarak her gün kendisine: “Oğlun­la ordu, kızınla oba olasın. Koç koç oğlanların ardına düşe, dünyalar ayaklarına gele, herkes sana akıl danışa…”’ vb. dualar ediyordu.

 

Hacıkızebe Taşkent’te de sözü geçen bir Türkmen kadınıydı. Bayram sabahı evlerinin önü onu görmeye gelen arabalarla dolduğunu Davutoğlu kendisi anlatmaktadır. Davutoğlu’nun kültürel alt yapısının oluşumunda babaannesinin önemli bir etkisi olmuştur. Bu durumu kendisi şöyle ifade etmiştir: “Sabah okula giderken, babam işe giderken hepi­miz sıraya girer babaannemin elini öperdik. Bu tören babaannem 1983 senesinde 95 yaşında ölene kadar hiçbir zaman aksamadı. Biz ayrılırken daha dua etmeye baş­lardı, akşam da aynı şekilde karşılardı. Akşama kadar hep hissederdik ki, onun duası yanımızda, yakınımızda. Şimdi de açıkçası o duaların bereketini her zaman his­sediyorum. Babaannemin okuduğu şiirler hâlâ kulaklarımdadır:

‘Horasan’dı bizim ilimiz,

İsfahan’dan geçti yo­lumuz.

Kervan olup göçtük bu diyarlara’ diye devam ederdi.

Herkes o dünya içinde bir yere, bir mekâna otu­ruyordu. O tarih bilinci, o mekân bilinci ve insanlarla olan ilişkilerimizdeki bu geçmiş birçok açıdan beni et­kilemiştir. Babaannem bunları etkilemek için yapmıyor­du, o kadar doğal bir şeydi ki. O doğal eğitimin içinde alıyordunuz o kültür unsurlarını.” Ancak babaanne Hacıkızebe dualarının kabul olduğunu göremeden vefat etti.

 

Davutoğlu ailesi İstanbul/Fatih’e taşınmış ve Babaanne de onlarla İstanbul’a gelmiştir. Ahmet DAVUTOĞLU, ilk eğitiminin ilk dört yılını İstanbul/Fatih’te Hacı Süleyman Bey İlkokulu’nda geri kalanını da Bahçelievler’e taşınmaları dolayısıyla orada bitirmiştir. Ahmet Davutoğ­lu daha beşinci sınıftayken babasının arkadaşı Mehmet Emin Alpkan’ın çıkardığı ‘Bizim Anadolu’ isimli gazetede yazılar yaz­mıştır.   

 

Ahmet Davutoğlu’nun karakterinin gelişiminde büyük etkisinin olduğu insanlardan birisi olan babası da 2003 yılında Taşkent’te geçirdiği bir trafik kazasında vefat etmiştir. Mehmet Davutoğlu var­lıklı bir kimse olmamasına rağmen hayırseverliğiyle tanınan ve hala ismi anılan bir insandır. İstanbul’da kazandığı paranın bir kısmını Taşkent’teki çocuklara burs olarak vermiştir. Trafik kazasında vefat ettikten sonra oğlu Ahmet DAVUTOĞLU’na, İngiltere’deki bir doktora öğrencisinden şöyle bir başsağlığı mesajı gelmiştir: “Mehmet Amca sizin babanız olabilir ama o, bi­zim de babamızdı. Eğer Mehmet Amca elimden tutma­mış olsaydı, ben şu anda yine dağlarda oğlak güdüyor olacaktım.” Ahmet Davutoğlu da babasını, ‘her şeyimi borçlu olduğum insan’ olarak tanımlamaktadır. 

 

Ahmet DAVUTOĞLU, 12 yaşında yatılı okula başlamıştır. Ortaöğretimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlamıştır. İstanbul Erkek Lisesi’ndeyken kitaplara gömülmüş, Batı ve Doğu kültürü arasında bir sentez bulmaya çalışan tipik bir öğrenci olmuştur. Bu okulda Cumhuriyetin ilk kuşağından Türk öğretmenlerden ders alarak tarihi bilincini kuvvetlendirirken aynı zamanda Alman öğretmenlerinden Batı kültürünü, Alman kültürünü ve edebiyatını öğrenmiştir. Yatılı okula başladığı ilk günlerden itibaren Kafka, Goethe, Berthold Brecht, Ahmet Hamdi, Fuzuli, Farabi, Ahmet Cevdet vb. şahsiyetlerin eserlerini karşılaştırmalı olarak okumaya özen göstermiştir. 1970’li yılların siyasi rüzgârı dolayısıyla Marksist literatüre dair de önemli bilgiler edinmiştir. Bu ideolojiyi mekanik olarak tanımlamıştır. En büyük sosyal aktivitesi futbol oynamak olmuştur.    

 

İstanbul Erkek Lisesi, Alman kültürü ve ideolojisine göre şeklenmiş olsa da okulda okuyan öğrenciler gibi Almanya’ya gitmek gibi bir hayal içinde olmamıştır. 1977’de liseyi bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesinde üniversite eğitimine başlamıştır. Davutoğlu, Boğaziçi’nde önce İktisat bölümüne kaydolmuştur. İngilizce hazırlık bölümünü başarıyla tamamladıktan sonra yaz ayında da İngiltere’de İngilizce eğitimini devam ettirmiştir. Fakat İktisat Bölümü kendisini memnun etmemiştir. Bu nedenle de Siyaset Bilimi Bölümünü de ilaveten okumaya devam etmiştir. Boğaziçi Üniversitesi’nde hem Ekonomi (1982)  hem de Siyaset Bilimi (1983) bölümlerinden mezun olmuştur. Boğaziçi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktorasını tamamlamıştır. Prof. Dr. Şerif MARDİN’in tez danışmanlığında bitirmiş olduğu doktorasından sonra akademik çalışma hayatına başlamıştır. Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezine karşı Osmanlı’nın “devlet-ebed-müddet” tezini karşılaştırması ona olan ilgiyi arttırmıştır. Amerika ve Malezya üniversitelerinden çalışma teklifi almışsa da kendisi Malezya’yı tercih etmiştir. Çünkü hem lisede hem de üniversitede Batı kültürüne dair önemli birikimler edinmişti. Akademik hayatına Doğu kültürüne ait bir kültür ile başlamak istemiş ve akademik çalışma hayatına buradan devam etmiştir.

 

Artık yalnız değildir. Çünkü 1984’te evlenmiştir. Dört çocuk babası olup (Sefure, Memnune, Mehmet, Hacer Bike); İngilizce, Almanca ve Arapça bilmektedir. Eşi Sare Hanım jinekologdur. Ailenin en önemli özelliklerinden birisi İstanbul Bahçelievler`de 40 yıldır aynı evde oturuyor olmalarıdır.  

 

Sare Davutoğlu da eşinin çalışmalarına destek olmak amacıyla sosyal ve kültürel aktiviteler ile uğraşmıştır. Malezya’da çalıştıkları dönemde üniversistenin kliniğinde görev yapmıştır. Sare Hanım, kürtaj karşıtı görüşleriyle tanınmaktadır. Kürtajın zararlarını ülkenin farklı yerlerinde verdiği seminerlerle anlatmaktadır.

 

Ahmet DAVUTOĞLU, 1990 yılında, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’nde yardımcı doçent olmuştur. Bu üniversitenin Siyaset Bilimi Bölümünü kurmuş ve 1993 yılında doçent olmuştur. 1994’te “The Civilizational Transformation and the Muslim World” (Medeniyetin Dönüşümü ve Müslüman Dünyası) kitabını ve doktora tezi olan “Alternative Paradigms”ı (Alternatif Paradigmalar) adlı tezini kitap olarak çıkarmıştır.

 

1990-1995 yılları arasında yurtdışında görev yapmıştır. 1995–1999 yılları arasında Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde çalışmış, 1995-1999 yılları arasında Yeni Şafak Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmıştır. 1998–2002 yıllarında arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde misafir öğretim üyesi olarak ders vermiştir.

 

1999’da profesör olmuş ve Beykent Üniversitesi'nde çalışmaya başlamıştır.  Günümüzde de büyük yankıları olan “Stratejik Derinlik” adlı kitabını burada yayınlamıştır. Artık Türkiye’nin her yerinde konferanslara çağrılan önemli bir siyasi bilge adam rolüne bürünmüştür.

 

Davutoglu’nun 2001 yılında yayımladığı "Stratejik Derinlik" adli bir kitabı bir anda popüler olmuş ve siyaset arenasında kendisini göstermesine fırsat vermiştir. Bu kitabin önsözünde Davutoğlu şunları yazmaktadır: “Türkiye`ye çevreleyen yakın kara, yakın Deniz ve yakın kıta havzaları, coğrafi olarak da insanlık tarihinin ana damarının şekillendiği alanları kapsamaktadır. Soğuk Savaş sonrası dönemin getirdiği dinamik uluslar arası ve bölgesel konjonktürde en yakın havzasından başlayarak dışa açılması kaçınılmaz olan Türkiye’nin stratejik derinliğinin yakın kara, yakın deniz ve yakın kıta bağlantıları ile yeniden tanımlanması ve bu derinliğin jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel boyutlarının dış politika parametreleri olarak kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Modernite Avrupa-Merkezli bir tarihi sürecin eseriydi; Küreselleşme ise kaçınılmaz bir şekilde başta Asya olmak üzere bütün insanlık birikimini tarihin akış seyrinde tekrar devreye sokacak unsunlar taşımaktadır. Tarihi birikimi etkin bir açılıma temel sağlayacak toplumların öne çıkacağı bu süreçte Türkiye tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafi darlık içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karsı karşıyadır. Stratejik açıdan mihver bir ülke olan Türkiye, bu sorumluluklarının gereğini yerine getirmesi durumunda, yeni dengelerin oluşacağı daha istikrarlı uluslar arası konjonktüre daha uygun şartlarda giren merkez bir ülke konumu kazanacaktır.

 

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler üzerine yazmış olduğu makalelerden birisi 1980’li yıllarda onun Abdullah GÜL ile tanışmasına vesile olmuştur. Aralarında dostluğun zamanla ilerlemesiyle birlikte ortak strateji oluşturmaya kadar gitmiştir.

 

Abdullah GÜL’ün Başbakan olmasıyla siyaset bilimi konusunda kendisine danışmanlık yapma fırsatı doğmuştur. 3 Kasım 2002 yılında yapılan genel seçimlerin ardından 58. Cumhuriyet Hükümeti döneminde, Başbakan Başmüşavirliği ve Büyükelçilik görevine atanan Davutoğlu, 59. ve 60. Cumhuriyet Hükümetleri döneminde de bu görevlerini sürdürmüştür.

 

Dış politikada bakanlık görevi olmasa da etkinliği yoğun biçimde hissedilmiştir. AB ile ilişkiler, Kıbrıs müzakereleri, Irak savaşı, İsrail ile müzakereler vb. onun başarısının en önemli ayaklarından olmuştur. 2007 yılı seçimlerinde milletvekili olmayı kabul etmemiş ve üniversiteye dönme isteğini dile getirmişse de devletin sorunlarına duyarsız kalamamıştır. Diplomaside başarısından dolayı yurt dışında “Türk diplomasisinin Kissenger’ı”, “Gölge adam”, “İnce bir taktisyen” olarak anılmaktadır. 2008 yılında İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırılarda oynadığı önemli rol ile dış politikada etkinliğini göstermiştir.

 

1999–2004 yılları arasında Profesör unvanı ile Beykent Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanlığının yanı sıra, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde de misafir öğretim üyeliği yapmıştır.

 

Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık-Dışişleri Bakanlığı üçlüsü ile koordinasyon halinde öğrencisi Ali SARIKAYA’nın da desteğiyle çalışmıştır.vYurt içinde ve dışında “Neo-Osmanlıcı “ olarak suçlanmıştır. Fakat onun politikası bütünüyle Türkiye’yi “merkez ülke” konumuna getirmektir. Davutoğlu ve ekibinin temel amacı oldukça büyük bir geçmişe sahip bu medeniyetin kendi coğrafyasıyla bütünleşmesi ve tüm insanlığın barış içerisinde yaşamasıdır.

 

Ahmet Davutoğlu,  Başbakan R. Tayyip ERDOĞAN’ın 01 Mayıs 2009 günü açıkladığı yeni kabinede (60’ncı T.C. Hükümet) Dışişleri Bakanı olarak görev almıştır. Milletvekili olmayan Davutuğlu AK Parti hükümetinin parlamento dışından kabinede görev alan ilk bakan olmuştur.


Ahmet Davutoğlu’nun Konya’da, Toroslar’ın zirvesindeki Taşkent adlı bir kasabada başlayan hayatı İstanbul’da şekillenmiş ve Ankara’da zirveye çıkmıştır.

 

 

DIŞ POLİTİKA’NIN İNŞAASI

 

Ahmet Davutoğlu,  Danışmanlık ve Dışişleri Bakanlığı sırasında AK Parti dönemi Türk dış politikasının entelektüel ve teorik arka planını inşa etmiştir.  Bu inşa sürecinin ana başlıkları da şöyledir:

 

Merkez Ülke (Center State): Ahmet Davutoğlu tarafından Türkiye’nin uluslararası sistem içindeki hareket kabiliyetini ifade etmek için kullanılmıştır. Türkiye’nin jeopolitik, jeo-kültürel ve jeo-ekonomik olarak Doğu ile Batı arasında bir “aktarım nesnesi” değil aksine çok taraflı manevra kabiliyeti sayesinde kurucu, yapıcı ve düzen kurucu bir ülke olmasına gönderme yapar.

 

Proaktif Diplomasi (Proactive Diplomacy): Türkiye’nin yakın çevresinde yaşanan her türlü kriz çözümünde ve diğer ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesinde öncülük etmesini amaçlayan bir diplomasi türüdür. Bu politika Arap-İsrail, Suriye-İsrail, İran-Batı ve Boşnak-Sırp uyuşmazlıklarında arabulucu rolü oynamak istemesinde görülmektedir.

 

Ritmik Diplomasi (Rythmic Diplomacy): Diplomasinin aynı anda farklı alanlarda birbirleriyle uyumlu bir şekilde düzen içinde yürütülmesini öngören taktiksel bir hareketliliktir. Türkiye’nin uluslar arası ilişkilerde daha fazla aktif olmasını öngören ritmik diplomasi, bütün uluslararası örgütlerde ve küresel-uluslararası meselelerde bir aktör olarak var olmasını amaçlamaktadır.

 

Çok Boyutlu-Çok Kulvarlı Dış Politika (Multi-dimensional Foreign Policy): Türkiye’ye biçilen “Merkez ülke olma” konumunun getirdiği aktivizmin zorunlu bir sonucu olarak görülmektedir. Dış politika alanında değişik kulvarlarda farklılaşan aktörlerle “eşzamanlı” bir ilişki kurmayı gerekli kılar.

 

Uluslararası Düzeyde Aktif Katılım (Active Involvement in Global Level):Uluslararası örgütlere aktif bir şekilde katılmayı ve uluslararası anlaşmaların bir parçası olmayı öngören bir kavramdır.

 

Komşularla Sıfır Problem (Zero-problem with Neighbours): Komşu ülkelerle var olan sorunları minimuma indirmek şeklinde özetlenebilir. Ak Parti döneminin en çok konuşulan dış politika ilkesidir. “Türkiye’nin etrafı sürekli düşmanlarla çevrilidir psikolojisinden ve buna bağlı gelişen defansif refleksten kurtulup, bütün komşuları ile ilişkilerini iyi düzeye getiren bir ülke olma” fikri üzerine inşa edilen bir yaklaşımdır.

 

Düzen Kurucu Aktör (Order-Building Actor): Düzen kurucu aktör kavramı, Türkiye’nin devletlerarası ilişkiler ve uluslararası örgütlerde aktif bir şekilde rol almasını öngören bir rol-kimlik tanımlamasıdır. Türkiye’nin kurulmaya çalışılan “yeni uluslararası düzen”in şekillenmesinde güçlü bir aktör olarak yer alması gerektiğini ileri sürmektedir.

 

Yeni Diplomatik Üslup (New Diplomatic Style): Temelde Doğu platformlarında Doğulu kimliğinden gocunmadan, ama o kimlikle yüzleşip yine o kimlik etrafında tezler ve çözümler üretebilen, Batı platformlarında ise Batı’nın nosyonlarını özümsemiş, Avrupalı bir bakışla Avrupa’nın geleceğini tartışabilen bir ülke” olmak fikri üzerine inşa edilmiştir.

 

Önleyici Diplomasi (Preemptive Diplomacy): Temelde krizleri önleyici bir amaç güden bu diplomasi türü, krizlerden önce -ya da bir krizden sonra yeni bir kriz çıkmaması için- sürece diplomatik düzlemde müdahale ederek krizin önüne geçmek olan önleyici diplomasi, ikinci boyutuyla herhangi bir askeri müdahale öncesinde o müdahalenin diplomatik yollarla meşruluk zeminini oluşturmak anlamına gelmektedir.

 

Mekik Diplomasisi (Shuttle Diplomacy): Genellikle kriz zamanlarında ve konularında kendisine uygulama alanı bulan ve taraflar ve konuyla dolaylı ilgisi olan aktörlerle kısa süre içerisinde yoğun ve seri diplomatik görüşmeler gerçekleştirerek sonuca ulaşmayı amaçlayan bir diplomasi türüdür.

 

Özgüvene Dayalı Dış Politika (Self ConfidentForeign Policy): Dış politika yapım sürecini dışı ayrı içeriyi ayrı ve birbirinden farklı düzlemlerde ele almaktan ziyade bütüncül bir perspektifle işleyen ve ikisini bir arada yürüten bir eksende ele alır. Burada, krizlere sadece yanıt veren bir Türkiye değil bu krizlerin engellenmesinde ve çözümünde özgüvene dayalı etkin rol alınması gerektiğini ileri süren bir yaklaşım söz konusudur.

 

Küresel Güçlerle Uyumlu İlişki (Coherent Relations with Global Powers): ABD başta olmak üzere uluslararası sistem için güç dağılımı bakımından etkin olan küresel aktörlerle ilişkilerin birbirleriyle uyumlu ve dengeli olması, birbiriyle çatışmaması ve en önemlisi de birbirlerine alternatifmiş gibi gösterilmemesi esasına dayanmaktadır.

 

Kazan-kazan Stratejisi (Win-Win Strategy): Taraflardan birinin kaybettiği sıfır toplamlı (zero sum) bir ilişkinin aksine tarafların hepsinin kazandığı ve bu şeklide uzun dönemli barış ve işbirliğine daha fazla katkıda bulunulacağı fikri üzerine temellendirilmiştir. Kıbrıs, Yunanistan, AB, Ermenistan ilişkilerinde uygulanmıştır.

 

Aksiyoner Dış Politika (Active Foreign Policy): Uluslararası düzenin gelişimine göre politika belirlemek yerine, Türkiye’nin düzen kurucu bir aktör olduğu fikrinden hareketle kendi politikalarını geliştirebilme kapasitesini artırmak amacıyla kullanılmaktadır.

 

Barış Havzası (Peace Basin): Temel olarak Türkiye’nin yakın kara havzası olarak belirtilen Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da özellikle Soğuk Savaş sonrası yaşanan etnik, dini ve siyasal çatışmaların sonlandırılması ve yapısal bir barışın oluşturulması için kavramsal bir çerçeve ve perspektif oluşturmaktadır.

 

Maksimum İşbirliği (Maximum Cooperation): Komşu ülkeler başta olmak üzere bölge ülkeleriyle maksimum düzeyde bir işbirliği geliştirmek anlamına gelir. Komşu ülkelerle var olan vize uygulamalarını kaldırmaya yönelik anlaşmalar örnektir.

 

Ekonomik Karşılıklı Bağımlılık (Economic Interdependence): Temelde bölge ülkeleri arasında ekonomik temelli yoğun işbirliği anlamında kullanılan bu kavram, bölgede sürdürülebilir barışın inşa edilmesi ve bölgesel istikrarın sağlanmasının temel koşullarından biri olarak görülmektedir.

 

Tarihsel Miras (Historical Legacy): “Osmanlı mirası” ve “tarihsel derinlik” olarak da kullanılan bu kavram temelde Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya ve hatta Afrika ile Türkiye arasında kültürel ve tarihsel bağlar kuran bir işleve sahiptir.

 

Tarihsel Sorumluluk (Historical Responsibility): Tarihsel mirasın bir getirisi olan ve tam da bu nedenle Türkiye’nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşananlar karşısında bir politika geliştirmesi mecburiyetine işaret eden bir kavramdır. Özellikle Filistin sorunu ve Kosova meselesi gibi konularda Ak Parti liderleri tarafından bu sorunlara müdahil olmanın temel gerekçelerinden biri olarak kullanılmıştır.

 

Herkes için Güvenlik (Security for All): Bu kavram Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede bütün ülkeler ve gruplar için güvenlik talebi anlamında kullanılmıştır. Özellikle Ortadoğu’da “İsrail, İran, Şii, Sünni, vs. gibi kimseye ayırımcı davranmadan ve hiç kimseyi düşman ya da hasım olarak görmeyen”  bir bakış açısı üzerine temellenmiştir.

 

Kamu Diplomasisi (Public Diplomacy): Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı döneminde Başbakanlık genelgesiyle hayata geçirilen ve temelde bakanlığın bünyesinde görev yapan üst düzey yetkililerin yurt genelinde Türk dış politikası ile ilgili bilgileri birinci ağızdan aktarması, yurt dışında ise yabancı ülkelerin kamuoylarına yönelik bilgilendirme anlamına gelen bir diplomasi şeklidir.

 

Akil Ülke (Wise Country): Danışılan ülke olarak da kullanılan bu kavram ilk kez Ocak 2011’de Ankara’da yapılan 3. Büyükelçiler toplantısında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından gündeme getirilmiş ve temelde “küresel olaylarda sözü dinlenen, olayları önceden gören, o olaylara tedbir oluşturan, o olaylar için alternatif çözümler üreten” ülke şeklinde tanımlanmıştır.

 

Normalleşme (Normalization): Özellikle Türkiye-Ortadoğu ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde gündeme gelen bir kavram olmuştur. Komşularla sıfır problem ilkesi ile örtüşen bir kavram olsa da daha çok tarihsel olarak ilişkilerin problemli ve bir o kadar da çözülmesi zor olan ülkelere yönelik geliştirilen politikalar bu kavram adı altında tanımlanmıştır.

 

Arabuluculuk (Mediation): Çatışmaların yayılmasını önlemek fikrinden hareketle ülkeler ve belli durumlarda ülke içindeki çatışan guruplar arasında içinde bulundukları krizden çıkmaları amacıyla taraflar arasında diplomatik diyalogun sürmesi için çaba sarf etmek anlamına gelmektedir.

 

Kolaylaştırıcı (Facilitator): Türkiye’nin aralarında gerek tarihsel gerekse ani gelişen sorunları olan ülkeleri krizin tırmanmaması için bir araya getirme ya da sorunun diplomatik yollarla çözülmesi çabasına yönelik “arabuluculuk” rolünün yanlış bir kavramsallaştırma olduğundan hareketle bu kavramın yerine önerilmektedir.

 

Dış Borç Bağı (Foreign Debt Tie): Türkiye’nin sürekli bir şekilde “borç yükünü hesap etmek” zorunda kalmasının aktif dış politika izlemesinin önündeki “sınırlayıcı faktör” olarak ele alınmaktadır. Ekonomiyi dış politikanın yürütülmesin bir parçası haline getirmek amacıyla izlenen en önemli politikalardan biridir.

 

Medeniyetler İttifakı (Alliance of Civilizations): 1990’larda ortaya atılan ve 11 Eylül saldırıları ile gündemi meşgul eden “medeniyetler çatışması” tezine karşı geliştirilmiş ve temelde medeniyetlerin işbirliği yapabileceği fikri üzerine temellendirilmiştir.

 

Model Ortaklık (Model Partnership): Model ortaklık kavramı, Barack Obama yönetimindeki ABD ile Türkiye arasında var olan siyasi-askeri-ekonomik ilişkilerin düzeyini ve içeriğini tanımlamak için kullanılmıştır. Model ortaklık kavramı Türkiye açısından stratejik ortaklığın konseptinin iki ülke arasında süregelen asimetrik ilişki biçimini; “iki eşit ortak” biçiminde yeniden formüle etmek istemesinin de bir sonucudur.

 

Çok Boyutlu Genişletilmiş Ortaklık (Multi-dimensional Enlarged Partnership): Türkiye ve Rusya arasındaki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri tanımlamak amacıyla kullanılan kavramsal bir çerçevedir.

 

Enerji Terminali ve Koridoru (Energy Hub- Corridor): Türkiye’nin Avrasya’da bulunan enerji kaynaklarının dünyaya taşınmasında bir “enerji terminali” olacağı fikri, sürdürülebilir enerji arzında oynayabileceği muhtemel rollerini ifade etmek için dolaşıma sokulmuştur.

 

Medeniyetsel Jeopolitik (Civilizational Geopolitics): Buna göre, Davutoğlu’nda hâkim olan jeopolitik perspektifin temelini kimlik oluştururken, bu kimlik Batı-merkezli bir jeopolitik kimlik söylemi ve pratiği yerine Türk/İslam/Osmanlı istisnailiğinin koyulduğu ve bütünsel bir medeniyet vurgusunun hâkim olduğu yeni bir jeopolitik söylem oluşturmaktadır.

 

Avrupalılaşma (Europeanization): Avrupalılaşma iç ve dış politikanın Avrupa Birliği genel siyaseti ekseninde organizasyonundan oluşan ve iki temel düzlemi olan bir tanımlamadır.

Ablileşme: (EU-zation) şeklinde de kullanılan kavram, Türk dış politikasının Avrupa Birliği genel siyaseti ve kriterleri içerisinde AB’nin bölgesel dış politika siyasetiyle Türkiye’nin bölgesel politikaları arasındaki uyum düzeyini oluşturur.

 

Yeni Osmanlıcılık (Neo-Ottomanism): Bu kavram, aktif dış politikayı bir tehdit olarak algılayanlar tarafından üretilmiş ve temelde “Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, ‘Osmanlı havası’, yani ‘Türkiye yeniden hegemonya kurmak istiyor’ gibi bir hava” oluşturulmasına hizmet etmektedir.

 

Ticaret Devleti (Trading State): “Türkiye’nin yakın çevresinde derinlik kazanmasının en önemli aracı karşılıklı ekonomik bağımlılıktır” tezi çıkış noktası olarak alan Ak Parti hükümeti, Balkanlar’da Kafkaslar’da, Ortadoğu’da “derinlik kazanmanın aracı olarak”, askeri ya da siyasi etkiyi değil, temelde “ekonomik etkiyi” belirleyici olarak görmektedir.

 

Model-ülke (Model-country): Temelde Türkiye’nin İslam, demokrasi ve laiklik gibi unsurları bir arada bulundurması nedeniyle Orta-doğu ülkeleri için model olabileceği fikri üzerine inşa edilmiştir.

 

Eksen Kayması (Shift of Axis): Türkiye’nin dış politikada Batı’dan Doğu’ya, laiklikten İslamcılığa, Avrupa Birliği’nden Ortadoğu eksenine yöneldiğini ileri süren bir eleştiridir. Ak Parti ise Ortadoğu’ya yönelik politikaların ideolojik yaklaşımla bir ilgisi olmadığını aksine, bunu Batı’ya dönük tek yönlü dış politikanın yerini alan çok yönlü bir dış politikanın parçası ve tarihin normalleşmesi olarak görmek gerektiğini savunmuştur.

 

Ortadoğululaşma (Middle Easternization): Ak Parti dönemi Türk dış politikasının Ortadoğu’ya yönelik artan ilgisini anlatmakta kullanılmıştır.

  

Büyük Ortadoğu Projesi (Greater Middle East Project): Bu eleştiri, Ak Parti hükümetinin Ortadoğu’ya yönelik dış politikasının ABD’nin bölgeye ilişkin geliştirdiği hegemonya projesinin bir parçası olduğu fikri üzerine inşa edilmiştir. Ak Parti bu iddiaların hiç birini kabul etmemiştir.