Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Dinin Anlaşılma Problemi

Günümüzde Dinin Anlaşılma Problemi

 

Bu başlık, 01-02-05.2008 tarihleri arasında Adana’da yapılan Uluslar arası sempozyumun başlığı. Bizim de İnsanda Din Korkusu ve Nedenleri adlı bir tebliğ ile katıldığımız bu sempozyum, iki tam gün süren ve E. Ruhu Fığlalı, M. Sait Hatipoğlu, Hüseyin Atay, Ünver Günay, Mehmet Bayraktar, Mehmet Aydın, İsmail Yakıt, Hasan Onat, Celal Kırca, Mustafa Erdem, Şaban Ali Düzgün, Ahmet İnam, Bülent Baloğlu, Ednan Aslan, Kerim Yavuz gibi ünlü profesörlerin katıldığı bir bilgi şöleni idi.

Sempozyumda İslam’ın doğru anlaşılması, dini günümüzde doğru bir şekilde yorumlanabilmesi, çağdaş dünyadaki dinî gruplar ve din anlayışları, İslam’ı ve diğer dinleri anlamada karşılaşılan problemler, din korkusu ve bunun nedenleri gibi temel konular masaya yatırıldı.

Özellikle sempozyumun ilk gününden aldığımız notları sizlerle paylaşmak istiyorum:

İnsan ve din, birbirinden ayrılmayan iki gerçektir. İnsan varsa din vardır, din varsa orada insan vardır.

Din insan içindir, insan da din içindir.

Din insan için olduğuna ve insana geldiğine göre anlaşılmalı ve yaşanmalıdır. Ama o, doğru anlaşılıp, gereği gibi yaşanmalıdır.

Din, insanın iki dünya mutluluğu içindir. Din huzur demektir. Dinin olduğu yerde, hatta dinden bahsedilen yerde huzur vardır, huzur olmalıdır.

Din, kaynağından yeni çıkmış bir pınar gibi berrak, taze ve dinçtir. Onu, sonradan karıştırılan şeyler arı ve duruluğundan uzaklaştırır, onu solgun ve bitkin yapar.

Dini anlaşılmaz ve yanlış anlaşılır kılan, onun kullanımıdır.

Din alanı, bugün yetkin olan ve olmayan herkesin rahatlıkla konuştuğu bir alandır.

Allah’ın dosdoğru dini olan İslam, tarih boyunca pek çok insanın ilgilendiği ve en çok tartışılan ve bir o kadar da yanlış anlaşılan din olmuştur.

İslam, Âdem’den Hâtem’e tüm peygamberlerin dinidir. İnsanın, doğal/fıtrat dinidir.

İslam, insanın hem iç hem de dış dünyasına uygun olan dindir.

Müslüman, Allah ile kendisi ve çevresi ile barışık olan sulh adamıdır.

İslam, kuru bir inanç ve iddia değildir. Salih amel ile inancın görünür kılınması istenmiştir.

İslam, Allah’ın insanlara ulaştırdığı sonuncu mesajı olması hasebiyle evrenseldir. O, kendinden önceki peygamberlerin mesajlarını da kapsar. Hz. İsa, size söyleyecek daha çok sözüm var ama siz onları kaldıracak durumda değilsiniz, onları benden sonra gelecek olan peygamber söyleyecektir diyerek evrensel dinin peygamberini müjdelemiştir.

Kur’ân, tarih ve çağlar üstü evrensel bir mesajdır. Dinin doğru anlaşılması, onun temel kaynağı Kur’ân’ın doğru anlaşılması ile mümkündür.

İslam’ın beş şartı bile, insanlığı adam gibi yaşatmaya yeter. Yeter ki doğru anlaşılıp gereği gibi yaşanabilsin.

İslam’ın getirdiği ne idi ki, cahiliye toplumundan yeni bir medeniyet doğurmuştur. Bunu iyi tespit etmemiz gerekir. İslam, bilgi teorisini getirmiştir. Onun getirdiği bilgi teorisinin iki ayağı sınırsız bilgi otoritesi Allah’ın ilmi ve sınırlı bilgi otoritesi insanın bilgisidir. Tek başına insan, yanılabilir. Onda şaşmaz bilgi yoktur.

Bilgi, imandan öncedir. İnsan, önce bilecek, sonra ona inanacak ve daha sonra kendisi buna göre davranacaktır. Nitekim ilk emir, ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku’ şeklinde gelmiştir.

Kur’ân’da yer alan her bilgi, gerçeğin ta kendisi olup asla zanna dayanmaz.

Dünya hayatının tüm meseleleri, dinle alakalıdır. Din dünya ayrımı, din içi-din dışı anlayışı inhiraf ve sapkınlıktır.

İslam’da din adamı sınıfı yoktur, her fert dinin adamı olmak, dinini öğrenmek ve yaşamak zorundadır. İslam, dini anlamayı/tefakkuhu her Müslüman’a yükler. Din adamı/Ricâlü’d-din kavramı, Emevîlerin sonu ile Abbasîlerin başında kullanılmaya başlanmıştır. Ulemaya ilk özel kisve giydirenler de Abbasîler olmuştur. Dinî ilimler ve dinî olmayan ilimler ayrımı da İslamî değildir. İslam’da her iki grup ilimler de ortaktır ve birbirinden kesin hatlarıyla ayrılamazlar.

Kadını erkeğe mahkûm eden düşüncenin temelinde Hıristiyanlık vardır. St. Paul, Tanrı, kadını insana hizmet için yarattı demiştir. Kur’ân ise, Allah’ın, kadın olsun erkek olsun hiç kimsenin amelini karşılıksız bırakmayacağını söyler.

Yahudiler, Allah’ın evrensel mesajını yanlış yorumlayıp kendilerine özgü kılarak sanki Tanrı’yı kendi parti başkanları yaptılar. Allah, bu yanlışı düzeltmek için Hz. İsa’yı gönderdi. Hıristiyanlar da İsa’yı tanrılaştırarak Tanrıyı kendi parti başkanları yaptılar. Yanlışı düzeltmek için Allah, son peygamberini gönderdi. Hicrî ikinci asırdan sonra Müslümanlar da zaman zaman benzer hatalara düştüler.

Yanlış yorumlara düşmede, Kur’ân’a gitmeyip kendi tezleri için hadis uyduranlar, kendilerine ilham geldiğini iddia edenler, ve kendilerinden öncekileri sadece taklid edenlerin rolü fazladır. Büyük müctehid imamlar, doğrudan Kur’ân’a gidip akıllarına başvurarak onu yorumlayanlardır.

İslam’ın üç döneminden bahsedilebilir: İlk dönemi, atılım dönemi; ikinci dönemi taklid ve duraklama dönemi, üçüncü dönemi ise çağdaş batı ile hazırlıksız karşılaşılan bocalama dönemidir.

Hakikatin ortaya çıkması adına, ilmî tenkit metotlarından korkmamalıyız.

Hakikatin dilsel ifade edilmesi yanında, başka ifade tarzları da vardır.

Yakınmayı bırakmalıyız. Sorun din değil zihniyet sorunudur. Herkesin dinden bildiği pek çok şey var, ama onları yaşamıyor. İşte asıl sorun buradadır. Birçok şey yaşanarak/yaşanırken öğrenilir. Sorun dini anlamama sorunundan ziyade, dünyayı/bilimi anlamama sorunudur. Dinle boğuşmak Hıristiyanlara hiçbir şey kazandırmadı, bize de kazandırmayacak. Batılı, dinle boğuşmakla değil, bilimsel çalışmalarıyla gelişti.

Dinden korkmak anlamsız ve yersizdir. Korkunun ecele faydası yok. Korkularla yüzleşmek gerekir. Bugün korku kurumsallaştı, toplumda pek çok konuda sürekli korku üretenler var. Başkalarını korkutan insanlar, en korkak insanlardır. Bir tarafta din geliyor diye korkanlar ve öteki tarafta din elden gidiyor diye korkanlarla karşı karşıyayız. Her iki tarafta korkularını yenmelidirler.

Korku ile acı birleşirse tramvaya dönüşür. Geriye bunun yasını tutmak kalır. En büyük travma, mağlup medeniyet travmasıdır. Korkunun olduğu yerde asla sağlıklı düşünme olmaz.

Aklı kullanmak gerek. Akıl hata yapmaz, hata akılda değil verilerdedir. İslam’ın olduğu yerde, akla, vahye ve eşyanın tabiatına aykırılık olmaz. Önemli olan bilgiyi doğru almak ve onu yerli yerince kullanmaktır.

İslam’dan vazgeçmek mümkün olmadığına göre, İslam ile çağdaşlaşmayı başarabilmek gerekir. Bu da onun doğru anlaşılması, doğru yorumlanması, bir bütün olarak gereği gibi yaşanması ve başkalarına doğru bir şekilde tanıtılması ile mümkün olacaktır.

Din, insanla birlikte doğmuş ve insanla birlikte var olan önemli bir kurum, her toplumun hayatında var olan sosyal bir olgudur. Dinin en temel gayesi, insanı, yaratıldığı saf ve temiz hali /fıtratı üzere kalmasını sağlamak; sapma ve yanılmalar sonucu fıtrattan yabancılaşma söz konusu olduğunda tekrar aslına dönmesine yardımcı olmak ve en yararlı insan tipini yetiştirmektir.

Huzurlu bir toplumun oluşmasında, varlığını sürdürmesinde ve toplumda herkesin yükümlülüklerini yerine getirme konusunda dinî yaptırımın insan üzerinde, diğer yaptırımlardan çok daha etkin bir gücü vardır. Din, bu gücünü hiçbir zaman kaybetmemiştir. Önemli olan insanın doğru dini, doğru bir biçimde öğrenmesi ve dini doğru bir şekilde yaşayabilmesidir. Bu ise sağlıklı, dengeli ve sürekli bir eğitim ile mümkündür.

Dini anlatarak yahut yaşayarak dinle ilgili olanlara düşen görevlerin başında dini doğru anlama, doğru tanıtma ve en önemlisi doğru temsil etme görevi gelmektedir. Bu meyanda sırasıyla diyanet, ilahiyat gibi kurumlara, din görevlileri ile dinle ilgili konuşanlara ve özellikle toplumda dindar olarak tanınanlara büyük görevler düşmektedir.

Öte yandan din korkusu taşıyanlar, neden korktuklarını, İslam’dan mı, yoksa Müslümanlardan mı korktuklarını, İslam’dan korkuyorlarsa onun nesinden korktuklarını açıkça ortaya koymalıdırlar ki, din otoriteleri onların bu korkularını izale edecek söylem ve tavırlar geliştirebilsinler.

Son olarak din korkusuna sahip olanların, bu korkuya sebep olan yanlış örneklerden etkilenme yerine, dini temel kaynaklardan tanıma gayreti içerisinde olması gerekmektedir. Zira din fobisinin oluşmasında her iki taraftan kaynaklanan etkenler söz konusudur. Bunların olumlu hale getirilmesi için, her iki tarafa da önemli görevler düşmektedir.

Hayat devam ediyor, hayatı anlamlandıran çalışmalar da sürüyor. Önemli olan ise bunlardan en iyi şekilde faydalanıp kendi hayatımızı anlamlandırabilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.