Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Dini bilenlerin temsil sorunu!

Dini bilenlerin temsil sorunu!

 

Bundan kırk elli sene kadar öncesinde, din eğitimine adeta ara verilmesi sebebiyle toplumda dini bilenlerin sayısı oldukça azalmıştı. Neredeyse bir beldede cenaze namazı kıldıracak bir tek insanın olmadığı dönemleri kastediyoruz. Ancak bu dönemde sayısı çok az olan dini bilen hoca, âlim, müftü ve benzeri kişilerin, bulundukları bölgelerde kitleleri arkalarından sürüklediklerini görmekteyiz. Onlar hem etkindiler, hem de yaşadıkları toplumda büyük saygı ve itibar sahibi idiler. Yani sayılarının azlığına rağmen onların toplumdaki etkinlikleri çok daha fazla idi.

Bugün dini bilen insanlarımızın sayısı bir hayli arttı. Sayıları yüz binlere ulaşan din görevlilerimizin yanında, din dersi hocaları, emekli hocalar ve farklı alanlarda hizmet eden ilahiyat, İHL ve medrese mezunlarının sayısına baktığımız zaman sayı olarak hayli iyi durumda olduğumuz söylenebilir. Bugün memleketimizin pek çok yerindeki bir mahalle camisi cemaati içerisinde üç beş tane İlahiyatçıya rastlamak mümkündür. Ne var ki bu insanlarımızın eskisi kadar bulundukları yerlerde etkin oldukları söylenemez. Hatta çoğu zaman, onların varlıkları ile yokluklarının bir olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Etkin olamadıkları için bugün din alimlerinin toplum içerisindeki saygınlıkları da tartışmalıdır. Gelinen noktada insanlar onları namaz kıldırma memuru, cami görevlisi olarak görmektedir. Elbette insanların takdirini kazanmak değildir asıl hedef. Ancak insanlar nezdindeki saygınlık, davetimizin etkinleşmesine katkı sağlayacağı için önemlidir.

Bu durumda sorumluluğu tümüyle şartlara ve muhataplara yükleyivermek kolacılık olacaktır. O halde meselenin sebeplerini doğru tahlil ve tespit etmemiz gerekmektedir.

Bize göre bugün en önemli sorun temsil sorunudur. Dini bilen insanlarımız, dini layıkıyla temsil edememektedirler. Bir de buna ihlas, samimiyet ve hasbîlik gibi erdemlerdeki yoksunluğu eklememiz gerekir.

Kur’ân’ın e ye iman edenler yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz Yapmadığınız/yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında çok büyük günahtır (61/2-3) uyarısı çok açıktır. Buna göre davetçi konumunda olanlar, söylediklerini öncelikle kendilerine söylemeli, söylediklerinin gereklerini önce kendileri yapmalıdırlar.

Bir başka sorun da bugün insanımız söylenenleri üzerine almıyor, anlatılan hakikatleri kendisi için dinlemiyor. Oysa Kur’ân’ın ilk muhatapları, inen ayetleri öncelikle kendi üzerlerine indirgiyorlardı. Şirkle ilgili bir ayet geldiğinde, kendilerini şirk testine tabi tutuyorlar; nifak ile ilgili bir ayet indiğinde, acaba biz de nifak çağrıştıran bir söz ve davranış mı var diye kendileri sorguluyorlardı. Nitekim İkbal, Kur’ân sanki sana, senin hakkın iniyormuş gibi oku, derken bu gerçeğe dikkat çekmektedir.

Bu konuda Kur’ân şöyle der: Elbette kendilerine elçi gönderilenleri de, gönderilen elçileri de sorgulayacağız. (7/6) Peygamber başta olmak üzere davetçi gönderilen kimseler, bu davetçilere nasıl davrandılar, nasıl tepki verdiler, bunun hesabını vereceklerdir. Aynı şekilde davetçi olarak gönderilenler de sorgulanacaktır: Davetin hakkını verip vermedikleri, daveti gereği gibi insanlara ulaştırıp ulaştırmadıkları konusunda hesaba çekileceklerdir.

O halde genel olarak dine inanan, kendisini bu dinin mensubu gören herkes, özellikle de din bilgini konumunda olanlar yükümlülüklerinin farkında olmalı, taşıdıkları görevin önemini kavrayarak onun hakkını verme gayreti içerisinde olmalıdırlar. Unutmayalım ki din adına konuşmak da çok büyük bir iştir, dini söylemleri dinlemek de. Bir uyarısında Hz. Mevlânâ şöyle der: Allah’ın kelamının konuşulduğu her yerde Allah’ın hazır olduğu, Peygamberin hadislerinin okunduğu her yerde Peygamberin hazır olduğu Allah dostlarının sözlerinin konuşulduğu her yerde de onların hazır olduğu hiç unutulmamalıdır. Şimdi din adına ayet ve hadislerle konuşanlar ve bunları dinleyenler, Allah ve Peygamberinin huzurunda olduklarının farkında olarak konuşup dinleseler, eminiz ki sonuç bugünkünden çok farklı olacaktır. Allah’ı görüyormuşçasına O’na ibadet ve kulluk diye tanımlanan ihsan makamında olmak da bunu gerektirir zaten.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum