DEVLET, SADECE DEVLET İÇİN Mİ?

Kurumsal anlamda devlet kurumlardan müteşekkil bir yapıdır. Kurumlardan oluşan Devlet ile Devleti oluşturan kurumların da muhatabı hiç kuşkusuz insanlardır. Devleti ile halkın arasındaki yönetilme ve yönetme şartlarını oluşturan muhtelif belgeler ise uygulanabilirlik gücüne denk isimler almıştır. Bu uygulanabilirliğin açılımında ise “ olmazsa olmazlar ” ya da “idare edilebilirler” toleransı yatmaktadır. Zikredilen tüm bu yapılar insanı esas alan bir anlayışla hazırlanıyor olmasına rağmen, süreç içerisinde insanı karşısına alan soyut ve tarifsiz bir mekanizmaya destek veren bir yapı haline gelmektedir. Ülkemizde ise sözde demokratik! yapının yerleşim sürecinde yukarıda bahsedilen devlet, onu oluşturan kurumlar ve kurumlarla halkın arasındaki ilişkileri düzenleyen belgelerin, halkın yönetimine talip olmuş şahıs ve yapılanmalara bir takım müdahaleleri olmuştur. Bu müdahalelerde ise sürekli siyasal yapı payanda olarak kullanılmış ve halk ile devleti oluşturan kurumların arasındaki ilişkiyi olması gereken düzeye çekmeye çalışan politik yapılar cezalandırılmış ya da sistem dışına itilmiştir. Ülkedeki bir takım etkileme merkezlerini de kullanarak meclisi ve içindekileri yıpratma anlayışı , süreç içerisinde halkın tüm kurumlarla ilgili aynı kanaati taşımasına sebep olmuş ve hatta halkı “ et kokarsa tuzlarsınız ya tuz kokarsa “ sürecine getirmiştir. Devleti oluşturan bu kurumlar bu sabırsız ve tahammülsüz davranış göstergesini maalesef halkın çoğunun onayını almış devleti ile kendisi arasında bir köprü olarak gördüğü hükümetlere ve onların liderlerine de göstermiştir. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan 70 Milyon insanın ırksal ve inançsal farklılıklarına rağmen tek bir siyasal anlayışın etrafında ittifak ediyor olmasını bu anlayışla değerlendirmek lazım. Bu davranış biçimi halkın kendi siyasal partilerinden aldığı bir rövanşın işareti mi? Yoksa perde arkasında yani halkın zihninde kendisinden değişmesini istediği erke karşı , onun değişmesi gerektiğini söyleyecek bir kadronun tercihi mi? Bunu bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki oda Erk’in yani derin yönetim temsilcilerinin halkın temsilcileri ile aynı gemide olduğudur. Yan tarafımdaki “ gıcığı “ cezalandırmak için gemiyi delmem ne kadar doğru ise devletler açısından da erke karşı halkın sözcülüğünü(az yada çok ) yapan siyasi yapıları yıpratmak o kadar doğrudur. Zira fırsatçı ve konjonktürel davranışlarla, bir kısım odaklar nezdinde prim yapıyor olduğunu zannetmek halk açısından tamiri mümkün olmayan ertelenmiş hınçlara sebep olabilir. Irak halkının Saddam zulmünden Amerikan Emperyalizmine teslim oluşunun altında da bunun dışında bir sebep yoktur.Çünkü Irak halkı da Saddam’a karşı ertelediği hıncı Amerika ile çıkartmak istedi. Devletlerin demokratik veya bürokratik hiç fark etmez tüm dünyadaki uygulama ve karşılıklarında halk ile arasında halka karşı koruduğu bir takım kutsalları hep olmuştur. Bu kutsallar hinterlandı ile denk , halkın özgürlük ve davranış serbestiyesini etkilemiştir. Sorumluluk! sahibi olmasını beklediğimiz “seçilmişler” ise halkla arasındaki ileriye dönük çıkar esaslı ya da halkın ciddiye aldığı için güçlendirmesi gerektiğine inandığı bağı muhkemleştirmek gibi bir sürece girerse , halka karşı hiçbir sorumluluğu olmayan , ya da yapılanmasında da halkı esas alan bir anlayışla oluşmayan kurum ve kuruluşların yine yukarıda bahsettiğim, devletten devlete değişen “kutsallık koruluğuna” girmek gibi bir hataya düştüğünü, düştüğü bu hatanın telafisini de millete ödettiğini görüyoruz. İşte bu koruluk ihlali ise , çobanlık yaptığı halkın daha yeşil otlaklarla tanışması anlamına gelse bile kendisinin imhası ya da oyun dışına itilmesi anlamına gelebilir. Burada yapılması gereken hükümetler ile halkın arasını bulmak değil, halk ile erki oluşturan kurumların mutabakatını sağlamaktır. İnsan esaslı davranış biçimlerini bir anlayış haline getirerek, değişebilme yeteneğine sahip insanlar ile değişmesi gerektiğinde “ insanı” için mukavemet göstermemesi gerektiğine inanan kurumlar oluşturabilmektir. Bu kurumlar halkın karşısına , halkının daha mutlu, daha müreffeh, daha özgür ve daha özgüvenli bir toplum olması hesaplarını yapan bir kurumlar kümesi olarak çıkmalıdır.Türkiye, halkın esaslarını “esas”alan kurumlardan yoksun oldukça bu mutabakat gecikecek ve “oynaşılan hükümetlerle” halkı oyuncak eden oyunlar hep olacaktır. Bu durum sadece ülkemize has bir sorun olmamasına rağmen, tüm dünya bir arayış içerisindedir ve maalesef bu arayışın halka yönelik pozitif yansımalarında da (bizde olduğu gibi) tüm dünyada devletlerin statükocu ve değişmezliğini savunan genetiksel yapıları durmaktadır.Bu genetiksel yapının Türkiye’deki tezahürü, kendi şımarık evlatlarının iç ettiği ekonomiyi düzelten Ak Parti hükümetin “ekonomik kararlar” açısından önünü açarken, Halkına hükümet olurken değiştirme sözü verdiği bir kısım bireysel ve toplumsal özgürlük dönüşümlerinin önünü tıkamıştır. Ülke tarihimiz, batıran çirkin çocuklarla, batırılanı kurtaran esas oğlanlar sürecini hep yaşamış. Hırsızların arkasından, bir sonraki kuşak için, yine hırsızların çocuklarına para biriktiren çalışkan ve üretici ekipleri hep görmüş ama bir türlü hem kazanan hem de değişime öncülük edenlerle hiç tanışamamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.