DEDEMKÖYLÜ NİNE

Cızıdan çıkmak, deyimini fotoğrafçılar dünyasında ilk olarak fotoğraf sanatçısı arkadaşım İbrahim Dıvarcı’dan duymuş ve çok sevmiştim. Ahmet Kuş, İbrahim Dıvarcı, Ramazan Atalay, Bayram Sarıtaş, İrfan Çakır ile birlikte ne çok çıkmıştık cızıdan. İyi fotoğraf çekmenin yolu cızıdan çıkmaktan geçiyordu. Sanıarım bunu ilk kez karlı bir kış günü duymuştum. Dört arkadaş Beyşehir tarafına fotoğraf çekmeye gidecektik. Sabah erkenden rektörlüğün karşısındaki parkta buluştuğumuzda ala tipi kar atıştırıyordu. Yola çıkıp çıkmama konusunda tartışırken, haydi gidiyoruz, diye yürüyüverdi İbrahim.  Akyokuşu geçtikten sonra günlük güneşlik bir hava vardı.
Sanırım bir mayıs ayıydı. Dedemli tarafınaydı yolumuz. Belediye Başkanı Muammer Aydın’ın yanına çıktık. Çalışkan biriydi rahmetli Muammer başkan. Teknik elemanların onca itirazlarına karşın alabalık havuzlarını yaptırmış ve faaliyete geçirmişti. Eğrigöl’de yakacak sıkıntısı olduğu için odun doldurttu arabamızın arkasına. Yağlıpınar yaylasındaki yaylacıların isimlerini verdi, mutlaka uğrayın, diye.
Bahar bir başka güzeldi Göksu ırmağının kaynağı olan bu vadilerde. Yeşilin bütün tonlarını görmek mümkündü. Göksu ırmağının çıktığı noktadaydı alabalık tesisleri. Tesislere girip en irilerinden alabalık seçip temizlettik. Eğrigöl’ün kıyısına erkenden çadırımızı kurabilirsek balıkları da orda pişirecektik. Asıl derdimiz gölün kıyısında gün batımını çekmekti. Akşam ateşinden sonra Geyik Dağının muhteşem görüntüsünü seyrederek uyumanın keyfini çıkaracaktık.
Önümüze çıkan ilk yaylaya döndük. Tolun damına çıkan birkaç genç kız gülüşüyor, eğleniyorlardı. Bizi görünce aşağı indiler, biraz uzağımızda durarak ürkek ürkek bakmaya başladılar. Yaşlı bir kadın tolun önünü süpürüyordu. Bizi görünce belini tutarak dineldi. 
“Buyrun, hoşgeldiniz, dedi yorgun, hayli meraklı bir sesle. Tola girmemiz için ısrar ediyordu. Girdik. İçerde birkaç kadın yufka açıyorlardı. Bizi görünce toparlanıp yer gösterdiler. Bir naylon sele dolusu yeşillik vardı kadınların yanında. Sıcak yufkalara yağ sürüp bol yeşillikle dürüm yapıp verdiler. Nerden gelip nere gittiğimizi anlattık onlara. Fotoğraf çekme isteğimizi kırmadılar. Onlarla zaman geçirmek güzeldi ama gün dağlara doğru devriliyordu artık. Bu yüzden yaşlı ninenin çay ikramını geri çevirmek zorunda kaldık. Biz arabaya doğru uzaklaşırken o hala ardımızdan söyleniyordu, bir çayımı içeydiniz, diye. 
Müthiş güzel bir yerdi Yağlıpınar yaylası. Tepelerin çevresine yapmışlardı küçük yayla evlerini. Evlerin arasındaki çayırlıkta hayvanlar otluyordu. Vardığımız evde genç bir arkadaş karşıladı. Muammer başkanın selamını söyledik. Kucağında küçük bir çocukla genç bir kadın çıktı kapıya. İçeri buyurun, dikilmeyin öyle, dedi. Genç adam bunu daha önce akıl edememenin mahcubiyetiyle ısrarla içeri çağırdı bizi. Aslında kaybedecek hiç vaktimiz yoktu ama girdik. Az sonra çevredeki bal üreticileri katıldılar aramıza. Sohbet koyulaşınca bizim gün batımı çekme, gölün kıyısına çadır kurma düşümüz çoktan bitmişti.
Adam bir ara eşine işaret etti, sofra hazırla, diye. Karşı çıkmanın hiç anlamı yoktu. Yaylada konukseverliğini gösterecekti Dedemköylü arkadaş. Biz balık getirdik, dedim. Bunları kızartalım, ablamda bir bulgur pilavı yaparsa cana değer.Balıkları kızarttık, evin hanımı kocaman bir tencere pilav pişirdi, ayran yaptı. Biz pilavı ve ayranı kaşıkladık, onlar da balığa saldırdılar.
Uykuya daldığımızda gece yarısını geçiyordu. Uyumadan önce kararlaştırdık, sabah çok erken kalkıp gün doğmadan gölde olalım, hem de ev sahibine daha fazla eziyet vermeyelim, diye.
Kararlaştırdığımız gibi sabah çok erkenden kalktık ama evin hanımı bizden önce kalkmış, kahvaltı sofrasını hazırlamıştı bile. 
Muhteşem bir gündoğumu vardı Eğrigöl’de. Geyik Dağı bütün haşmetiyle gölün üzerindeydi. Gölün batısında Gündoğmuş’luların yaylası yeni uyanıyordu. 
Ertesi yıl güz aylarında yeniden düşürdük yolumuzu Dedemli’ye. Yaşlı nine sağsa yine yaylasına uğrayacak, aldığımız kavun, karpuzları armağan verecektik. 
Yaşlı nine yaylanın altında, yolun kıyısında dikiliyordu. Bir eşek semeri vardı omuzunda. Ağlıyordu, biz yanında durunca biraz geri çekilerek, başörtüsünün ucuyla gözyaşlarını sildi. Sormadan anlatmaya başladı başına gelenleri. Eşeğini kurtlar yemiş dağda. Gidip semerini alıp gelmiş. Köye giden bir araba denk gelirse semeri verecekmiş, köye götürmeleri için.
Bir ara sustu, dik dik yüzüme baktı ve küskün bir ifadeyle konuşmaya başladı. 
“Sen, geçen sene çayımı içmeyen adamsın.”
O ara bir kamyonet durmuştu yanımızda. Şoföre semeri verip eve ulaştırmasını söyledik. Gülerek yaşlı ninenin koluna girdim. Haydi senin tola gidelim, çayını içmeye geldik, dedim.
Gülümseyerek yüzüme baktı, kurtların yediği eşeğini çoktan unutmuştu. 
   

acic-(3).jpg

dscn0992.jpg

kar-(7).jpg

kar-(14).jpg

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.