D.Mehmet Doğan yazdı: Taşkentli Başbakan!

D.Mehmet Doğan yazdı: Taşkentli Başbakan!

Türkiye Yazarlar birliği Onursal Başkanı D. Mehmet Doğan, Ahmet Davutoğlu ile ilgili bir yazı kaleme aldı. Doğan yazısında, "Ahmed Davudoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin dış siyasetine kimlik kazandırdığını" yazdı... işte o yazı...

Düne kadar, Taşkent denilince, Özbekistan’ın başkenti olan tarihî şehir akla gelirdi. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davudoğlu memleketi Taşkent’i meşhur etti. Onun başbakanlığı 1988’e kadar Konya’ya bağlı bir bucak olan Taşkent’in şöhretini daha da artıracak.

Farkında olsak da olmasak da, Türkiye yeni bir yola giriyor. Yeni tarz bir yönetim, belki de hantal bürokrasiyi daha hızlandıracak bir sistem kurulacak. Bu kuruluşta eski tabirle, “ilmiye silki”nden gelen Ahmet Davudoğlu’nun da müessir bir rolü olacak.

Osmanlı sisteminde ilmiyeden sadrazamlığa geçiş Fatih’ten sonra istisnadır. Ancak 17. Yüzyıldan sonra bunun tekrar mümkün hâle geldiğini söyleyebiliriz. Osmanlı’nın 18. Yüzyılı, hariciyenin önem kazandığı dönemdir. Batı karşısında askerî üstünlüğü kaybeden Osmanlı yönetimi gücünü siyasete vermiş, o yüzden bu yüzyılda bir hayli hariciyeci/reisülküttap sadrazamlığa yükselmiştir. Ramî Mehmed Efendi, Koca Ragıp Paşa, Nail Abdullah Paşa, Yağlıkcızade M. Emin Paşa, Ispartalı Halil Hamid Paşa ve Mehmed Said Galip Paşa’yı bunlar arasında sayabiliriz. Koca Ragıp Paşa şair olarak da şöhreti büyük bir devlet adamıdır.

Ragıba, aldırma düşmanın tevazülerine

Seyl divarın ayağın öperek hedmeyler

(Ey Ragıb! Düşmanın alçakgönülülük göstermesine aldırma, sel duvarı ayağını öperek yıkar!)

Lâfı çok dolaştırmayalım: Türkiye Cumhuriyeti’nin Ahmet Davudoğlu’ndan önce kendine mahsus, görünür bir dış siyaseti var mıydı? Bu soruyu cevaplamaktansa, Ahmed Davudoğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin dış siyasetine kimlik kazandırdığını, hız kattığını ve Türkiye’nin içine kapalı hariciyesine hayat verdiğini söyleyelim.

Bir şey yapmazsanız, eleştirilmezsiniz. Ahmed Davudoğlu, çok şey yaptığı için çok eleştirildi. Elbette dış ilişkiler kendiliğinden karmaşık bir alandır. Bu alanda siyaset üreten bu karmaşıklığın farkında olarak işini yapar, her hamlenin bir veya daha çok zıt hamle ile karşılanacağını bilir ve ona göre tavrını geliştirir.

Türkiye dış siyasette 21. Yüzyılın başında doğrudan “ben de varım” dedi. Bunun elbette “hoşgeldin” makamında karşılanması beklenmemeliydi. Stratejik Derinlik’le yapacağı işin düşünce arkaplanını ortaya koyan Davutoğlu, öyle gizli kapaklı bir siyaset için sahaya girmedi. Görüşleri biliniyordu, tavrı-tutumu açıktı. Sonuna kadar da bu açık tavrı sürdürdü. Dış siyasetin söylemekle yapmak arasındaki ekseriya olmayan bağını onun kurduğunu düşünebiliriz. Şimdi ona hücum edenler, siyasetsiz Türkiye’nin hiçlik düzeyini temsil ediyorlar. “Sıfır sorun dedin, ortalık sorun kaynıyor!”

Türkiye sıfır sorun siyaseti ile epeyce yol katetti. Gerçekten bütün çevre ülkelerle ilişkilerini düzenledi. Belki de bu yüzden dünya sistemini kuranlar, bölgenin yeniden biçimlendirilmesini gerekli gördüler. Sen sıfır sorun için hareket edersin, onlar sonsuz sorun için güçlerini kullanırlar. İşte yeni hamle, bu sorunlar içinde ayakta kalabilmektir.

1600 rakımlı Taşkent’e dönelim... Toroslardaki bu 25 yıllık ilçe, esasen buraya yerleşen Oğuz boyunun reisi Piri Mehmed’in adına izafeten “Pirkondu” imiş, sonra Pirlerkondu’ya dönüştürülmüş. 1934’te bir Konya valisi adında “pir” geçen bu köye Taşkent ismini vermiş.

Ad yeni, fakat kökler derinde... Babaannesinin torununa duasının Dedem Korkut Kitabı’nın yazılmamış nüshalarından alınmış satırlar olduğunu söylesek, yeterlidir sanırız: “Oğlunla ordu, kızınla oba olasın, koç koç oğlanların ardına düşe, ayaklarına taş değmeye, dünyalar ayaklarına gele, herkesler sana akıl danışa.”

Bir yazar Davutoğlu’nun Alman kültürüyle yoğrulmuş daha çok solcu yetiştiren bir lisede okuduğunu yazıyor. İstanbul Lisesi aynı zamanda Nureddin Topçu’nun felsefe hocalığı yaptığı bir mektep. Davudoğlu’nun talebeliği onun öğretmenliğinin son yılları. Talebesi oldu mu, bunu bilmiyoruz. Fakat en azından haberdar olmuştur ve muhtemelen kitaplarından bir kısmını okumuştur. Şu sıralar bunu başbakan adayımızı arayarak tahkik etmemiz kolay bir iş değil elbette.

Tebrik ediyor ve yeni yolunda Allah yardımcısı olsun diyoruz.

Birkaç “önemsiz” mesele!

Türkiye’de yöneticilerimizin ismini doğru telaffuz etmemek alışkanlığı vardır. Devlet televizyonları dahil hiçbir televizyon sunucusu Davut kelimesinin en azından birinci hecesinin uzun olduğunu dikkate almıyor. Fakat, yabancı devlet yöneticilerinin isimlerini doğru telaffuz edeceğiz diye kırılıp bükülüyorlar!

Seçilmiş cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ı Çankaya’da atlı birlikler karşılayacakmış! Yahu bunun doğrusu “süvari birliği”dir. (Eskiden Cumhurbaşkanlığı süvari alayı vardı. Galiba şimdi bölük seviyesinde imiş.)

Şu ingilizceden aparma “förstleydi” kelimesi bir rezalet. Bunun türkçesi “hanımefendi” olmalıdır. Eskiden olsa “hanım sultan” denilirdi.

Kendi teşrifatımızı unuttuk, yabancının protokolünü benimsedik, bu yüzden resmikabul veya kabulresmini de rafa kaldırdık artık “reception” veriyoruz!