Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: (3)

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: (3)

"Esed rejimiyle herhangi bir temas söz konusu değil"- "Halep'tir, çatışmasızlık bölgeleridir, İdlib'dir ve diğer konularda çalışmak zorundayız. Şu anda Esed rejimi üzerinde etkisi olan iki tane ülke var; biri İran, diğeri Rusya. Biz sahada netice alacaksa

ANKARA (AA) - Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Esed rejimiyle herhangi bir temasın söz konusu olmadığını belirtti.

Kalın, CNN Türk canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı, değerlendirmelerde bulundu.

"Türkiye, Esad'lı bir geçiş dönemine 'tamam' diyecek mi? Hatta önümüzdeki günlerde doğrudan bir temas sağlanması mümkün olabilir mi?" sorusu üzerine Kalın, şunları ifade etti:

"Esed rejimiyle herhangi bir temas söz konusu değil. Esed'in geleceği meselesi, 'siyasi geçiş süreci' dediğimiz zaman nihai olarak bunun sonucunda Esed'in bu tablonun dışında kalması da var. Cumhurbaşkanımız da bunu pek çok defa ifade etti. Bu konuda biz Rusya ve İran ile anlaşamıyoruz ama burada anlaşamıyoruz diye 'Buraya kadar yürüteceğimiz süreçleri hiçbir şekilde yapamayız, birlikte yürütemeyiz' şeklinde bir sonuç da çıkartmak da zorunda değiliz. Halep'tir, çatışmasızlık bölgeleridir, İdlib'dir ve diğer konularda çalışmak zorundayız. Şu anda Esed rejimi üzerinde etkisi olan iki tane ülke var; biri İran, diğeri Rusya. Biz sahada netice alacaksak bunu bir şekilde onlar dolayımında yapmak durumundayız."

Kalın, İran'ın Türkiye'nin önemli bir komşusu olduğunu ancak bu ülkeyle her konuda anlaşılacağının söz konusu olmadığını dile getirdi.

Rusya'nın da Türkiye'nin önemli bir deniz komşusu, önemli bir ticaret, enerji partneri olduğuna değinen Kalın, "Bu her konuda anlaşacağımız anlamına gelmiyor ama bu, iş yapmayacağımız anlamına da gelmiyor. Biz gene kendi ulusal çıkarlarımız, bölgenin menfaatleri çerçevesinde bu ilişkileri dinamik bir şekilde yönetiriz, gözden geçiririz, revize ederiz." dedi.

Suriye'nin geleceğiyle ilgili nihai kararın bu ülke insanı tarafından verileceğini vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:

"Suriye halkının iradesi de 6-7 yıllık savaştan sonra az çok belli. Bize göre kendi halkına karşı bu kadar zulmetmiş, yüz binlerce insanın kanına girmiş, onlara karşı kimyasal silahlar kullanmış bir kişinin Suriye'nin geleceğini inşa etme şansı artık ortadan kalkmıştır.

Bizim dediğimiz, siyasi geçiş sürecinin bir noktasında, bağımsız ve adil seçimler yapıldığında Suriye halkının vereceği karar nihai olarak belirleyici olacaktır. Sadece Suriye'dekiler değil, mülteci haline gelmiş, yerlerinden, yurtlarından edilmiş insanların da oy kullanabildiği, bağımsız, özgür, adil bir seçimde Suriye'nin halkının vereceği karar belirleyici olacaktır ama şimdiden 'Bu sonuçta gider mi, gitmez mi? O zaman biz bu işe girelim ya da girmeyelim' demek yerine biz şu anda bunu devam ettirip takip etmek zorundayız. Esed'in geleceği konusunda bizim tavrımız net. Bu kadar zulmetmiş, kan dökmüş birinin Suriye'nin geleceğini inşa etmesi mümkün değildir."

- "Suriye Esed demek değil"

İbrahim Kalın, "Suriye yönetiminden Türkiye'ye zeytin dalı uzatan mesajların geldiği" ifade edilerek, "Orta vadede Esad'ın olduğu bir Suriye ile yola devam edilecek diyor musunuz?" sorusuna şu yanıtı verdi:

"Suriye Esed demek değil. Suriye toplumu, Suriye rejimi, Esed rejimi demek değil. Bunu bir süreç olarak görmek lazım. Ben şimdiden bir öndeyide, kehanette bulunup 'Şu gün, şu tarihte gider' gibi bir şey içine girmem. Bu, izlenecek sürecin, o süreçte ortaya çıkacak dinamiklerin nasıl şekil alacağına da bağlı. Nihai olarak bizim Suriye halkının kahir ekseriyetiyle birlikte anlamlı, sürdürülebilir bulduğumuz gelecekte Esed'in olmaması gerekir. Onun öyle bir yeri yoktur."

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in, "Biz Esed'e nikahlı değiliz ama oradaki devlet yapılarının tamamen çökmemesi için bir şekilde rejimin belli unsurlarının korunması gerekiyor." sözünü hatırlattı.

Bunun bir yere kadar makul bir argüman olduğunu, değerlendirilebileceğini kaydeden Kalın, şöyle dedi:

"Nihai olarak tabii ki Suriye muhalefetinin de sürecin içine katıldığı, şeffaf ve meşru bir şekilde Suriye'nin geleceğinin inşasında söz sahibi olduğu bir noktaya gelmemiz lazım önce. Şu anda bizim enerjimizi teksif ettiğimiz yer burası. Bu ay sonunda Soçi'de yapılacak toplantının da nihai amacı bu olacak. Çok kolay olmayacak. Onu söyleyeyim. Yani '29-30 Ocak'ta bu iş tamamen çözülecek' demek biraz fazla iyimserlik olur. Sürecin bugüne kadar nasıl karmaşık geldiyse bundan sonra da zor, karmaşık olacağını akılda tutmamız lazım ama bu bizi yıldırmaz. Biz bunun üzerinde Rusya ile de İran ile de konuşarak çalışmaya devam edeceğiz. Aynı zamanda tabii ki Amerika ile de Avrupa ile de konuşarak bunu belli bir noktaya getirmeye çalışacağız çünkü zaten gereğinden fazla kan aktı. Suriye halkı modern dönemde herhalde bir tek Filistinlilerle kıyaslanabilir. Ortadoğu'da bu kadar yoğun ve uzun süreli haksızlığa, zulme uğramış bir başka millet yok."

- "Süreci Esed konusuna indirgersek tabloyu eksik okuruz"

Kalın, "Esad bir süre kalabilir ama yanına Suriye'nin muhalefetini de katacağı yeni bir yapı, yeni bir yönetim ve ondan sonra da seçimlerden yanayız mı diyorsunuz?" sorusunu da cevapladı.

Suriye'nin, Esed'den ibaret olmadığına dikkati çeken Kalın, "Sadece Esed konusuna indirgersek bu süreci, bence tabloyu eksik okuruz. Birçok unsur var; muhalefetin bir araya getirilmesi, rejimle diyalog meselesi, Suriye'de terör örgütlerinin ortadan kaldırılması, insani yardımlar konusu, uluslararası aktörlerin takındığı tavırlar, devam eden vekalet savaşları, güç mücadelesi var. Burada birçok denklem var. Bunların hepsini dikkate alarak bir süreç izlemek zorundasınız. 'Türkiye Esed'i artık kabul ediyor, beraber yürüyelim diyor' sonucunu çıkartmak bana göre doğru değil. Böyle bir sonuç çıkmaz buradan. Önümüzde çok katmanlı bir problemler ağı var. Esed de bunlardan bir tanesi. Nihai olarak bizim görüşümüz belli. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız da Sayın Putin ile Sayın Ruhani ile yaptığı görüşmelerde de açıkça dile getiriyor, getirmeye de devam edecek." değerlendirmesini yaptı.

- "Afrin için de bizim önerdiğimiz bu"

"Güvenlikli bölgede kim olacak? TSK mı yoksa ÖSO mu olacak? ÖSO olacaksa ÖSO'ya nasıl güveniyorsunuz? Çünkü ÖSO denilen yapı içinde radikal örgütleri barındırıyor. Bu konuda endişelerini dile getirenlere ne diyeceksiniz?" sorusuna yanıt veren Kalın, şunları söyledi:

"Güvenli bölge, uçuşa yasak bölge konusunu Cumhurbaşkanımız yaklaşık 3-3,5 yıl önce dile getirmeye başladı. O zaman kapsam alanı olarak düşündüğümüz yer tabii ki bu Cerablus, Aziz yani Fırat'ın hem doğusu hem de batısı, o bölgeydi. Uluslararası toplum buna destek vermedi, bunun önemini kavramadı. Neticede binlerce insan hayatını kaybetti. Biz o zaman da çok söyledik. O bölgede bu dediğimiz hat üzerinde güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge kurulsaydı belki binlerce insanın hayatı kurtulacaktı. Bu olmadı. Biz o zaman dedik ki 'Biz kendimiz Fırat Kalkanı Harekatı ile bu operasyonu yapalım.' Yaptık. Orayı bir güvenlikli bölge haline getirdik. 'Güvenli bölge' demiyorum çünkü teknik, hukuki manada güvenli bölge ilan edilebilmesi için bir BMGK kararı gerekiyor. Oranın havadan korunması gerekiyor ama biz fiilen orayı bir güvenlikli bölge haline getirdik. Yani orada yaşayan insanlar için emniyette oldukları bir yer haline getirdik. Afrin için de bizim önerdiğimiz bu.

Teknik manada, hukuki anlamda BM kararı gerektirecek, 'no fly zone' vesaire kurulmasını gerektirecek bir bölgeden ziyade hem oranın halkının hem de bizim sınırda Hatay, Kilis vesaire hattındaki vatandaşlarımızın kendilerini güvende, emniyette hissedeceği bir bölgeden, bir alandan bahsediyoruz. Şimdi Sayın Tillerson'ın bugün yaptığı açıklama bu yönde verilmiş olumlu bir mesaj olarak görülebilir ama detaylarını görmemiz lazım. Kastettiği tam olarak nedir? 'Türkiye ile birlikte çalışabiliriz' diyor. Tamam, buna da bir itirazımız yok. Bu çalışmanın parametreleri ne olacak? Bunları bir görmemiz lazım."

Kalın, "Sizin talebiniz nedir? Ne olması gerekir?" sorusuna, "Daha önce de söyledik, PYD/YPG'ye verdikleri desteği sona erdirmeleri ve bu örgüte verdikleri silahları geri almaları gerekir ama eş zamanlı olarak bu müzakereler devam ederken Zeytin Dalı Operasyonu da planlandığı şekilde, kararlılıkla devam edecek." yanıtını verdi.

- "Kendi vatanlarında özgürlük ve onur mücadelesi verdiler"

"ÖSO'nun içinde radikal örgütleri barındırmasının, Türkiye'nin eleştirildiği noktalardan biri" olduğunun dile getirilmesi üzerine Kalın, "ÖSO'nun da 4-5 yıllık inişli çıkışlı bir tarihi oldu. Farklı gruplar girdi, çıktı. Destek verildi, destekler çekildi. Başarılı oldular, başarısız oldular ama bunlar son tahlilde Suriyeliler. Suriyeli insanlar bunlar. Kendi vatanlarında özgürlük ve onur mücadelesi verdiler. Çatışmalarda bir sürü insan hayatını kaybetti. Özgür Suriye Ordusu'nda, Suriye toplumunun değişik unsurları var fakat ne zamanki Özgür Suriye Ordusu kuvvetli ve etkili bir aktör haline gelmeye başladı hemen onlara DEAŞ, El Kaide bağlantısı gibi birtakım yaftalar yapıştırılmak istendi." diye konuştu.

Meşru, teröre bulaşmamış, şeffaf ve tehdit oluşturmayacak unsurların tespit edildiğini vurgulayan Kalın, "Bunlar böyle 'Hadi sokaktan bunları bulduk, alalım. Bunları ÖSO mensubu yapalım' diyerek yapılacak işler değil. Bunlar ciddiyet gerektiren işler. Bu çalışmalar yapıldı ama dediğim gibi ne oldu, ne zamanki ÖSO belli bölgelerde etkili hale gelmeye başladı. Mesela biraz PYD'nin, YPG'nin kontrolündeki alanlara yaklaştı hemen o propaganda mekanizması hayata geçirildi. 'Hayır, işte Batının gerçek müttefikleri buradaki PYD'liler. Bunun karşısında ise işte bu radikal dinci adamlar var. ÖSO bile olsalar bunlar, bunlara daha yakın.' Şimdi bu konuda bizim biraz teyakkuz içinde olmamız gerekir diye düşünüyorum." değerlendirmesinde bulundu.

- "İdeal olan tabii ki bu tür kovuşturmaların olmaması"

"Türkiye'de olağanüstü hal (OHAL) kapsamında yaşanan gözaltıların Batılı ülkelerce eleştiri konusu yapıldığının" hatırlatılması üzerine ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'dan OHAL uygulamalarına ilişkin örnekler veren Kalın, şunları kaydetti:

"Türkiye'ye geldiğimizde de şöyle bir şey var, Batılı ülkeler uyguladığı zaman bunlar genellikle kamu düzeni için gerekli olan tedbirler olarak görülüyor. Türkiye aynı tedbirleri uyguladığında otoriterlikle polis devleti olmakla diktatörlükle vesaireyle suçlanır. Türkiye aynı anda üç terör örgütüne karşı mücadele eden dünyadaki nadir ülkelerden biri. Biz aynı anda PKK'ya, DEAŞ'a, FETÖ'ye karşı artı diğer örgütlerini de sayabiliriz, DHKP-C'ye karşı mücadele eden bir ülke. Aynı anda saldırıyorlar bir de. Biri duruyor, diğeri saldırıyor da değil. Böyle bir konjonktür. Yanı başınızda savaş var. İdeal olan tabii ki bu tür kovuşturmaların olmamasıdır fakat şimdi Zeytin Dalı Operasyonu başladığında hemen 'Savaş hayır', 'Savaşa karşıyız', 'Katil devlet' söylemlerini kullananlar, DEAŞ'a karşı Musul, Rakka yerle bir edilirken veya başka yerlerde savaş verilirken 'Savaşa hayır', 'Savaşa karşıyız', 'Kahrolsun falanca devleti' gibi kampanyalar yaptılar mı? Yapmadılar. 'DEAŞ bunu hak ediyor, bunlar terörist, bunlar barbar' vesaire denildi ve o savaşı desteklediler. Doğru bir şey yaptılar. Şimdi soralım; PKK terörü farklı bir şey mi? Nasıl oluyor da işin ucu PKK/PYD/YPG'ye dokunduğu zaman bazıları savaş karşıtı oluyor, bazıları bir anda liberal hümanizmi hatırlıyor. Bir anda barış, diyalog diyor. DEAŞ'a, El Kaide'ye karşı niye aynı söylemi ya da tavrı takınmıyorsunuz? Bu soruyu sormak da bizim en doğal hakkımız."

(Sürecek)

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :