Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

ÇİFT YUMURTA İKİZLERİ-4…

Saygı değer okuyucularım, bugünkü yazımızda; yazılışı ve söylenişi birbirine çok benzeyen, ancak anlamları farklı olan kelimeler konusuna; hem anlamlarını, hem de cümle içinde kullanılışlarını sunarak devam edeceğiz.

mefhum: Kavram.

mevhum: Sanal, hayalî, kuruntuya dayanan.

Artık bazı müzisyenler, millî ve hamasî mefhumlara da çalışmalarında yer veriyorlar.

Onun mevhum bir büyüklüğe bile tahammülü olamazdı.

meftun: Tutkun, vurgun, sevdalı.

metfun: Gömülü, defnedilmiş olan.

Bu servi ormanının içinde; nice vezirler, serdarlar, kazaskerler metfundur.

Şehriban’a hayran, meftun ve mecnunca bağlı idim.

meşruiyet: Kanuna uygun olma.

meşrutiyet: Hükümdarlık yönetimi.

Meşrutiyet, vatan hainlerinin döküntüleriyle kurulamaz.

Yaptığınız işin meşruiyeti tartışılır.

metin, -ni: Basılı veya el yazması parça, bir yazının tamamı.

metîn: Sağlam, dayanıklı, metanetli.

Aslında kâğıda gerek yoktu, çünkü bütün metni satır satır ezbere biliyordu.

Metîn olmak, herkese mahsus bir haslet değildir.

mevla: Sahip, efendi, malik.

Mevla: Tanrı.

Birçok köle, mevlasının sözünden çıkmazdı.

Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler…

Yandım yanacak kadar, suya kanacak kadar; yağdır Mevla’m su.

muharebe: Savaşta yapılan çarpışmalardan her biri.

muhabere: Haberleşme, iletişim, yazışma.

Askerliğimi muhabere alayında yaptım.

(“muhabere” kelimesinin sülasi kökü “haber”, “muharebe” kelimesinin sülasi kökü ise “harp”tir. )

Geceleri bazen öyle bir sessizlik çöküyor ki muharebenin bu yerlerde olduğuna insanın inanamayacağı geliyor.

Mektupçu evrak okur, cevap yazar, muhabere işlerini idare ederdi.

muhasebe: Hesaplaşma, hesap işleriyle uğraşma.

musahebe: Sohbet etme, konuşma, görüşme, söyleşme.

Musahebe bu vadiye dökülünce tekrar karışmak ihtiyacını duydum.

Nedir bu benim çilem / Hesap bilmem / Muhasebede memurum.

mülteci: Sığınan.

mürteci: Gerici, yeni düzene karşı direnen kimse.

Kendisine mürteci yaftasının vurulması onu perişan etti.

Yüzyılın mülteci dramına onlarca ülke sessiz kalıyor.

mütehassıs: Uzman, bir alanda ihtisas yapan kişi.

mütehassis: Duygulanmış, içli.

Hünerlerinizin inceliklerini, güzelliklerini anlamak için mütehassıslar zuhur etti.

Sizinle tanıştığım için çok mütehassis oldum.

mütevazı: Tevazu sahibi, sade, gösterişsiz, fakirhane, iddiasız.

mütevazi: Ölçülü, vezinli, birbirine paralel olan, birbiriyle uyumlu olan.

Düğün sahibinin bütçesi ne kadar dar ve mütevazı olursa olsun, hokkabaz şarttı.

O kadar mütevazı bir insandı ki, ne zaman kendisinden övgüyle bahsetsek yüzü kızarırdı.

(Alçak gönüllü, yüreği sevgi dolu ve babacan insanlar için kullanılacak söz ancak mütevazı olmalıdır. Çünkü; mütevazi; vezinli, ölçülü, paralel demektir. “Çok mütevazı arkadaşlarım var.”, “Mütevazı (sade, gösterişsiz) bir evde oturuyoruz.” cümlelerinde “mütevazi” kelimesi kullanılırsa, bu cümlelerden hiç hayır gelmeyecektir.

Ya da bir öğrencim benden bahsederken, “Şakir Hoca ne kadar mütevazi bir adam.” derse, bu da yanlıştır. Çünkü, 80 kiloyu aştığım şu günlerde, benim filinta gibi bir delikanlı olma şansım artık kalmamıştır. Ben, “mütevazi” değil de, “mütevazı” olmayı hayal edebilirim.)

Sakin, mütevazı ve kalabalıktan kaçan ruhunu incitmemek için onu, birkaç kişi ile sırtımda ebedî makamına ben götürdüm.

Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ile Turizm Fakültesi binaları birbirine mütevazidir.

name: Mektup, aşk mektubu, kitap, dergi, bir kimsenin geçmişi.

nağme: Güzel, uyumlu ses, ezgi.

Arif Nihat Asya’nın eşine yazdığı nameleri okudunuz mu?

İnleyen nağmeler ruhumu sardı, bir rüya ki orda hep şarkılar vardı.

nakil, -kli: Taşıma, iletme, aktarma, geçirme, göçme, anlatma, söyleme, hikâye etme.

nâkil: Taşıyan, iletken, aktaran, geçiren, göçen, anlatan, söyleyen, hikâye eden.

Boğaziçi hayatında; suların ve üstündeki nakil vasıtaları olan kayık, sandal, yelkenli ve vapurların büyük ehemmiyeti vardı.

Derlediğimiz bazı türkülerin nâkillerini bilmiyoruz.

İşte, nakil masrafı da avucumda diyerek beş yüz lirayı saydı.

nar: Bir meyve.

nâr: Ateş.

Beyza Güdücü Hanımefendinin hazırlayıp sunduğu Nâr-ı Beyza adlı programını çok beğeniyorum.

Nar ayıklamanın püf noktasını galiba hiç öğrenemeyeceğim.

Senin nârına biz de yandık.

nazım, -zmı: Manzume, şiir.

nâzım: Manzume yazan kimse, şair, düzenleyen, düzene koyan.

Hem nesir, hem de nazımla uğraşan edebiyatçılarımızın sayısı oldukça azdır.

(Türk şiirinin zirve isimlerinden Nâzım Hikmet’i ele alan bir eser, eğer Nâzım’ın can yoldaşlarından birine ait ise, onun adı kesinlikle “Nazım" diye yazılmıştır. Eğer, söz konusu eser milliyetçi muhafazakâr camiadan birine ait ise, kayıtsız şartsız “Nâzım” şekli kullanılmıştır.

Size iki somut örnek:

“Nazım Hikmet’in Son Yılları” / Zekeriya Sertel

“Peyami Safa-Nâzım Hikmet Kavgası” / Ergun Göze.

Nâzım’ı biz mi daha çok seviyoruz acaba, ne dersiniz? Çünkü, biz onun ismini onu sevenler gibi yanlış yazmadık, hem de hiçbir zaman.

Sevgili okuyucular, takdir edersiniz ki, dil hepimizin dili. Bu işin sağı solu olmaz. Bir taraf öyle yazsın, diğer taraf böyle, olur mu? Elbette olmaz, ama düzeltme ve inceltme işaretiyle ilgili olarak yapılan dehşet verici şu sınıflamayı kabullenmek zorundayız:

1. Yazılarında bu işarete kesinlikle yer vermeyenler...

2. Uzun okunan bütün ünlülerde bu işareti kullananlar; mesela, “tarih” kelimesini “târih” şeklinde yazacak kadar bu işi abartanlar…

3. Sadece, kullanılması gereken yerlerde bu işarete rağbet edenler; yani, ben ve benim gibi düşünenler.)

Konya’nın beş yıllık nâzım imar planı kamuoyuna açıklandı.

nefis, -fsi: Kişi, öz varlık, kişilik, insanın yeme içme ihtiyaçlarının tamamı.

nefis: Pek hoş, çok güzel.

Dün akşamki davette çok nefis yemekler yedik.

Sık sık nefis muhasebesi yapmak lazımdır.

nüfus: Nefisler, kişiler.

nüfuz: Söz geçirme, içine geçme, güçlü olma, bir yere sızma, otorite kurma, erk.

Babamın ailemiz üzerindeki nüfuzu çok fazladır.

Birbirlerinin servetlerini, nüfuzlarını, rütbelerini, kabiliyetlerini bilirlerdi.

Şehrimizin merkez nüfusu nihayet bir milyonu aştı.

öğretim: Bilgi verme işi, tedrisat, talim.

öğrenim: Bilgi edinme işi, tahsil.

İkinci öğretim harçları, küçük bir oranda artırıldı.

Öğrenimini bitirmeye bir yıl kala, Türkiye’deki büyük fabrika sahiplerinden çağrılar alıyormuş.

prediksiyon: Kehanet, medyumluk.

prodüksiyon: Yapım.

Böyle muazzam bir prodüksiyonun ne kadar astronomik bir finansmana dayandığını siz tahmin edin artık.

Prediksiyon kelimesinin varlığından doğrusu hiç haberim yoktu.

prediktör: Kâhin, medyum.

prodüktör: Yapımcı.

Hamile misiniz, değil misiniz; bir Prediktör alın, sonucu herkesten önce siz öğrenin.

Özcan Deniz, prodüktörlüğünü üstlendiği filmlerle zirveye çıktı.

Prediktör olan öğrencim, bana hipnoz yapmayı öğretecek.

(Yıllar önce Spor Bilimleri Fakültesi’nde Murat Kara isimli medyum bir öğrencim vardı. Sevgili öğrencim, bir gün bana reddedilemeyecek bir teklif sundu. Kısa bir süre onun öğrencisi olmayı kabul edersem, bana hipnotizmayı öğretecekti. Mavi gözlü olduğum için, bu işi öğrenmem ve uygulamaya koymam çok kolay olacaktı. Hipnotizma sayesinde; derslerimde hiçbir öğrencinin uyuması, malayani şeylerle uğraşması, sakız çiğnemesi, ciddiyetsiz bir tavır içerisine girmesi, Türk Dili dersinin dışındaki derslerle ilgili çalışma yapması… mümkün olmayacaktı.

Yalnız, bu işin çok önemli bir şartı vardı, değerli öğrencim diyordu ki: “Hocam, sizi bizimkilerle tanıştıracağım. Ancak, bizimkilerle tanıştıktan sonra, onlar sizi bir daha bırakmazlar. Sizin onlarla işiniz bittiğinde, yani okullar tatil olduğunda bile iletişiminiz yine devam eder.”

Ben bu teklife tereddütsüz hayır dedim. Bu arada bir önemli ayrıntıyı az daha unutuyordum. Değerli öğrencimin “bizimkiler”i kimler merak ettiniz, değil mi: Üç harfliler… Siz olsanız ne yapardınız?)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.