M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Bıraktım geldim…

Babasını kaybeden bir danışanım hissettiklerini yazmış, baş etmekte zorlanıyor, belki yazıyı okuduktan sonra yorumlarınızla ona yanında olduğunuzu desteğinizi hissettirebilirsiniz…

“Bana bir masal anlat baba, içinde bütün oyunların olduğu, kurtlar kuzu olsun, şekerle balla karışık.

Baba öyle güzel şeyler anlat ki bana, yeniden, yeniden. Hiç dinlememiş gibi hasretle, özlemle ve kızım diyerek.

Bunları ona demeyi ne kadar çok isterdim, hayatımın son demine kadar arkamda olduğunu bilmeyi, mutluluğumu, gözyaşlarımı, kalp kırıklıklarımı, canımın acıdığını, onu nasıl sevdiğimi, nasıl ihtiyaç duyduğumu ve bana sormadan çekip giderse nasıl bir ıstırapla kavrulacağımı bilsin görsün, görsün ki gitmesin isterdim. Zorunlu bir gidişti onunki, bir terk ediş değildi, ama bunu kabullenmemi de beklememeliydi. Daha bir sıkı basmalıydı dünyaya ayaklarını, kısa yaşamında daha fazla zaman ayırmalıydı. Erken gidişinin vakitsiz ayrılığının bizi, beni, onu, bunu ne kadar üzeceğini bilmeliydi, nasıl canım acıyor, nasıl bir özlem. Allah’ım bu hiç bitmeyecekmiş, hiç sönmeyecekmiş gibi. Gidişinin ilk günü gibi çaresizim ve kendime acıyorum.

İlk sevdiğim adam, geçen gün senin topraklarındaydım. Uzun bir ayrılığın ardından kendimi toplayıp yattığın yere ilk gidişimdi. Önce top koşturduğun çocukluğunun bahçesine girdik, urganlarla salıncak yaptığın asma yapraklarının arasındaki ceviz ağacının altında durdum uzun süre. Ağaçlar kurumuş. Aşağı bahçe artık armut, çağla, kiraz vermez olmuş. Her yaz şehrin gürültüsünden kurtulup köyümüzün sıcak topraklarına sığındığımız o yerler nasılda kuraklaşmış. Düşersin çıkmayın çocuklarım dediğin ceviz ağacı boynunu bükmüş. Gölgesindeki salıncak kaldırılmış. Salıncağı kurduktan sonra düşmeyelim diye bütün gücünle

asıldığın urganlar kesilip ağacın kuru gövdesine sarılmış. Ev ağlamış, topraklar verimsizleşmiş, bakıma muhtaç, sanki oralara hiç sen gelmemiş gibi, oralarda hiç kahkahalarımız duyulmamış gibi.

Ya biz baba? Nasıl kuruduk bilsen! Doğa böyle boynunu bükmüşken biz nasıl bükmeyelim.

Mezarının başında bir duayı okumak için dudaklarım kıpırdayamıyor. Gözyaşlarım dudaklarıma doğru akıyor, sonra dudaklarım titremekten bir araya gelemiyor, sana kızmak istiyor, olmuyor ve şu cümlelerin geliyor aklıma, hatıra defterime 29.01.1998 yılında bir bayram günü yazdığın şu cümleler:

‘Canım kızım; bu hatıra defterini bana uzatıp yazmamı istediğindeki  kalbi duygularımı yazıya dökme zamanını gayet iyi seçtiğini düşünüyorum.çünkü bugün inanan insanların en mutlu günü.ramazan-ı şerifin nihayet bulup müminlerin kaynaştığı sevip kucaklaştığı bir bayram günü.seni her zaman mutlu görmek arzusuyla kucaklıyor iki cihan saadeti temenni ederim. Baban.’

Oralardan beni görüyorsun biliyorum, ama sana dokunup kucaklayamıyorum. İnsanlar bayram sabahlarında anne ve babalarının elinden tutarken benim hep bir yanım boş oluyor. Buna alışmalısınız derken birileri alışmak denen kavramın hiç kolay bir şey olmadığını bilmiyorlardı galiba? Kabristandan çıkarken arkada bir baba bırakmayı, yetimliğin dayanılmaz acısını, birini kaybetmenin iliklerine kadar işleyişini? Ama bir kişi gerçekten biliyordu ve beni çok ağlatan şu dörtlüğü söylüyordu:

Yıldızlara, vadilere baktım geldim

Yoldan yürüdüm, sulardan aktım geldim.

Ben Belh’te bir kutlu beşik, bir ninni,

Larende’de bir anne bıraktım geldim.

Hz. Mevlana

Tıpkı ben de Hz Pir’in söylediği gibi arkamda bir baba bıraktım geldim. Hiç bir cümle sana olan özlemimi, sana olan sonsuz sevgimi anlatamasa da bir parça haykırıyorum işte.

Seni seviyorum babacığım… Kızın.”

wwwpozitifdegisim.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.