Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Bir “eski zaman Konya gecesi”nde kavurga, gölle, kenevir helvası

            “Anası turp, babası şalgam; kendi gülbeşeker” olanlardan gınâ geldiğinde.  “Alıvırdım, satıvırdım” muhabbetinden; villa, milla “gökgörmedik anlatısı”ndan gınâ geldiğinde. Kaçıp gitmek ister insan; “Eski Zamanlar”a.

            Öyle yaptık, Elmas Hanım’la. Elli yıl öncesine ışınladık, hafızamızı. Sarıcalar’a gidelim, bir “çetnevir” hazırlayıp götürelim, dedik.

“GUNDULU BUĞDAY”, “NÖBET ŞEKERİ”, “PELİT”

            Elmas Hanım; “Çetnevir; “sütlü kavurga”, “kenevirli bulgur”, “nöbet şekersiz şerbet” olmazsa olmaz” dedi. “Gidip bunları bulmalısın” dedi.

            Bir hafta pazar pazar gezdim. “Çetnevir” malzemelerinin çoğu “Kadınlar Pazarı”nda halâ var. Hangi “aklı evvel” Kadınlar Pazarı’nı “Melike Hatun Çarşısı” yaptı? Yaptı da ne oldu, eline bir şey mi geçti? Gene “Kadınlar Pazarı” diyoruz işte.

Neyse, ağzımdan kötü bir şey çıkmadan, pazarda neler aradığım, neler bulduğumu “efendime söyleyeyim”

            “Bulgur bişirmek için” “Gundulu buğday” lâzım.. Dükkân dükkân soruyorum. “Gundulu Buğday”ı bilen yok. Gundulu buğday yoksa, Konya çetnevirinin sultanı, bulgur da olamaz. Epey didiştikten sonra “aşurelik buğday”da karar kıldık.

            “Sütlü, kenevirli kavurga” için, “Kenevir Helvası” için kenevir; “Tuzlu Kara” için nohut; “yağlı müsür patlağı” için mısır;: iğde, termiye, “ meneviş”, şerbet için “loğusa şekeri”

            “Datlı pelit” bulmak için öyle dolaştım ki. “Ayaklarıma kara sular indi”

ÇIRASIZ “ESKİ KONYA GECESİ” YAŞANIR MI?

            Elli yıl öncesi bir akşamı yaşamaya, “çetnevir”li bir gece yaşamaya karar verdik bir kere. Elli yıl öncesinin Sarıcalar’ında elektrik ne gezer. Burada bir parantez açalım. 1967 yılında köyde bir “Toprak Su Kooperatifi” kurmuştuk. “Kooperatif gominislik” suçlamaları altında hem kurak topraklara on yedi derin kuyu açmış, hem Sarıcalar’a Konya’nın “ilk köy elektriği”ni getirmiştik.

            “Tuzcular içi”ne yakın, “Bedesten”de istediğiniz kadar “çıra” var; yani gaz lambası. Şanımız var, beş numarasından ver; dedik. Almak kolay; gelgelelim, lambaya gaz bulmanın maliyeti yarım gün.

“KONYA ÇETNEVİRİ” HAZIRLAMAK İÇİN HEM YÜREK HEM EMEK İSTER

            İğde, termiye, üzüm, incir, pelit, bulmaya çalışırken aklımda bir cümle. “Yerli malı, yurdun malı; her Türk onu kullanmalı..”

            Çocukluğumuzda, sanıyorum, tam bu aylarda, okulumuzda “Yerli Malı Haftası”nı kutlardık. Bir telâş, bir telâş. İçimiz sevinçten kıpır kıpır. Evde ne varsa; kayısı kurusu, erik kurusu, elma kakı, iğde, incir, üzüm... Toplar, koşardık okula; kelebekler gibi.. Bir yerdik, bir yerdik; sanki ilk görmüş gibi.

Rahmetli, nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun Ziya Gökalp’in şiirinden iki mısraı. “Evinin yemişi erikle, elma/ Komşunun bağından hurmayı alma” Halâ aynı fikirdeyim…

            Biraz önce, “Konya çetneviri” hazırlamak için hem yürek hem bilek ister demiştik. İğde, termiye, pelit, üzüm, incir toplamak az biraz masraf; ve dolaşa dolaşa yorulmak…

            Paraya, tabana kuvvet. Ama? “Sütlü, kenevirli kavurga”yı hazırlamak. Ama, nohutlu, kenevirli, haşgaşlı “Bulgur”u hazırlamak. Ama, “Kenevir helvası”nı yapmak.. Kırmızının en güzeli, sayısız kırmızı şeker kristalinden oluşan “Loğusa şekeri”nden şerbet yapma”. “Eski Gonya Gadınları”ndan biri değilseniz, boşuna yorulmayın. İşte bunun için demiştik o sözleri...

“BİR ESKİ KONYA” GECESİNDE, “ÇETNEVİR”İN BAŞINDA…

Sarıcalar, 20 Kasım 1961; yani şimdiki 29 Kasım 2011’den elli yıl önce.

Şişesi, tül gibi ince tülbentle hohlaya hohlaya silinen çıra ile aydınlanıyor, koca “mabeyin”. Elektrik kapalı, televizyon kapalı; telefon çalsa bile açmayız.. Çünkü hiç biri 1961’de yoktu.

            Ortada bir “divan sinisi”. Yere çepeçevre oturuyoruz; “sufta çitdi” bezini dizlerimize örtüyoruz. Elma, “buruşuk gış armıdı”, portakal sininin çevresinde. İğde, termiye, kayısı kurusu, içi tatlı çekirdekli kayısı “dürtme”si; keçi boynuzu, “datlı pelit”“Yağlı düğü”“sütlü kavurga”“Tuzlu kara” nohut kavurması; içine yumuşak Konya lokumu koyacağımız “püsküvüt”ler. “Divan sinisinin ortasında koca bir tepside kenevirli, haşhaşlı, “pürtletilmiş nohut”lu bulgur. Duman, duman. Dışarıda, uzaktan uzağa köpek havlamaları; el ayak şişiren jilet gibi bir step ayazı.

            Kestane yerine “Datlı pelit”. Biraz yedikten sonra, buz gibi soğuk sudan birkaç yudum almalısınız. Şahane bir tad, denemeden bilinmez. Pelit, böyle yenir…

            “Eski Konya”da, eğer “Bulgur” yoksa “çetnevir sofrası”nda, ne güveğiye “yüzük takma”nın tadı çıkar; ne çocukların diş çıkartmasını kutlamak için yapılan törenlerin tadı olur. “Diş bulguru” nedir, bi zahmet öğreniverin.

            “Çetnevir” yerken bunaldığınızda, soğuk “loğusa şerbeti”nden yarım bardak çekin. Kendinize hemen gelirsiniz; sonra “bulgur”a devam..

İÇİMDEN TUTUNUZ; “KENEVİR HELVASI” İLE “ŞERBET”İN YAPILIŞINI VEREYİM

            Elmas Hanım “kenevir helvası” da yaptı; “Lohusa şerbeti” de yaptı; sağ olsun. Ama, bana nasıl yaptığını da anlatmadı. Anlatmasını istedim; “Aman, git canım sen de” dedi. Bahara bir kuzu vaat ederek anlattırdım. Bilmeyen çoktur; tarifler benden hediye olsun.

            Kenevir Helvası: “500 gr. keneviri yıkadıktan sonra, sürekli karıştırarak iyice kavurun. 250 gr. üzüm pekmezine bir su bardağı su ekleyin; kavrulmuş kenevirleri içine dökün, yoğun bir kıvam ulaşıncaya kadar pişirin. Bir avuç leblebiyi un haline gelinceye kadar ezin, kenevir helvasını karışımını dökmeden önce tepsisinin altına leblebi ununu serin. Karışımın tepsiye yapışmasını önlemiş olursunuz.

            Kenevir-pekmez macununu tepsiye bir parmak kalınlığında serin, üstünü kaşıkla düzleştirin; buz dolabında soğutun. Şimdiki imkânlarla 30 dakikada “kenevir helvası” hazır olur.

            Elli yıl önceki Konya’da, kar yağmasını, karların buz tutmasını bekleyecektiniz. Kenevir helvası tepsisini dışarıya karın üstüne koyacaktınız. Üç/beş saat donmasını bekleyecektiniz. Yutkuna, yutkuna.

            Keseniz müsaitse; içine fındık, fıstık, badem kırıntıları da ekleyebilirsiniz.

            “Lohusa Şekeri”nden şerbet: Eski Konya’da Aziziye civarında her şekercinin vitrininde kayım kayım üstüne bulunan “Lohusa şekeri”ni buluncaya kadar ayaklarıma kara sular indi. Sora sora yoruldum; sununda bir eski şekerci dükkânında tezgâh altından verdiler.

            “Lohusa şekeri”nin bir adı da “Kızamık şekeri”, bir adı da “Şerbet şekeri”. Yeni doğum yapan bayanlar için, kızamığa tutulan çocuklar için, kız alıp vermede taraflar razı olunca “şerbet içilerek”kutlamada hep bu şekerden “şerbet” yapılır.

            Yapılışı: Yarım kilo lohusa ya da başka bir adı ile kızamık şekeri. 5 su bardağı toz şeker, dört çubuk tarçın, 10 karanfil. Bunları hep birlikte kaynatın. Buz gibi soğutun. İsteyen sıcak da içebilir. “Konya mutfağı”nın şahane bir lezzeti.

            Biz, elli yıl öncesini bu kasım ayında, “Gaz lambası”, “çıra “ ışığında çetnevir yedik, lohusa şerbeti içtik; çetnevir yedik, lohusa şerbeti içtik.

            Kıskanmayın, siz de yapabilirsiniz “Kadim kültürümüz”ü yaşamak isterseniz. Yakınlarda olsaydınız inanın sizi de çağırırdık.

 

            MESAJ TAHTASI

BİZİM BÜRO’DA “İKRAM”

            “Has Konyalı”nın çaydan, kahveden, çikolata ikramından bıktığını sanıyorum. Ne yapmalıyız diye düşündüm.

            Bir aydır “hatırımızı sayıp gelen dostlarımıza, misafirlerimize iğde, termiye, keçi boynuzu, pelit, Konya  gül lokumu ikram ediyorum. Meselâ geçen hafta “termiye” sundum; bir hafta boyu. Bu hafta eğer gelirseniz; “iğde” haftas.. Sonra “pelit” sonra” kavurga” ; sonra”yağlı müsür patlağı” haftası gelecek. Beklerim. Arzu ederseniz, telefonunuzu yazarak mesaj gönderin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum