Başbakan Davutoğlu: (5)

Başbakan Davutoğlu: (5)

"Uluslararası kamuoyuna da buradan söylüyorum: Türkiye bir şey ispat etmek zorunda değil. Türkiye kendi inandığı doğrular etrafında kararlı tutum alabileceğini her zaman göstermiştir"

ANKARA (AA) - Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Uluslararası kamuoyuna da buradan söylüyorum: Türkiye bir şey ispat etmek zorunda değil. Türkiye kendi inandığı doğrular etrafında kararlı tutum alabileceğini her zaman göstermiştir" dedi.

Başbakan Davutoğlu, NTV-Star ortak yayınına katılarak soruları yanıtladı.  

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bir televizyon kanalındaki “Söz vermek önemli değil aksiyona bakarız, şimdi rehineler serbest bırakıldı, kanıt artık pudingin içinde” şeklindeki sözlerine ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine Davutoğlu, Kerry ve ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’in Türkiye’ye yaptıkları ziyaretlerde ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmede bu konuların gündeme geldiğini dile getirdi.

Konunun, sadece IŞİD bağlamında değil bölgedeki genel durum ile ilgili değerlendirme şeklinde gündeme geldiğini anlatan Davutoğlu, şunları söyledi:

“Ama son dönemde gerçekten uluslararası basında da Türkiye’ye de bazen yansıyacak şekilde öyle bir hava oluşturuluyor ki sanki Türkiye bir şekilde sınavda olan bir tarafta bir şey ispat etmek zorunda. Herkesin bilmesi gereken bu, ben bunu Sayın Kerry’ye de Dışişleri Bakanlığı dönemimde de söyledim, şimdi bütün uluslararası kamuoyuna da buradan söylüyorum: Türkiye bir şey ispat etmek zorunda değil. Türkiye kendi inandığı doğrular etrafında kararlı tutum alabileceğini her zaman göstermiştir. İttifaklık ilişkisi gerektirdiğinde müttefikler bazen bazı hassasiyetlerimize yeterli özen göstermediği dönemlerde dahi bu özeni ne kadar göstermiş olduğuna bizzat onlar şahittir ama buradan hareketle bütün meseleyi rehinelerle ilişkilendirip, 'rehineler olduğuna göre bakalım ne yapılacak' gibi bir şey Türkiye gibi bir ülkeye sorulmaz. Ne yapacağımıza biz karar veririz ve bu kararı da biz şimdi vermedik.

Üç sene önce bütün dünyaya ‘Eğer Esad’ın bu zulmü durmazsa, bu mazlum insanlara sahip çıkan olmazsa  terörizm artar, radikalizm artar’ diye, keşke duvarların dili olsa da o toplantılarda kor grup, çekirdek grup toplantılarında o Birleşmiş Milletler zeminlerinde telefon görüşmelerimizi şimdi yayınlasak, müttefikleri harekete geçirmek için uluslararası toplumu harekete geçirmek için birileri bir şeyi ispat edecekse bu mazlumlar karşısında Birleşmiş Milletler kendisi ispat etsin, 350 bin insan öldü, 4 milyon insan mülteci, birileri bir şey ispat edecekse önce uluslararası toplum varlığını ispat etsin. Kimyasal silah kullanıldı, cezalandırıldı mı? Scud füzeleriyle insanlar öldürüldü, varil bombalarıyla öldürüldü, bir tek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı çıkarılabildi mi?”

-"Hiçbir zaman ikili bir dil kullanmadık"

“IŞİD’e karşı olan tutum, teröre karşı olan tutum aşikardır” ifadesini kullanan Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Dün dahi televizyonda birileri, bunlar hiçbir zaman bizim hükümetimizin IŞİD’e ‘terör örgütü’ demediğini söylüyor. Ya cahiller ya da olayları takip etmiyorlar ya da kasıtlı yapıyorlar. Biz 13 Ekim 2013 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla IŞİD’i terör örgütü ilan etmiş bir hükümetiz. Ekim 2013, bir sene önce daha ortada Musul baskını yok hiçbir şey yok ve yine sınırlarımızı yaklaştığı için bu radikal örgütlere karşı operasyon, yani tarafımızdan Azzaz’la Münbiç arasında top mermisiyle mukabelede bulundu bizim tarafa düştü diye. Mukabele biy misil yapıldı. Yani açıp baksalar bunlar 13 Ekim 2013 tarihli Resmi Gazetede ne dediğimizi görürler. Yok ama niyet başka. Niyet şu; rehinelerimiz oradayken bize bir şey söyletecekler ve bir şekilde bizi problemin parçası haline getirecekler.

Aynı şekilde şimdi de niyet eğer bölgede ortak strateji gerçekleştirmekse uluslararası basın anlamında da söylüyorum: Türkiye önüne imtihan kağıdı konulacak bir ülke değil, oturulup eşit olarak konuşulacak bir ülkedir. Otururuz bizim kaygılarımız var, bizim ulusal çıkarlarımız var, bizim önceliklerimiz var onlarla birlikte konuşuruz.

Şimdiye kadar da Amerikalı bütün yetkililerle her düzeyde hep bu şekilde konuştuk, hiçbir zaman ikili bir dil kullanmadık. Ne söylediğimiz bellidir, neyi yapacağımızı da herkes bilir. O anlamda doğrusu Sayın Kerry’nin bu kadar yansıyan şekliyle ifadeleri bizimle olan hukuku bağlamında da doğru bir zeminde değil. Mutlaka kastettiği daha önceki ifadelerinden de şey yaptığımız, tabii rehinelerle ilgili durumumuzu anladığını ifade ediyor. Bu doğrudur.”

Rehinelerin kendilerinin birinci önceliği olduğunu ve bunu her zaman söylediklerini ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Rehinelerle ilgili önceliğimiz bir anlamda yerine geldi veya aşıldı dedikten sonra bizim esas meselemiz bölgede huzur ve istikrarı sağlayacak iyi bir yaklaşımın benimsenmesidir. Burada da mesele IŞİD’le veya genel olarak şiddetle terör örgütleriyle mücadele esas olmakla birlikte bu mücadelenin sonrasını da görmeyi istemek veya bunun hangi parametreler üzerinde yürüyeceği konusunda bir ortak zemin bulmak talebimizde haklıdır. Yani eğer IŞİD’i tasfiye etmek suretiyle ki tahliye edilmelidir bütün bu örgütler bu anlamda bölgede herkes için tehlike teşkil eder, buna Suriye rejiminin önünü açacak şekilde bir şey olursa bugün o isimli olan örgüt yarın başka isimle çıkar.

Mesele Suriye halkının sahipsizliği. Suriye halkına Esad devlet başkanı olarak sahip çıkmadı katletti, uluslararası toplum sahip çıkmadı, Özgür Suriye Ordusu, ılımlı muhalefeti desteklemedi ve zayıfladı o muhalefet, e o zaman birisi çıktı ‘ben bu meselenin sahibiyim veya koruyucusuyum’ gibi bir şeyle öne çıktı ve bir boşluğu doldurmaya çalıştı. Aynı şey Maliki için, Allah aşkına az mı tenkit edildik Maliki’nin politikalarını eleştirdik diye. ‘Sünni kesimi dışlamayın’ dedik."

Irak'ta Sünni siyasetçilerin birer birer devre dışı bırakıldıklarını anımsatan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Tarık Haşimi, Rafi İsavi, Nuceyfi... Sünni siyasetçi kalmadı, siyaseti olmayan yapı neye yönelir? Kendini korumak için bu tür eylemlere yöneliyor. Bunu söylediğimizde bu, IŞİD’i mazur göstermek değil. IŞİD denilen yapı, en büyük zararı İslam’a veriyor çünkü İslam ile algıyı bozuyor. Bizim İslam telakkimizle arasındaki farklar aşikar. Bunları hep söyledik. Fakat görmek istediğimiz şey şu; 'yağmurdan kaçarken doluya tutulma' denir, geçmişte Özgür Suriye Ordusu 'bu hakları savunacağım' derken onu desteklememenin bedeli ağır oldu. Şimdi bu harekat sadece bir tehdidi ortadan kaldırmak değil bir düzeni de yani kalıcı bir düzeni de tesis etmek için kurulmalı. Yoksa o tehdit ortadan kalkar başka bir tehdit ortaya gelir. Bu noktada Türkiye’nin kanaatleri, maalesef öngörüleri hep doğru çıktı.

Kimyasal silahlar kullanıldığında söyledik o zaman gönüllüler koalisyonu talep edildiğinde ‘Biz oluruz’ dedik bunu doğru bulduğumuzu söyledik. Neden? Çünkü kimyasal silah kullanıldığı zaman eğer o kimyasal silah oluşturduğu dehşet başka bir dehşeti doğurur. Başka bir dehşet de işte son dönemdeki o görüntüler. Bu dehşetler birbirini şey yaptı, aradaki gri alan yok edildi. Gri alanı Suriye Ulusal Koalisyonu temsil ediyordu. Bu zayıflatıldı, bilinçli bir şekilde neredeyse zayıflatıldı. Daha sonra kimyasal silah dışında Cenevre 2 süreci, muhalefetin katılmasına ikna ettik her türlü desteği verdik ama Cenevre 2 sürecinde ne elde edildi. Şimdi bu hat üzerinde büyük kitleler kendilerini sahipsiz addediyorlar ve tek tek ne yapabileceklerini, nasıl kendilerini savunacakları konusunda bir çaba içine giriyorlar.

Biz geçmişte her zaman uluslararası toplumun aldığı her kararı, yani olumlu yönde aldığı kararı içinde bulunduğumuz kararın gereğini yaptık. Şimdi Türkiye sanki gereğini yapmamış gibi, önünde ne olduğunu göreceğiz gibi bir sınava sokulamaz. Biz kendi kararımızı alırız, bu karar milli menfaatlerimizi korumak için alınması gereken bir kararsa gereğini yaparız. Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı ve bölgeden gelebilecek riskleri tabiri caizse minimize etmek için, bertaraf etmek için ne yapmak gerekiyorsa yaparız ama uluslararası basın üzerinden Türkiye’yi böyle sınava sokar gibi bir psikoloji oluşturulmasını da kabul etmeyiz.”

-"Demokrasi dalgası esiyordu"

Türkiye'nin pozisyonunu, Kerry ve Amerika yönetiminin çok iyi bildiğini vurgulayan Davutoğlu, "Geçmişte birçok kereler ne yapılması gerektiğini anlattığımızdaki kanaatlerimizi de biliyor, nasıl bir bölge arzu ettiğimizi de biliyor. 2012 yılında Ortadoğu bölgesinde demokrasi dalgası esiyordu, demokrasi rüzgarı vardı. Eğer bugün Ortadoğu bölgesinde demokrasi rüzgarı yerine terör rüzgarı esiyorsa o demokrasilerin arkasında durmayanlar öncelikle kendilerini sorgulamalılar. Biz ilkeli olarak durduk. Bu sefer biz koyarız pudingin içindeki şeyi görmek bakımından, 'ne kadar mülteci alacaksınız' diye sorarız bütün dünyaya" diye konuştu.  

Türkiye'nin üç günde 138 bin mülteci aldığını, bütün Avrupa'nın ise 3 yılda 130 bin civarında olduğunu söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Biz, 3 günde aldık, arkamıza bakmadan aldık. Buradan gelebilecek riskleri göre göre aldık. 1.3 milyon kişi Türkiye'de bu aziz millet tarafından ağırlanıp, her türlü imkanlarıyla paylaşıyorsa bu milletin önüne kimse sınav kağıdı koyamaz. Biz gereğini yaparız, ne düşünüyorsak biz düşündüğümüz için yaparız. Birisi bize söylediği için yapmayız. O zaman biz herkesin önüne 'bu mültecilerden kim sorumlu' diye sorarız. Bunu sadece Amerika için söylemiyorum bütün dünyaya. 'Kim bu mülteciler, akın akın Türkiye'ye Ürdün'e Lübnan'a giderken gerekli tedbiri almadı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ne yaptı' diye sorarız. Eğer IŞİD gibi terör örgütleri tasfiye edilecekse ki edilmeli etkileri yok edilecekse bunlar hepsi doğru şeyler. Sonrasında 'bu kitlelere ne vadediyorsunuz' diye sormak da düşer.

Yani bu kitleler siyasal sistem içerisinde nerede duracaklar. Ordusu yok, orduyu kendi ordusu gibi göremiyor çünkü Suriye'deki bütün ordu şu anda bütün istihbarat yüzde 12'lik bir azınlığın elinde. Geri kalan ne yapacak. Aynı şekilde Irak ordusu yüzde 95 nispetinde tek bir mezhepten oluşuyor. Bunu herkes biliyor ve istatistiklere yansımış olan bir şey."

Böyle bir yapının sürdürülmesinin mümkün olmadığını ve sürmesi halinde savunmasız kitlelerin nereye savrulacaklarının da belli olmayacağını dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bizim arzu ettiğimiz şey; 2012'de kaybedilen o demokrasi dalgasının tekrar onurlu bir şekilde ve eşit vatandaşlık ilkeleri etrafında bütün halklara sunulabileceği bir ortamın oluşturulması. İster Müslüman olsun ister Hrıstiyan, ister Sünni olsun, ister Nusayri, ister başka mezhepten. İster Yezidi, ister Keldani, ister Arap, ister Türkmen, ister Kürt olsun herkesin eşit vatandaşlık haklarından yararlandığı bir Irak, bir Suriye. Eşit vatandaşlık hakları, hani insan haklarının tümüyle yerleşmesi zaman alabilir ama eşit güvenlik hakkı en azından eşit güvenlik hakkı yani 'ben Sünniyim' diyen birinin Basra'da rahat dolaşabilmesi, Lazkiye'de rahat dolaşabilmesi, 'ben Şiiyim' diyen birinin Musul'da rahat dolaşabilmesi, Halep'te rahat dolaşabilmesi, 'ben Nusayriyim' diyen birinin Deyrizor'da rahat dolaşabilmesi İdlib'de rahat dolaşabilmesi... Bunlar olabildiği  zaman kalıcı barış olur." 

(Sürecek)

Kaynak:Haber Kaynağı