Aynadaki kendimize âşık olmak

“Sevmek” kelimesinin “âşık olmak” yanındaki masumiyetini hepimiz hissedebiliyoruz. Daha mutedil ve abartısız olmasından dolayı “sevmek” bizim için daha sıcak bir kelime. Kullanırken herhangi bir huysuzluk içine girmeyiz. Bu anlamda kişinin kendini sevmesi anlaşılır ve ifade edilebilir bir durum. Yalnız kişi kendisine âşık olmaya başlamış, hele de arada bir âşık olduğu kendisini aynada seyretme sürecine düşmüşse iflah olmaz bir hastalığa yakalanmış demektir. Yakalandığı bu süreç onu, her gördüğü insanı kendisiyle kıyaslamaya ve hatta kendisinde olmayanların sahibi olan insanlarla karşılaşırsa, ruhen daraltılar yaşamaya kadar götürür. Kendisinde olmayan güzelliklerin başkasında olabileceğini kabul etmedikçe de kişi bu hastalığın pençesinden kendisini kurtaramaz.

 

Hepimiz için risk ama çoğumuz içinde vakıa olan bu hastalık, toplumsal bereketimizin belini kırmaktadır. Üretmeye çalıştığımız birçok şeyde bizi, “bende doğru söylüyor olabilirimden” “sadece ben doğru söylüyorum” noktasına taşıyor. Sadece ben doğru söylüyorum, kendi içinde yüksek maliyetli bir cümle. Uzunca bir sürecin sonunda, onlarca insanla birlikte, ciddi bir meşguliyetten sonra, heba olmuş bir ömür, böylesi maliyetli cümlelerden sonra oluşur. Bu cümlenin sahibi olan kişiler ne denli bir yük ve vebalin altına girdiklerini unutmamalılar. Çünkü biz biliriz ki şeytanın en şerlisi, insanların en bereketlisinin ensesine çöker.

 

Etrafımızı seyrederken oldukça verimli adamların, birlikte oldukları toplumla birlikte bu hastalığın pençesinde kıvrandığını görürüz. Güçlerin birleştirilmesi yerine, enerjinin heba edilmesi noktasında uzmanlaşmış bir toplumun bireyleri olarak bu tablo acıda olsa günü birlik şahit olduğumuz bir tablo. Bu günlerde hem seyredip hem de önlem almakta zorlandığımız bu tablodan bizi çıkaracak, güya kurtarmak için öne geçenlerin oluşturduğu zafiyetleri yok edecek güzel yüzlere ne kadarda ihtiyacımız var.

 

Tarihin belli dönemlerinde helake doğru koşan toplumları, felaha doğru sürükleyen liderler çıkmıştır. Bu liderlerin en büyük özelliği aynadaki kendileriyle barışık olmaları ve sorumlu olduklarını varsaydıkları toplumların her konuda bir adım önünde durmalarıdır. Kişilik problemleri içinde en dehşetlisi “kibir” ile toplumsal faydayı yok eden “tepeden bakıcılığın” olmadığı bu insanlar, sıkıntıları göğüslerken toplumun en ön saflarında durmuşlardır. Tarihin belli dönemlerinde farklı coğrafyalarda tezahür eden bu insanlara toplum bu günde çorak toprağın suya hasreti gibi hasrettir.

 

Güney Afrika’da Abdullah Harun, Amerika’da Malcom X, Mısır’da Hasan’el Benna, İran’da İmam Humeyni, Lübnan’da Hasan Nasrullah ve selefleri hep böylesi güzel insanlardır. Kendilerini hizmetine adadıkları toplumların semerelerini sorumsuzca kemiren bir anlayışta hiç olmayan insanlar. Kendi yanlışlarının maliyetlerini topluma ödetmeyen insanlar. Merhameti tüm işlerinin ta başına koyup, çözümü, yaşanabilir mutlu alanlar ve müreffeh toplumlar oluşturmakta arayan insanlar. Bunlarla insanlık, doğru ve olması gereken yere doğru koşmuştur.

 

Türkiye tamda bu dönemde her bir alanda aynadaki kendisiyle barışık insanlara ihtiyaç duyuyor. Toplumu hisseden, toplumun kavgasını kendi kavgası sayan, mutluluğun ancak onlarında mutlu olmasıyla elde edilebileceğine inanan, onlarla birlikte hendek kazan ama açlığını onlardan farklı olarak ancak iki taşla bastırabilen liderler. Bu ister ailede olsun, ister cemaatte, isterseniz ticari bir faaliyette, her tarafta güzel örnekler ve “o söylüyorsa doğrudur” “o yapıyorsa haklıdır” dedirtecek güzel örnekler. Bu örnekleri kendi içimizden hem de sayısı oldukça fazla olmak üzere çıkarttığımız zaman yolumuzun daha bir aydınlık duruşumuzun daha bir verimli olduğunu göreceğiz.

 

Ama kapris ve yeteneksizliğiyle etrafını boğan insanlar şu ve ya bu vesileyle toplumun önüne çıkmışsa, toplumda bu süreçte bu insanları kabul etmiş ve “bundan daha iyisini mi bulacağız” ön kabulünü geliştirmişse zemin müsait olsa da biz üzerini inşa edemeyiz. Bu ülke herkesin bir taraftan bir şeyleri inşa ettiği günleri yaşıyor. Tüm kalıplarıyla değişim süreci içine girmiş bir ülkede yaşıyoruz.  Bu değişimde herkesin ama hassasiyeti olan insanların özellikle takipçi olması gerekmektedir. Bize düşen bizi ilgilendiren tüm konularda taraf olduğumuzu, süreci takip ettiğimizi ve eğer bu sürecin sonunda mağdur edilirsek hakkımızı tazmin edeceğimizi ortaya koymalıyız. İçinde yaşadığımız toplumun sorunlarına kayıtsız kalarak çözüm üretemeyeceğimiz muhakkaktır.

 

Eğer kendimizi tadil edip beden coğrafyamızda bir medeniyet kurabilirsek, ispanyadan, Çin seddine kadar uzanan İslam medeniyetinin yeniden inşa edilebileceğine de inanmaya başlarız. Fakat ağaç kurdu misali bizi yiyip tüketen enaniyetimiz, kalbimiz ve bedenimizdeki hâkimiyetini devam ettirecek olursa evlerindeki üç beş nüfusa hâkim olamayan bizler, büyük ve görkemli süreçlerde açamayız. Yeniden yapılanan bir coğrafyada yaşıyorsak bizde aynadaki kendimizin yakasına yapışıp kendimizi yeniden yapılandırmalıyız. Aynadaki aksımızın bize sunduğu aşkı, hiç değilse daha mutedili olan sevgiye dönüştürüp vazgeçecek kadar mesafe oluşturmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.