Düğün pilavında ‘denizaltı’

Dışarıdan Konya’ya bakacaksanız, önce Mevlana, sonra meşhur etliekmek, sonra düğün pilavını hatırlarsınız, battı çıktıları, su böreği, yaprak sarması ise daha sonra gelir. Konya mutfağının spesiyalleri arasında denizaltılı pilavın yeri başkadır.

“Konya yemeklerinin anası düğün pilavlarının aslına ermek için ya Konyalı olmak ya da Konya’da üç vakitten uzun kalmak gerekir” diye bir büyük sözü vardır. Bu veciz söz hangi büyüğe aittir bilinmez.

Konya düğünlerinin tantanasını/telaşesini, kısa yoldan etliekmek vererek çözmek isteyen dahili ya da harici bir girişim olmuştu geçtiğimiz yıllarda. Ancak “hazır yemek sektörü”nün mantar biter gibi çoğalması, pilav dökmeyi daha cazip hale getirdi ve etliekmek girişimi başarısız kaldı. Hatırlarım da 10 yıla kadar, günler öncesinden davetiye bastırılır, sonra bir kalem kağıt alınır, toptancıdan irmik, pirinç, kuş üzümü, kağıtçıdan sofralık kağıt alınır; ekmekçiye yuvarlak ekmek siparişi verilir, sonra da “eksik ne kaldı” diye uzun uzun düşünülürdü. Bir de daha çok çarşıdan bir esnaf çaycısıyla anlaşılır, o kadar masraftan sonra çaycıyla pazarlık sorunu çözülemediyse, bir kazan kiralanırdı. Kira ile sorun çözülünce çay, evin ortanca oğluna emanet edilir, küçük oğlan da yanına çırak olurdu.

‘Pilavın dökülmesi’ şüphesiz bolluğu, bereketi anlatmak içindir. Yöresel deyimlerin öğrenci evlerinde nasıl gece yarılarına kadar süren tartışmalara dönüştüğünü gurbette okuyanlar bilir. Üniversitede öğrenci evinde kalan bir Konyalı iseniz, bir de o gün Amasyalı Kenan nöbetçiyse, Kenan’ı köle gibi çalıştırmaktan müthiş keyif alırsınız. Yemekten sonra sofranın güç bela kaldırılmasıyla, çay faslında olanlar olur ve bir tartışmadır başlar. “Benim çayı dökme oğlum, biraz sonra içeceğim” derseniz, “Niye döküyüm çayını” tepkisiyle karşılaşırsınız. “Çay konulur mu, yoksa dökülür mü?”den 90’lı yılların “Refah Partisi’ne oy verilir mi, verirsen ne lazım gelir, vermezsen ne?” tartışması çıkardı ve taraflar kendilerince bilimsel delillerle karşıdakini ikna edebilmek için olağanüstü efor, sarfederdi ve her iki tarafa da müthiş keyif verirdi. Kazara ağzınızdan bir de ‘hazar’ çıktıysa yandınız, dipsiz bir kuyuya düşmüşsünüz demekti.

Bunlar şüphesiz Konya’yı Konya yapan özelliklerden… Düğün yemekleri, sabahtan akşama alınmaya başlasa da, benim gözümdeki Konya, -şehri kaybetmeye azimlilere inat- kendini koruyan bir şehir. Çünkü Konya’da hâlâ, düğün sofrasına oturanlardan davetiye sorulmaz. Her yemek sonrası, eskiden şöyleydi, böyleydi nostaljisine girilse de öz aynıyla kalıyor. Menüyü değiştirmeyi henüz kimse değiştirmiyor. Yağlı pilavın yanında zerdenin neyi tamamladığını Konya dışından gelen bir türlü anlayamasa da, aslolan şeyin ‘pilav dökülmesi’ olduğunu her Konyalı biliyor. “Senin oğlanın pilavını ne zaman yiyeceğiz?” sorusu bunun için soruluyor… Berekete ortak olmak, sevinci paylaşmak için…

Bize Osmanlı’dan hatta Selçuklular’dan gelen bu farklı ve Konya’ya özgü kültürün yaşatılması gerekiyor. Selçuklu hükümdarlarının ve Osmanlı padişahlarının halkı doyurması mutlaka yerine getirilmesi icabeden bir görev olarak algılanmışsa, bugün de sokağa açılan kapıların ardında verilen yemeklerde; eş, dost, tanıdık hatta yoldan geçen tanımadıkların bile doyurulması varlık sahiplerinin kazancına kazanç katıyor, bereketi artırıyor…

Düğün pilavlarında hiç görmediğimiz ama tevatüren nakledilen bir Kunduracılar grubu vardı. Bir de Pazar günü egzozu patlak mobiletleriyle pilav avına çıkanlar… Kunduracıların oturduklarında 8 tepsi denizaltılı fırkateynli pilavı götürdükleri rivayet edilir. Denizin dibinde suları yara yara ilerleyen bir denizaltı nasıl olmuştur da Konya’nın düğünlerindeki pilav tabağının içinde, pirinçlerin dibine gömülü et parçalarını çağrıştırmıştır, o da merak konusudur. Ne var ki bir süredir, pilavların ikisi de etli gelmeye başlamış, ayrıca denizaltı yukarıya çıkarılarak, pilavın nüktesi de kaybolmuştur.

Bu düğün pilavı hikayesi de dünkü pilavdan çıktı. Sevgili dostumuz Ahmet Özgüzar’ın çocukları Abdulkadir ve Musa’yı sünnet ettirmesi vesilesiyle dostlarına ‘döktüğü’ pilav, muhibbanı buluşturdu. Bize de artık iki delikanlı olan yavruları tebrik etmek, anne babaya “mürüvvetlerini de görün” temennisinde bulunmak düştü.

Hayat selam ve dua ile kaimdir…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.