Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

“Ateizmden Allah’a”..

“Ateizmden Allah’a” ve Melahat Kıyak Ürkmez romanı

 “12 Eylül 1980 öncesi Marksist akımın rüzgârına kapılarak ideal proletarya iktidarı hayallerine endekslenen binlerce genç… Kardeşin kardeşi vurduğu, kan gölüne dönen vahşet limanı bir ülke. Ve uç bir fraksiyonda ideallerine baş koyan ateist bir gencin örgüt içi ikiyüzlü burjuva yaşantısıyla sarsılan idealleri…

            Diğer tarafta düşüncelerinde çalkalanan med cezirler ve mahkûm sorular.”

Bu satırlar, Melâhat Kıyak Ürkmez’in “Sözcüklerin Nefesinde/Ateizmden Allah’a” kitabının arka kapak yazısından.

KABUK BAĞLAMIŞ BİR YARANIN DEŞİLİŞİ

            “Ateizmden Allah’a” geç elime geçti. Sıradan bir kitabı okuyorum rahatlığıyla başladığım kitap, daha ilk sayfalarından itibaren “kanamaya” başlamıştı. Türk toplumunda çok az görülen “boğazboğaza” bir kanlı kavganın içinde “savrulan” bir genç kız anlatıyordu; gönlümden bile silmeye çalıştığım “O yılları”…

            Dört aydır “Melâhat Kıyak Ürkmez’in” “Ateizmden Allah’a” kitabıyla birlikteyim. Üç kez baştanbaşa, belki on kez bölümlerinden parçalar okudum; altını çize çize… “Kabuk bağlamış bir yara” deşilmişti.

            Kitap üstüne yazmak istiyordum; on kez de başladım. Ama, olmadı. Altı çizilmiş satırlar, çıkarttığım notlar öylece kalıyordu… Yazmaktan vazgeçtiğim anlar da oldu. Yapamadım. “Hikmetinden sual olunmaz”; kısmet bugüneymiş.

            70’li yıllar; yâni, insanımızın, özellikle de gençlerimizin “Cehennem Yılları”ydı o yıllar. “Zaman tüneli”ne soktu beni, Melâhat Kıyak Ürkmez’in kitabı; “otuz iki kısım/tekmili birden” korku filmleri misâli.

            İki “düşmanlaştırılmış taraf”… “İhtilâlci sosyalizm”i “Tek yol” olarak görenler; karşılarında “Ya susturacağız, ya kan kusturacağız” eylemleri.

            1959 doğumlu, küçük bir kasabının “büyük şehir” görmemiş çocuğu… “Köy romanları” yazarlarının, “gerçekçi yazarlar”ın kitaplarını su içer gibi, nefes nefese okuyan “kasaba”lı bir kız. Okuma yoluyla özel dünyasına yol açmaya çalışıyor; yoksul halkının acısını acısı bilmiş. “Kemalizm’in aydınlık yolu”ndan yürümeye çalışan öğretmen ağırlıklı bir çevre. “Genç kız” Melâhat’ın uzak ve yakın iklimi bu işte…

            Hadim yıllarında olsun, Konya yıllarında olsun, Ürkmez, kitaplarda gösterilen doğruların gerçek hayatta olmadığını görür. İnanç çevrelerinin önde gelenlerinde de siyasi dünyanın “toplum mühendisleri”nde de ideal insanı bulamaz. Kimileri “Allah ile aldatmaktadır” kimileri “devrim” diye aldatmaktadır. Toplum kesimlerindeki “maskelilik” ruhunda, gönlünde, beyninde derin yaralar açmaktadır. Tutunmaya çalıştığı her dal elinde kalmaktadır.

            Yaşadıysanız bilirsiniz; 70’li yılların kokusunu. “Korku” ve “ölüm” solunurdu o zamanlar. “Kan” Ürkmez’in önüne kadar taşıyor, sıçrıyor, köpüre köpüre akıyor.

            Tarafların birleştiği, amansız uyguladığı tek ortak nokta “Onlardan değilseniz düşmansınız”. “Tarafsız” olmak da büyük suç…

            “Cehennem Yılları”nda, o yılların binlerce genci gibi Ürkmez “öğreti lâbirentleri”nde” umut ve hayal kırıklıkları içinde yanarken, “Benim gibiler” ne yapıyordu?

            “Onlar”dan yirmi yaş kadar büyüktük; “Emperyalizm”in çektiği numaraları 60’lı yıllarda fark etmiştik. Her şeye rağmen “Cumhuriyet”in halkımız için “can yeleği” olduğunun bilincindeydik. Dursuz duraksız yazarak, konuşarak, siyasal çalışmalar yaparak “Cehennem süvariliği”ne soyunanları uyarmaya çalışıyorduk. Taraflarda vuruşanlar özde aynı, çoğu yoksul ailelerin çocuklarıydı; bu yaşımda, “Divan”da gibi beyan ederim ki; tümü halkçı ve vatanperverdi. Ama, bir de “emperyalizm” gerçeği vardı; düşmanlaştırma tarihsel metoduydu; canı ve malı bu metotla emiyordu…

            Dedim ya, “O Yıllar”da “korkunan ve ölümün kokusunu” “Cumhuriyetçiler” de tattı; üstelik, “Cehennem süvarileri”nin bütün kanatlarınca “düşman ve engel” kabul edilerek… Ve bir “bilanço” ki; unutmaya çalışıyoruz, unutamıyoruz. Hafızamızdan silmeye çalışıyoruz, silemiyoruz.

            Aslında unutmaya çalışmak da, silmeye çalışmak da olmuyor, olamıyor… Binlerce ölü, binlerce yaralı; târumar olmuş ailelerde sayısı bilinmez kadın, çocuk. Okuyamamış, umutlarını ve hayallerini yitirmiş ON BİNLER…

            Melâhat Kıyak Ürkmez de bu on binlerden biri. Emperyalizmin düşmanlaştırmaya çalıştığı on binlerden biri.

MELÂHAT KIYAK ÜRKMEZ YAŞAMI VE KİTABI NİÇİN ÖNEMLİ?

            Melâhat Kıyak Ürkmez, her şeyden önce “cesur” bir insan. Kendine karşı da, toplumuna karşı da “dürüst”. Otuz yıl önceleri yemediği nane kalmayanların yaptığı gibi yapmıyor; bukalemun olmuyor. Bir zamanlardaki ateistliğini de; inandığı marksizmi de, içinde yer aldığı devrimci fraksiyonu da “insan gibi” bir bir koca bir kitaba döküyor. İnançlarını, onlardan şüphelenişini, onların yıkılışları sırasında yaşadığı “ruhsal ve gönül depremlerini;sonra, bir “tecelli” ile Allah’a ulaştığını herkesin nazarına sunuyor.

            Melâhat Kıyak Ürkmez, “Aydın Namusu”na sahip bir insan. Yanlışlarını, yanılgılarını kimseden gocunmadan, korkmadan anlatıyor. Gençleri kullananların maskelerini indiriyor; “heder” olmuş, “heba” olmuş kuşaklara aslında gizli bir ağıt da yakıyor. Ve; en önemlisi aydın özelliği olan “riskten korkmamak”a örnek oluyor.

            1970’leri, o “Cehennem Yılları”nı yaşamış biriyseniz; ya da, o yılların gerçek iç yüzünü öğrenmek istiyorsanız; Melâhat Kıyak Ürkmez’in “SÖZCÜKLERİN NEFESİNDE ATEİZMDEN ALLAH’A” kitabını bulup okumalısınız. Rampalı Çarşı’daki kitapçılardan arayıp bulabilirsiniz.

            Ürkmez’in serüvenini, ben, Şevket Süreyya’nın “Suyu Arayan Adam” serüvenine benzettim. “Ben de kendimce Bedreddinem” misâli. Ah herkes “Suyu Arayan Adam”ı da okusa. Teşbihte hata olmaz; Melâhat Kıyak Ürkmez de kendi suyunu aramış; Mevlâna’nın ikliminin sebep olduğu bir “tecelli” ile “O’nu” bulmuş.

“SELÇUKYA İKLİMİ”NDE “AŞK ADAMLARI” İZİNDE

Melâhat Kıyak Ürkmez, “hikmetinde sual olunmaz” bir yönlendirme ile “hidâyet”e kavuşunca “Aşk Adamları”nın vadisinde, Onların izini sürmeye başlar. Kendi bilgi birikimi, kendi algıları, kendi sezgileri ile Mevlâna Celâleddin’i, Şems’i anlatmaya koyulur. Kitabı kitap, romanı roman izler…

            “Gönül Bahçesinde Mevlâna” 2004 yılında Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce yayınlanır. Kültür Müdürlüğü’nün Türkiye Yazarlar Birliği “Özel Ödül”ünü aldığı kitaplar arasında Melahat Hanım’ın kitabı da vardır. Japonca’ya çevrilir; Japonya’da ve Hollanda’da yayınlanır.

            “Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme” 2005’te okura sunulur, art arda üç baskı yapar.

            “Şems-i Tebrizi” Ürkmez’in araştırma-inceleme dalında bir kitabı. NKM ve Konya İl Kültür Müdürlüğü yayınları arasında dört baskıya ulaşır.

            “Diyâr-ıAşk/İlâhi Ulak Şems-i Tebrizi”, Melâhat Kıyak Ürkmez’in son romanı. Aralık 2010’da yayınlanan bu romanın filme alınma çalışmaları sürüyor.

            Melâhat Kıyak Ürkmez, romancılık dışında öykücü ve araştırmacı yönleriyle de dikkat çekmiş bir yazar. “Cemil Meriç”in Fikri Gelişim Süreci” adlı bildirisi; “Ahıskalı Korkut Ana” adlı hikâyesi bu babda örnek verilebilir.

            Halkı için de iyi şeyler, faydalı şeyler yapmaya çalışıyor. Konya kültürüne katkıda bulunmak için TV programları yapıyor. Sun TV’de bir yıl süreyle “Kültür İklimi”; Konya TV’de 3 yıl “Kültür yağmuru”; Şimdilerde KONTV’de “Kültür Pınarı”…

BENDEN SON BİRKAÇ SÖZ

            Melâhat Kıyak Ürkmez’i övmedim; size sadece tanıttım, sadece yazarlığını değerlendirdim. Bilenler bilir, zor beğenirim, iltifat cimrisiyim.

            Mevlâna Celâleddin ve Şems’i bir de Onların ikliminde duyguları ve düşünceleri oluşmuş Melâhat Kıyak Ürkmez’den okuyun. Asıl beğeni, asıl takdir sizinkidir.

GELECEK PAZARTESİ: “Şehirli eğitimi”ne acilen ihtiyacımız var  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum