ANALİZ - Trump döneminde İsrail-Filistin sorunu

ANALİZ - Trump döneminde İsrail-Filistin sorunu

İsrail-Filistin meselesi, Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ın 3 Mayıs'ta gerçekleştireceği Washington ziyareti öncesi, diplomasinin tozlu raflarından indiriliyor ve yeniden ön plana çıkıyor- Trump'ın Filistin dosyasına bakacak ekibin bir Amerikan hey

İSTANBUL (AA) - BORA BAYRAKTAR - Camp David görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlandığı ve kutsal toprakların yeni, ağır bir çatışma ve yeniden işgal dönemine sürüklendiği 2000 yılı sonbaharından bu yana her yeni seçilen başkan "Ortadoğu Barışı" için büyük beklentilerle işbaşı yaptı. Ne yazık ki her seferinde beklentiler boşa çıktı ve Filistin sorunu çözülmek bir yana daha da ağırlaştı. Şimdi Beyaz Saray'da sıkı bir müzakereci ve işini bilen bir işadamı profiliyle Donald J. Trump var. İsrail-Filistin meselesi, Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas'ın 3 Mayıs'ta gerçekleştireceği Washington ziyareti öncesi, diplomasinin tozlu raflarından üzerine üflenerek indiriliyor ve yeniden ön plana çıkıyor. Peki ama Trump'ın müzakereleri yeniden başlatma ve başarıya ulaşma şansı ne?

- Washington buluşması öncesi Filistin'de durum

Barış teorilerine göre İsrail-Filistin sorunu gibi çözümü zor çatışmalarda tarafların yeniden masaya oturması için şartların ve zamanın uygun hale gelmesi (ripe moment theory) gerekir. Ancak Filistin'deki tabloya baktığımızda ABD'ye yeni bir yönetim gelmesinin dışında tarafları barışa yöneltecek bir değişiklik görünmüyor.

İsrail içinde bulunduğumuz 2017 yılı içinde defalarca Gazze'ye hava saldırıları düzenledi. Binyamin Netanyahu'nun başbakanlığını yaptığı kabine İsrail radikal sağının elinde ve kısa bir süre önce Yahudi Evi Partisi Başkanı Naftali Bennett ve İskan Bakanı Yoav bu yıl içerisinde Gazze'ye yeni ve büyük bir operasyonun kapıda olduğu sinyallerini verdiler. Gazze'deki insani durumun düzeldiğini söylemek için de aşırı iyimser olmak gerekir. Lady Leyla gemisi ile başlayan Türkiye'nin yardımlarının sınırlı olduğu, ambargonun tamamen kaldırılması gerektiği ortada. Bu konuda uluslararası toplumun konuya ilgisizliği sürüyor.

İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların yaşadığı güçlükler 16 Nisan günü El Fetih'in Batı Şeria Genel Sekreteri Mervan Barguti'nin Hadarim Cezaevi'nden New York Times'a yazdığı makaleyle ve başlattığı açlık grevi ile dünya gündemine girdi. İsrail hapishanelerinde 1967'den bu yana en az 200 Filistinlinin öldüğü, bugüne dek 800 bin Filistinlinin tutuklandığı ya da gözaltına alındığı biliniyor. Bu Filistin'in erkek nüfusunun yüzde 40'ına tekabül ediyor. Halen 6 bin 500 tutuklu var. Hapishanelerin Batı Şeria'da değil İsrail'de olması, tutukluların ailelerinin gidiş gelişlerini zorlaştırdığı için toplu bir cezalandırma uygulanıyor. Barguti bu durumu "Filistin'in bağımsızlık mücadelesini, özgürlük ve haysiyetini betona gömmeye çalışmak" diye nitelendiriyor.

- Filistin cephesindeki bölünmüşlük

Filistin yönetimindeki bölünmüşlük de devam ediyor. Gazze'ye egemen olan Hamas'ta liderlik tartışmaları tüm hızıyla sürüyor. İşin aslı hem İsrail hem de Filistin tarafı barış müzakerelerinden ümidini çoktan kesmiş durumda. Bu nedenle ikisinin de "tek taraflılık" politikaları izlediği görülüyor. İsrail 2001'de Ariel Şaron işbaşına geldiği andan itibaren yürüttüğü bu politikayla güvenlik merkezli uygulamalara giderek, dayattığı sınırlara duvar örerek yoluna devam ediyor.

İsrail yerleşim politikalarıyla Kudüs'ün Arap kimliğini yok edip başkenti Doğu Kudüs olan, yaşayabilir bir Filistin devletinin önünü kesmeye çalışıyor. Obama döneminde iki doğrudan müzakere girişimine katılan ve şans tanıyan Abbas yönetimi de müzakere masasında Filistin halkının haklarını alamayacağını kesin olarak anladıktan sonra Filistin Devleti'ni tek taraflı ilan etme, tanıtma politikasına ağırlık verdi. Peki ama şimdi Trump'ın işbaşına gelmesi tarafları anlamlı bir müzakere için barış masasına oturtmaya yetecek mi? Bu soruya "evet" demek biraz zor görünüyor.

- Trump'ın İsrail-Filistin sorununa bakışı

Her ne kadar Donald J. Trump Amerikan başkanlık koltuğundaki ilk üç ayını seçim kampanyasında ortaya koyduğu görüşlerini törpülemekle geçirse de gerek o günlerdeki ifadeleri gerekse kurduğu kabinenin kompozisyonu Filistinliler açısından barış adına çok şey vaad etmiyor.

Seçim kampanyası sırasında ABD'nin İsrail elçiliğini Tel Aviv'den Kudüs'e taşıyacağını belirten Trump, selefinin büyük gerilim yaşadığı İsrail Başbakanı Netanyahu'yu göreve geldikten çok kısa bir süre sonra Beyaz Saray'da ağırladı. İran konusunda aynı çizgide olduğu İsrail başbakanıyla basın toplantısında meseleye çok derinine hakim olmadığını gizlemeyerek "iki devletli ya da tek devletli ya da devletsiz çözüme", taraflar anlaştığı sürece eşit mesafede olduğunu söyledi. Bir başka deyişle Trump, İsrail'in yanında olduğunu açıkça ortaya koydu, Filistin meselesine hangi perspektiften bakacağını ilan etti. Trump'ın Filistin meselesinde danışmanlığına getirdiği damadı Jared Corey Kushner'in profili de bunu destekliyor.

- Trump'ın Ortadoğu ekibi İsrail kabinesi gibi

New York'un önde gelen Yahudi ailelerinden birine mensup olan Kushner için İsrail ilk kez karşılaştığı bir dosya değil. Tam tersine İsrail onun için gençliğinden itibaren sık sık tatillere gittiği, yaptığı bağışlarla varlığına katkıda bulunduğu, yetiştiği okul ve sosyal çevre itibarıyla ideallerini ve kimliğini paylaştığı bir dava. Babası Charles Kushner Netanyahu'nun seçim kampanyalarına katkıda bulunan, İsrail başbakanını New Jersey'deki evinde ağırlayan bir iş adamı. Hatta bu ziyaretlerinden birinde Netanyahu'nun Jared Kushner'in odasında yattığı da bilinen bir gerçek. Kushner'in büyükbabası ve büyükannesi İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi toplama kamplarından kurtulmuş Polonya Yahudileri.

Ailenin İsrail ile kişisel ve kültürel bağları çok güçlü. Kushner'in Araplarla ilişkileri ise sınırlı görünüyor. Trump'ın uluslararası müzakereler özel danışmanlığına getirdiği Jason Greenblatt da tanınmış bir Yahudi hukukçu. Özetle Trump'ın Filistin dosyasına bakacak ekibin bir Amerikan heyetinden çok ikinci bir İsrail heyeti gibi oluşması daha şimdiden adil barış ümitlerinin ölmesi anlamına geliyor. Oslo barış görüşmelerinin yürütüldüğü Clinton döneminin Dennis Ross'lu Amerikan heyetinin de benzer bir kompozisyonda olduğu ve dönemin Filistin lideri Yaser Arafat'ın Camp David'de adeta iki İsrail heyeti ile müzakere ettiği hissine kapılması önemli bir tecrübeydi. Trump'ın ekibinin görüntüsü bu açıdan sorunlu. Kushner'in önceliğinin İsrail'in güvenliği olacağı açık. Zaten Trump'ın en önemli Yahudi kuruluşu AIPAC'taki konuşmasının metin yazarının da Kushner olduğu, burada verilen mesajların bu yönde olduğu kayıtlarda mevcut.

Ancak bu tabloya rağmen şu da bir gerçek: ABD Başkanı olduktan sonra Trump dış politika konularında Amerikan müesses nizamın çizgisine çekilme eğiliminde. Özellikle de Kudüs'ün statüsü konusunda. Mahmud Abbas'ın danışmanlarından Mahmud el-Habbaş 7 Ocak 2017'de Trump'ın Amerikan elçiliğini Kudüs'e taşıma girişiminin "İslam dünyasına karşı savaş ilanı" olduğunu belirtti. Kudüs müftüsü İkrime Sabri ve pek çok önde gelen Filistinli de benzer açıklamalar yaptılar. Arap ülkeleri, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu İslam dünyasından pek çok lider de Trump yönetimini bu konuda uyardı. Washington'un bu anlamda daha dikkatli olacağını öngörmek zor değil. Başkan Trump ve ekibi şu an Ortadoğu politikalarını netleştirmek için keşif aşamasında. Suriye, İran, Irak politikalarında pek çok açık var. Jason Greenblatt ve Jared Kushner bölgede temaslarda bulundular. Genel eğilimleri belli olmakla birlikte İsrail-Filistin meselesiyle ilgili politikaları kristalleşmiş değil.

- Abbas'ın Washington ziyareti ve beklentiler

Filistin lideri Mahmud Abbas 3 Mayıs'taki ABD ziyareti bu açıdan önemli. Beyaz Saray sözcüsü Sean Spicer görüşmeyle ilgili olarak ABD ve Filistin Yönetimi'nin çatışmayı sona erdirecek sürece bağlılıklarını bildireceklerini belirtmekle yetiniyor. Ancak ortada çok ağır sorunlar var:

En önemli konu 2000 yılında Camp David görüşmelerinin tıkanmasına neden olan Kudüs'ün statüsü. Arafat "Kudüs'ü veren Arap lider ben olmayacağım" diyerek masadan kalktığında net bir sınır çekmiş, İslam ve Hristiyan dünyasını da temsil eden kırmızı çizgiyi belirlemişti. Abbas'ın buradan geri adım atması beklenemez. Ancak İsrail yönetimi 1967 savaşında işgal ettiği Kudüs'ün doğusunda inşa ettiği yerleşim yerleriyle, Filistinlilere uyguladığı yıldırma politikalarıyla kenti sistematik olarak Yahudileştiriyor. Son olarak getirilen ezan kısıtlaması bunun son göstergesi. Kentin doğusuna inşa edilen yerleşim yerleri Kudüs'ü adeta kuşatıp yutarak statüsünü fiili olarak belirliyor. Bu konuda ne İsrail'in ne Filistin'in geri adım atma niyeti yok.

İkinci önemli konu Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı. BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı kararı uyarınca milyonlarca Filistinli evlerine geri dönmeyi ya da tazminat almayı umuyor. Bu da milyarlarca dolarlık bir fon ya da İsrail açısından İsrail'in bir Yahudi devleti olarak sonu demek. Son doğrudan görüşmeler Filistin tarafından mülteciler konusundaki ısrarından vazgeçmeleri çağrısı üzerine çökmüştü. Burada da taviz beklenmiyor.

Bir başka çetrefilli mesele Batı Şeria'daki 400 bine yakın Yahudiyi ilgilendiren, uluslararası hukuka göre yasadışı olan yüzlerce yerleşim biriminin geleceği. Filistin topraklarını parçalara ayıran, by-pass yolları ile fiilen en az üçe bölen bu yerleşim yerlerinin sökülmesi ya da İsrail'in istediği gibi ilhak edilmesi tarafların üzerinde anlaşması çok zor olan bir başka konu. 2005 yılında Gazze'de sadece 8 bin 500 kişinin yaşadığı 21 yerleşim yerinin sökülmesi İsrail'de tüm dengeleri değiştirmiş, yerleşimciler kendi askerlerine "Naziler" diye bağırmış, yerleşimcilerin babası sayılan Ariel Şaron partisinden ayrılıp yeni bir siyasi oluşum başlatmıştı. Batı Şeria'da bundan kat kat yüksek sayıda yerleşimciyi ilgilendiren bir hamlenin sonuçları elbetteki yıkıcı olacaktır.

Manzara bu iken Trump yönetiminin tarafları masaya oturmaya ikna etmesi başarı sayılabilir, ama bir çözüm bulması çok zor görünüyor.

[Dr. Bora Bayraktar, İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi]

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :