ANALİZ - Tayvan'da ulusal gün ve 'bölünmüş' Çin tartışmaları

ANALİZ - Tayvan'da ulusal gün ve 'bölünmüş' Çin tartışmaları

Resmi adı ‘Çin Cumhuriyeti’ olan Tayvan'ın 10 Ekim'deki 'ulusal gün' kutlamaları, 'ana kara' Çin ile Tayvan arasında etkileri bugüne kadar devam eden ayrışmayı yeniden gündeme taşıdı- Özellikle 20. yüzyılın sonlarında zaman zaman sıcak çatışmaya dönüşme r

CAKARTA (AA) - MEHMET ÖZAY - Resmi adıyla 'Çin Cumhuriyeti' ya da yaygın bir şekilde adlandırıldığı üzere Tayvan’da 10 Ekim günü, 'ulusal gün' olarak kutlanıyor. Bu günün önemi, 1911 yılında geleneksel Çin ile modern Çin’i siyasi olarak birbirinden ayıran ve bu haliyle bir dönüm noktası kabul edilen ‘Wuchang Ayaklanması’na dayanıyor.

Bu tarihi olayın ana kara Çin’de değil de Tayvan’da kutlanması sıradan bir hadise değil. Aksine, Çin ve Tayvan gibi iki siyasi yapı arasında etkileri bugüne kadar devam eden bir siyasi dönüşümün temeli olmasıyla dikkat çekiyor. Kadim Çin hanedanlıklarının sonuncusu olan Qing Hanedanlığı’nın, yerini 10 Ekim 1911 tarihinde ‘Çin Cumhuriyeti’ne bırakması, Çin için olduğu kadar bölge tarihi açısından da önemli bir gelişmeydi.

- İdeolojiler çağı ve Çin

Söz konusu yıldönümünün uzun yıllar komünist Çin’de değil de Tayvan’da kutlanmasının nedeni ise ‘Cumhuriyet’e giden süreçte 'ana kara' Çin’deki ideolojik ayrışmanın ve bu dönemin ideolojik hareketlerinin birbirleriyle olan mücadelelerinin bir sonucu. Bugün Tayvan’ın resmi adı olan ‘Çin Cumhuriyeti’, aslında 1911 yılında hanedanlığın sona ermesiyle kurulan yeni siyasi rejimle organik bağı açısından kayda değer bir öneme sahip. 19. yüzyılın, yani 'ideolojiler çağı'nın bir devamı olarak 20. yüzyılda Çin’de kendini ortaya koyan milliyetçilik ve komünizmin çatışmaya dayalı ilişkisi, 1911 sonrası süreçte siyasi gündemi belirledi. Bu çerçevede, Çin Komünist Partisi ile Milliyetçi Çin yapılanması olan ‘Kuomintang’ (KMT) arasında yaşanan iç savaşın ardından 1949 yılında Mao Zheng’in liderliğindeki komünistler ana kara Çin’de hakimiyet kurarken, Taipei Adası’na iltica eden milliyetçiler ise adına ‘Çin Cumhuriyeti’ dedikleri yeni bir siyasi yapıyı hayata geçirdiler.

Bu nedenle 10 Ekim günü her yıl Tayvan’da 'ulusal gün' olarak kutlanmakla kalmıyor, aynı zamanda ana kıta Çin’deki ‘komünist’ yönetimle ayrışmaya ve bu siyasi rejime yönelik eleştirilerin gündeme taşınmasına vesile oluyor. Açıkçası 1911 yılındaki gelişmenin siyasi mirasının Tayvan tarafından üstlenilmesi ve ana kara Çin yönetimince bu döneme ait bir ‘hatırlama’ ve ‘hatırlatmanın’ olmaması bile kendi başına siyasi bir ayrışmaya işaret ediyor. Bu yıl da bunun bir benzeri oldu ve kutlamalardan birkaç gün önce Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-wen’in yabancı bir basın organına verdiği mülâkatta sarf ettiği sözler, komünist Çin yönetimi tarafından ‘ulusal egemenlik’ ve ‘bölgesel entegrasyon’ süreçleriyle uyuşmadığı eleştirisinin yapılmasına sebep oldu. Tayvan’da ulusal düzeyde gerçekleştirilen törenlere uluslararası çevrelerden davetlilerin de katılımı, bir anlamda Tayvan’ın Çin’e karşı siyasi ‘başkaldırısının’ dünya kamuoyuna duyurulmasına da hizmet ediyor.

- ABD’nin yaklaşımı

Çin’de 1949 yılında komünist rejimin hakimiyetinin ardından ABD yönetimi komünist Çin’i uluslararası ilişkilerden tecrit eden bir politika geliştirirken, Taipei Adası’na yerleşen milliyetçilerin kurduğu Tayvan’la ilişkilere ağırlık verdi. ABD açısından bu politika, Uzak Doğu’daki komünist rejimlerin önünü alma yönündeki çabaların bir parçasıydı. Ancak, Tayvan’ın Birleşmiş Milletler’deki yerini 1971 yılında komünist Çin’e kaptırması ve ardından ABD Başkan Nixon’un 1972 yılında Çin’e yaptığı ve bir anlamda büyük bir sürpriz olarak değerlendirilen resmi ziyaretten birkaç yıl sonra Tayvan, uluslararası arenadaki prestijini kaybetti. Bu süreçte, ABD yönetiminin Tayvan’la ilişkileri siyasi ve askeri destekten ziyade ekonomik ve ticari ilişkiler boyutuna evrilirken, Tayvan ise özellikle, ortaya koyduğu ekonomik kalkınmışlık seviyesiyle siyasi varlığını daha da güçlendirme imkanı buldu.

- Tayvan siyasetinde Çin’e bakış

Tayvan’da tek parti yapılanması bağlamında iktidarı yarım yüzyıl boyunca elinde tutan KMT aynı zamanda, adanın ana kara Çin’le olan ilişkilerinde siyasi birleşmeyi bir olasılık olarak kabul eden bir siyasi hareket olarak dikkat çekiyor. Öte yandan, 1980’lerin ortalarında kurulan ve ilk kez 2000 yılında iktidara taşınan Demokratik İlerlemeci Parti (DPP) ise bağımsızlık yanlısı tutumuyla öne çıkıyor. Bu noktada iki siyasi hareketin ana kara Çin yönetimiyle olan ilişkilerinde belirleyici unsurların başında ‘kimlik politikaları’ geliyor. KMT ‘Çinlilik’, DPP ise ‘Tayvanlılık’ kimliği ekseninde politika yapıyor. Bunun sonucunda ise Tayvan ve Çin ilişkilerinde gündemi çatışma ve birleşme süreçleri belirliyor.

KMT iktidarları döneminde, özellikle de 2008 yılından itibaren ana kara Çin’le ticari işbirliği anlaşmalarının artırılması DPP yönetimince, adanın Çin’e olan bağımlılığını artıracağı ve bunun komünist Çin yönetimince ‘tek Çin’ projesi için bir manivela olarak kullanılacağı endişesiyle dikkatle izleniyordu. Bu yıl başında yapılan seçimler sonrasında DPP’nin iktidarı ele geçirmesi, bağımsızlık söyleminin öne çıkabileceği ihtimali üzerine komünist Çin yönetiminin Tayvan politikalarına daha yakından eğilmesine neden oluyor. Bununla birlikte, DPP’nin bugün Tayvan’da öncü bir siyasi güç haline gelişi, ana kara Çin’le potansiyel gerginliği artırması kadar, iki taraf arasındaki siyasi ilişkileri sürdürülebilir kılmayı sağlayacak yeni imkanların araştırılmasına da olanak tanıyabilir.

- Çin'in tercihi Hong Kong formülü

Hong Kong’un 1997 yılında İngiliz yönetiminden Çin’e devredilmesinin ardından Çin yönetimi Tayvan’la ilişkilerini de benzer bir boyuta taşıma düşüncesinde ve bunu güç kullanarak da olsa gerçekleştirebileceğini sıklıkla dile getiriyor. Öyle ki bundan üç yıl önce, Çin Devlet Başkanı Şi Çinping Tayvan’la ilişkilerin artık bu şekilde sürdürülemeyeceğini söyleyerek ana kıta Çin ve Taipei Adası arasında organik bir siyasi bağın tesis edilmesinin önemine dikkat çekiyordu. Otonom bir yapı olarak adlandırılmakla birlikte, Hong Kong siyasetinde Çin’in belirleyici rol oynaması ve son birkaç yıldır siyasi haklar, demokratikleşme süreçlerine müdahale, Tayvan yönetiminin ve halkının Çin’le ilişkilerinde temkinli olmayı elden bırakmaması şeklinde karşılık buluyor. Bununla birlikte, Tayvan’da bu yıl başında yapılan seçimlerde iktidarı ele geçiren DPP’nin temelde bağımsızlık yanlısı olan söylemi, açıkça dillendirilmese bile, Çin’le ilişkilerin şekillendirilmesinde ‘şartsız’ masaya oturma argümanını yinelemesine, Çin’in ise bunu egemenlik sahasına yönelik bir tehdit kabul etmesine yol açıyor. Bu noktaya nasıl gelindiğine kısaca bakmakta fayda var.

- 1992 konsensüsü ya da statükonun oluşumu

Çin-Tayvan anlaşmazlığının 20. yüzyılın son çeyreğinde zaman zaman gerginleşmesine ve hatta sıcak çatışma riskinin yükselmesine rağmen, iki farklı siyasi yapı şeklinde ortaya çıkan Çin’le ilişkilerinin sürdürülebilir kılınmasında anahtar unsur ise ‘1992 konsensüsü’ oldu. Yazılı bir anlaşmaya dayanmayan, bu çerçevede aslında somut bir varlığı da bulunmayan, aksine sözlü ifadeler ve teyitlere dayalı bu ‘konsensüse’ iki taraf da sıkı sıkıya bağlanmış gözüküyor. Bu konsensüsün doğurduğu ‘statüko’, çatışmanın önüne geçerek bir anlamda kurtarıcı işlevi görüyor.

Çin ve Tayvan siyasi yapılarını temsil ettiği ileri sürülen ‘yarı resmi’ unsurlar arasında 3 Kasım 1992 tarihinde gerçekleştirilen görüşmeler sonrasında varılan ‘konsensüs’, iki tarafça farklı şekilde yorumlanıyor. Ana kara Çin yönetimi ‘tek Çin’ kavramı ile Taipei Adası’nın Çin’e bağlılığına ve özerk bir yönetim bölgesi olabileceğine atıfta bulunuyor ve bu bağlamda Pekin yönetiminin, Tayvan’ı tıpkı Hong Kong’un bugün geldiği yönetim sistemiyle özdeşleştirme yanlısı bir siyasi duruş sergilemekle, Taipei Adası’nı, ‘tek Çin’ kavramsallaştırması bağlamında kendi siyasi egemenlik sahası olarak addetmesine sebep oluyor. Çin’in resmi yayın organı ‘Global Times’da da dile getirildiği üzere, 1992 konsensüsünü boğazın iki yakasında barışın sürekliliğini sağlayan bir anlaşma olarak değerlendirmesi de bu çerçevede ele alınmayı hak ediyor. Taipei yönetimi ise adına Çin denilen devletin modern dönemdeki varlığını, işte bugün de kutlanmasına vesile olan 1911 yılındaki gelişmeyle başlatarak, ‘Tek Çin’ yanlısı bir görüşü temsil ediyor.

Öyle ki, o günden bu yana her iki siyasi yönetim de ‘anlaşmazlık üzerine anlaştığı’ izlenimi vererek, bir anlamda, oluşan bu statükonun devamını geçici bir avantaj olarak telakki ediyor. Öte yandan, 1992 konsensüsünün 1949’dan 1970’lere değin Tayvan’a açık destek sunan, ancak Çin’le yakınlaşmasına rağmen, Taipei Adası'nın mevcut siyasi rejiminin devamı konusunda pek de taviz vermeyen ABD yönetimi için de bir rahatlama imkanı tanıdığı söylenebilir. Doğu Çin Denizi'nde ana kara Çin ve Taipei adasının ‘bir statüko’ üzerinde anlaşması, ABD yönetimini en azından Çin’le daha az çatışmacı bir ilişkiye sevk ederken, enerjisini de şu veya bu şekilde bölgedeki diğer sorunlara vermesine yol açıyor. Tayvan’da bu yıl yapılan seçimler öncesinde Çin Devlet Başkanı Şi Çinping ile dönemin Tayvan Devlet Başkanı Ma Ying-jeou'nun Singapur’da ‘gayrı resmi’ bir şekilde bir araya gelmesi, 66 yıllık süreçte üst düzey devlet yöneticilerinin ilk kez el sıkışması olarak gündemde yer bulmuştu.

1911 ayaklanmasından sonra ana kara Çin’de beliren ideolojik ayrışma, Çin ve Tayvan olarak iki farklı siyasi yapının ortaya çıkmasına sebep oldu. Aradan geçen bir yüzyılın ardından ortada, ‘Çin’i şu veya bu şekilde temsil eden iki siyasi rejim bulunuyor. Bu iki yapının, statüko belirleyici olarak addedilen 1992 konsensüsünü yeni dönemde ne şekilde yapılandıracakları ise bölgesel ve küresel bağlamda karşılık bulacak önemli bir gelişme olacak.

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :