ANALİZ - Hollanda'nın sözde 'soykırım' kararı ve ilişkilerin geleceği

ANALİZ - Hollanda'nın sözde 'soykırım' kararı ve ilişkilerin geleceği

Hollanda'nın Ermeni iddialarına ilişkin kararında çifte standart ve ikiyüzlü bir tutum söz konusu. Parlamentonun neredeyse tamamı kabul oyu verirken diğer yandan hükümet bu kararın soykırımı tanıma anlamına gelmediğini vurguluyor- Burada adeta siyasi bir

İSTANBUL (AA) - ÖZCAN HIDIR - Yüksek Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bulunduğu şehir olmasıyla daha ziyade öne çıkan Hollanda’nın fiili başkenti Lahey’de (Den Haag) Hollanda Temsilciler Meclisi’nin (Tweede Kamer), sözde “Ermeni soykırımı”nı kabul eden kararı, 12 Mart 2017 “Rotterdam olayları”ndan sonra tarihinin en kötü seviyesine inen Türkiye ile siyasi ilişkileri çok daha kötüleştirme potansiyeli taşıyor. Son olarak da Hollanda, Erciyes kayak merkezinde 3 Mart’ta düzenlenecek Dünya Snowboard Kayak Kupası’na katılmayacağını bildirdi ki, bu gelişme Hollanda’nın siyasi gerginliği azaltmak yerine farklı alanlara taşıma arzusunun göstergesi olsa gerek.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz hafta Hollanda Parlamentosu’nda, 1915 olaylarının tartışıldığı oturum sonrası koalisyon hükümetinde bulunan Hristiyan Birlik Partisi (CU) milletvekili Joel Voordewind’in, sözde “Ermeni soykırımı”nı tanınması için önerge sunmuş ve bu önerge Parlamento’da 3’e karşı 142 oyla kabul edilmişti. Önergeye sadece Türk kökenli milletvekillerinin kurduğu Denk Partisi karşı oy kullandı. Karara göre 1915 olayları ile ilgili Ermenilerin iddialarının tanınması dışında, 24 Nisan’da Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yapılan anma törenlerinde Hollanda’nın bakan düzeyinde temsil edilmesi de büyük çoğunlukla kabul edildi.

Buna karşılık hükümetin konuyu “Ermeni soykırım sorunu” yerine “Ermeni soykırımı” olarak tanımlaması için yapılan oylamada ise teklif 60’a karşı 85 oyla reddedildi. Dolayısıyla hükümet konuyu “Ermeni Soykırımı sorunu (kwestie van de Armeense genocide)” olarak görmeye devam edecek.

2004 yılından itibaren Hollanda’da sürekli gündeme getirilen bu konu, 2006 yılında ise seçimlere az bir süre kala Sosyal Demokratlar (PvdA) ve Hıristiyan Demokrat (CDA) merkez partilerce Türk kökenli adaylara yönelik test konusu yapılmış ve “soykırım”ı kabul etmeyen adayları listelerden çıkarmışlardı. Geçen haftaki oylamaya kadarki uzun süre içinde de bu konu zaman zaman gündeme getirilse de, bu noktaya getirilmemişti. Nitekim daha yaklaşık 4 ay önce ırkçı Wilders’in partisinde Raymond de Roon’un bu yöndeki bir önergesi 62 kabule karşılık 88 oyla reddedilmişti. Bu olgu geçen hafta alınan bu kararın arkasında başka saik veya saiklerin olabileceğini düşündürüyor. Nitekim bu önergenin “neden şimdi” tekrar verilip blok halinde kabul edildiğine dair tepkiler-sorgulamalar-değerlendirmeler yapıldı, yapılıyor.

- Karara yönelik tepkiler

Tabiatıyla karar, gerek Türkiye gerekse Hollanda başta olmak üzere Avrupa’daki Türk diasporası arasında büyük tepkilere, tartışmalara yol açtı. Karara bazı Hollandalılardan da, “Türkiye ile ilişkileri iyice bozacağı” endişesi ile nispeten farklı-mesafeli-endişeli tepkilerin geldiğini de belirtmek gerekir. Kararın alınmasının üzerinden çok geçmeden Dışişleri Bakanlığı’nın bu kararı güçlü ifadelerle kınayarak Hollanda’ya kendi komutan ve askerlerinin sebep olduğu Lahey Adalet Divanı’nca da tespit edilen Srebrenitsa’daki soykırımı hatırlatan, ancak Hollanda Hükümeti’nin bu kararı uygulamayacağı açıklamasına da –olumlu bir tutum olarak- vurgu yapan açıklaması, öncelikle zikredilmeli. Bu ilk tepkisinin ardından Dışişleri Bakanlığı’nın, Hollanda’nın Ankara Maslahatgüzarı Weststrate’yi Bakanlığa çağırıp karardan dolayı Türkiye’nin kaygılarını iletmesini de bu meyanda not etmeliyiz. Son grup toplantısında da Başbakan Yıldırım,”kararın yok hükmünde” olduğunu ifade ederek, Hollanda başta olmak üzere bu kararı alan diğer ülkelere sömürgeci geçmişlerindeki utanç dolu katliamları hatırlattı.

Hollanda Dışişleri Bakanı Vekili Sigrid Kaag ise oylama öncesinde komisyonda yaptığı konuşmada, “Hollanda hükümeti, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından bağlayıcı bir karar ya da Srebrenitsa olayında olduğu gibi uluslararası mahkeme tarafından verilen bir hüküm olduğu zaman soykırımdan bahsedebilir” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Kaag’ın ayrıca, sorunun Ermenistan ve Türkiye arasında bir sorun olduğu ve olayın “soykırım” olmadığını, soykırım olması için BM kararı ve uluslararası ceza mahkemelerinin kararı olması gerektiğini ve dolayısıyla hükümet açısından bağlayıcılığının bulunmadığına vurgu yapması da önemli idi.

Bu açıklama da gösteriyor ki, bu kararda Meclis’in, koalisyon kükümetinden “nitelikli soykırımı kabul etmesi” yönünde bir talebi yok. Bu itibarla Hollanda hükümeti, “soykırım” değil, “soykırım meselesi” olarak kabul etmeye devam edecektir. Bu sözleriyle Kaag, Türkiye ile ilişkilerin geleceğini de düşünerek ihtiyatlı bir tutum takınmışa benziyor.

Hıristiyan Demokrat Parti milletvekili ve Savunma Bakanı olan Ank Bijleveld ise problemi, Türkiye’nin bu tür kararlar karşısındaki tepkiselliği ile açıklayarak şu öngörüde bulunuyor: “Şüphesiz Türkiye bu karardan mutlu olmayacak; ancak Almanya da geçmişte kararı benzer yolla Parlamento’da kabul etmiş, ancak sonunda görüyoruz ki, Türkiye Almanya ile ilişkileri düzeltiyor.” Savunma Bakanı’nın sözlerinden anlaşılıyor ki, Hollanda Hükümeti’nin bu tür tepkilerinin konjonktürel olduğunu ima ediyor. Nitekim karar esnasında ve sonrası hükümet çevrelerinden yapılan bazı açıklamaların satır aralarında da bu ve benzeri -Avrupa’ya yönelik- konularda “Türkiye-Erdoğan konuşur, ancak yap(a)maz” mealinde Türkiye’nin tutumlarını hafife alıcı değerlendirmeler de yok değil.

- Kararın koalisyon protokolünde müzakeresi yapılmış

Yapılan açıklamaların satır araları okunursa, aslında bu kararın önceden planlanmış olduğu da anlaşılmaktadır. Zira koalisyonun en küçük ortağı olan Hollanda’daki Ermeni diasporası ile de sıkı ilişkileri bulunan tutucu görüşlere sahip Hristiyan Birlik Partisi (CU) bu konunun öteden beri farklı platformlarda takipçisi olmuştur. Dolayısıyla protokolün müzakereleri esnasında bu konu da müzakere edilmiş ve geçtiğimiz haftaki karar muvacehesinde kendilerince “uzlaşma” sağlanmıştır. Buna göre bir yandan parlamento kanalıyla bu karara firesiz destek verilirken protokolde tabii olarak bu kararın bağlayıcılığı, BM kararı ve uluslararası ceza mahkemesi kararına bağlanmıştır.

Dolayısıyla Türkiye’ye, “biz bu kararı Parlamento’da aldık ve aslında bunun bir “soykırım (Armeense genocide)” olduğunu da kabul ediyoruz; ancak siyaseten hükümetimizce bağlayıcılığı yok ve ‘Ermeni soykırımı meselesi (kwestie van de Armeense genociede)’ demeye devam edeceğiz” mesajı verilmiştir. Nisan ayında da muhtemelen bakan düzeyinde değil de bakan yardımcısı-ikinci bakan (staatsecretaris) –ki Hollanda da imza yetkili 2 bakan vardır- seviyesinde bir temsilci gönderilecektir.

- Çifte standartlı tutumlar

Hiç şüphesiz bu kararda çifte standart ve ikiyüzlü bir tutum da söz konusu. Bir yandan Parlamento’nun neredeyse tamamı kabul oyu verirken –ki Denk’in 3 milletvekili dışında tek bir karşı sesin çıkmaması da dikkat çekici- diğer yandan hükümet bu kararın soykırımı tanıma anlamına gelmediğini vurguluyor. Burada adeta siyasi bir tutumla Türkiye’ye yönelik “Ermeni kartı” kullanılıp “aba altından sopa” gösteriliyor. Ancak hükümet bazında ilişkileri daha da bozmak istemedikleri de ima ediliyor. İslam karşıtı-Türkfobik-Erdoğanfobik ırkçı parti (PVV) milletvekili Raymond de Roon'un, hükümetin bu tutumunu siyasi “ikiyüzlülük” olarak tanımlayarak kararı Ermeniler’e yönelik “emzik” olarak değerlendirmesini zikretmek gerek. Zira ona göre anma törenlerine bakan gönderip de soykırımı tanımama ancak dar görüşlü ve ikiyüzlü bir karardır.

Endonezya’da Hollanda’nın rolü olan katliamlarda olayı tarihçilerin somut tespitlerine dayanmasını her fırsatta dile getiren Hollanda hükümeti ve vekillerinin, Türkiye’ye yönelik sözde Ermeni soykırımı iddiasında bu anlayışlarından vazgeçip dünyaca ünlü Türkolog olan Leiden Üniversitesi’nden Erik-jan Zurcher’in görüşüne dahi itibar etmemiş olmalarındaki çifte standartlı-siyasi tutumun da altı çizilmelidir. Zira Hollanda’da Türkiye ile alakalı hemen her konuda görüşüne başvurulan Zurcher’e nedense bu konuda başvurulmamıştır. Kanaatimizce bu tutumda Zurcher’in “Osmanlı hükümetinin resmi kayıtlarının, bilindiği kadarıyla hükümetin ölüm olaylarında parmağı olduğunu kanıtlayan bir belgeyi içermediği, Ermeni tarafının ise Osmanlı devletinin bu olayda kastı olduğunu kanıtlamaya çalışma yönündeki belgelerinin bazısının (mesela Andonyan belgeleri) düzmece olduğunun ortaya çıktığı” yönündeki, parlamento kararına destek vermeyen ifadelerinin etkisi vardır.

- 15 Temmuz, 12 Mart ve 16 Nisan sürecinde ikili ilişkiler

Her ne kadar Hollanda Hükümeti bu kararın hükümeti bağlamadığı yönünde açıklamalar yapsa da, kararın yakın bir gelecekte Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi çabalarına darbe vurduğu-vuracacağı açıktır. Ancak Hollanda-Türkiye ilişkilerinin bozulmasındaki esas etkenlerden birinin, 15 Temmuz darbe girişimi olduğunu da tespit etmeliyiz. Nitekim 16 Nisan Anayasa Referandumu ve 15 Mart Hollanda genel seçimlerine gidilen süreçte “12 Mart Rotterdam olayları” olmuş; önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemiş ardından da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Rotterdam Başkonsolosluğumuza girişine izin verilmeyip akıl dışı ve histerik bir tutumla sınır dışı edilmişti. Bu tutum Cumhurbaşkanımız Erdoğan tarafından “nazi” ve “faşist” tutum olarak nitelenmişti. Nitekim sürekli gündeme getirilmesinden hareketle, Hollandalı siyasetçilerin bu ifadelerden oldukça alındıkları görülüyor.

Bu itibarla 2017 yılı, 406 yıllık dostane bir geçmişe sahip Hollanda-Osmanlı-Türkiye ilişkilerinde tarihin en kötü dönemi olmuştur. Öyle ki tarihte İngiliz, Fransız ve Venediklilerin engelleme çabalarına rağmen Osmanlı, Katoliklere karşı Protestan-Kalvinist Hollandalılara da kapitülasyon vermiş, İspanyollara karşı savaşta onlara destek çıkmış -ki Zeeland eyaletindeki Turkije-Türkiye Köyü bunun nişanesidir-, Ankara ile Leiden-Hollanda arasındaki tekstil-tiftik ticareti anısına Leiden’deki bir binanın üzerine Barbaros Hayrettin Paşa ve Ankara keçisi heykeli bile dikilmiştir.

Son dönemlerde bütün bu dostane ilişkiler adeta rafa kaldırılıp hasmane tutumlara meyledilmiştir. Öyle görülüyor ki, 2018 yılı da kötü bir dönem olarak anılacak. Halbuki Kasım 2017’de Rutte başkanlığında kurulan Hollanda koalisyon hükümeti ilişkilerin düzelmesi yönünde adım atmış, bu çağrıya Fransa dönüşü uçakta olumlu yönde nitelenebilecek cevap veren Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın sözü akabinde ilişkilerin düzeltilmesi yönünde bazı görüşmeler yapılmış, beklentiler oluşmuştu. Ne var ki bu girişimler olumlu sonuç vermedi. Bunun üzerine Hollanda önce Ocak ayında Türkiye’de fiilen var olmayan büyükelçisini “resmi” olarak geri çekmiştir. Son olarak da tarihi-hukuki zeminden yoksun bu önerge, siyasi ve adeta “aba altından sopa gösterir” bir tutumla blok halinde kabul edilmiştir. Zira koalisyonun küçük ortağı Hıristiyan Birlik Partisi’nce (CU) bu önerge Aralık 2017 tarihinde verilmişti. Türkiye ile görüşmeler olumlu sonuçlansaydı, yukarıda değindiğimiz üzere, Kasım ayındaki oylamada olduğu gibi, muhtemelen bu önergenin arkasında hükümet olarak blok halinde durulmayacaktı.

- Kararın Afrin Harekatı ve Hollanda yerel seçimleri ile ilgisi

Afrin Harekatının ilk günlerinde geçtiğimiz günlerde Putin ile yapmadığı bir konuşmayı yapmış gibi açıkladığı ortaya çıkınca istifa eden Hollanda Dışişleri Eski Bakanı Halbe Zijlstra, Afrin Harekatına açıkça destek veren bir açıklama yapmıştı. Başbakan Rutte’nin de bu yönde beyanatı olmuştu. Ne var ki Hollanda, Ankara’da zaten fiilen bulunmayan büyükelçisi Cornelis van Rij’i -ilginçtir ki Hollanda’nın Osmanlı’ya olan ilk büyükelçisinin ismi de Cornelis’tir- “malumun ilamı” kabilinden çektiğini açıklamasının üzerinden çok geçmeden Hollanda’nın Afrin operasyonuna olan desteği de “pozitiften negatife” doğru hızlı bir seyir izledi ve “işgal girişimi” olarak nitelendi. O dönemde medyada yer alan bazı haber-analizlerde PKK ağzıyla haber-yorumlara yer verildi, veriliyor ve Türkiye’nin sivilleri öldürdüğü yönünde tezvirat yer veriliyor. Hatta NATO’nun Türkiye karşısında devreye girmesi yönünde de çağrılar yapılıyor ki, Avrupa ve Batı’da bu tür kararlar nedense Türkiye’nin atılım yaptığı -Afrin operasyonunun kritik aşamasındayız- dönemlere denk getiriliyor.

Öte yandan Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının 21 Mart yerel seçimleri ile de ilgisi vardır. Bu ilgi esasen Hollanda’da yaşayan hıristiyan Ermenilerin oylarına göz kırpma olarak değerlendirilmemeli. Zira bu Ermenilerin sayısı oldukça az. Ne var ki koalisyonda yer alan dört partiden ikisi hristiyandır ve önergenin onların tabanlarına da hitap eden bir yönü var. Ancak bunun da ötesinde Hollanda seçimlerinde -aslında diğer Avrupa ülkelerinde de- İslam, Türkiye ve Erdoğan karşıtlığı seçimlerde prim yapıyor ve “oy kapısı” olarak görülüyor.

Dolayısıyla tıpkı 15 Mart 2017 seçimlerinde Türkiye ve Erdoğan karşıtlığı, özellikle “Wilders’ten daha Wildersçi” bir söylem-eylem içine giren Rutte’nin partisine seçim kazandırdığı gibi, bu seçim öncesinde de bu tür kararların etkisi umuluyor. Nitekim karara karşı çıkan Denk Partisi lideri Kuzu da, 21 Mart’taki seçimler öncesi meclis tatile girmeden -ki bu hafta tatile girdi- önergenin kabul edildiğini ve dolayısıyla kararın yerel seçimlerde malzeme olarak kullanılacağına vurgu yapmıştır. Kuzu’nun son olarak, “ret” oyu kullanmaları sebebiyle bazı tehditler aldıklarını ve güvenlik olmadan yerel seçim kampanyalarına katılamayacaklarını açıklaması da, geçmişte “özgürlükler ülkesi” diye bilinen Hollanda’daki Türkler adına kaygı verici olsa gerek.

- Hollanda’nın soykırım geçmişi

Küçük bir ülke olmasına rağmen büyük bir sömürgeci geçmişe sahip olan ve 1949’a kadar en büyük İslam ülkesi Endonezya’yı sömürgesi altında tutan Hollanda tarihinde, “mahkeme kararları ve tarihen ispatlanmış” kitlesel öldürme örnekleri bulunuyor. 1945 ile 1949 arasındaki 4 sene içinde 150 bin Endonezyalının öldüğü veya öldürüldüğünden söz ediliyor ki, bu meyanda Endonezya’nın farklı bölgelerindeki Hollandalılarca işlenmiş katliamlar, bazı tarihçilerce gündeme getiriliyor. Mesela Endonezya uzmanı Amerikalı tarihçi William Frederick’in çalışmalarında buna dair bilgiler var. Herman Bussemaker ve Willy Meelhuijsen gibi Hollandalı tarihçilerin bu konudaki araştırmalarında dahi bu kitlesel öldürmelerden söz ediliyor. Bu çalışmalarda yer yer Endonezya’da Hollandalıların öldürüldüğü öne sürülerek Endonezyalılara yönelik kitlesel öldürmeler haklı gösterilmeye de çalışılıyor. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasındaki bu dönem (Ağustos 1945-Aralık 1945), Endonezya dilinde “hazırlan-hazır ol” anlamına gelen “Bersiap” diye niteleniyor ve Endonzeya’nın bağımsızlığı için ayaklandığı şiddet ve kaos dönemi diye niteleniyor. Ayrıca daha önceki dönemler için Hollanda’nın Endonezya’daki politikalarının arka planını görmek için Hollanda’nın gelmiş-geçmiş en önemli oryantalisti ve bir dönem Endonezya valisi de olan C. Snoek Hurgronje’nin 3 cilt halinde yayımlanan “görev tavsiyeleri-mektupları (Ambtelijke Adviezen van Snoek C. Hurgronje)” adlı kitabı da önemli bilgiler içeriyor. Bu konularda Türkiye üniversitelerinde hemen hiçbir çalışmanın olmayışı -Endonezya çalışmaları da buna dahil- da önemli bir eksiklik olsa gerek.

Endonezya’daki katliamları gündeme getiren Hollanda Onur Borcu Komitesi Vakfı, yeni katliam iddialarını da yargı gündemine getirmeye hazırlanıyor. Bu anlamda Güney Celebes, Bondowoso, Peniwen, Soetodjajan (Doğu Java), Rawagede ve Tjiamis (Batı Java), Gendang (Borneo), Tjilatjap ve Solo (Orta Java), Malang (Orta Java) gibi bölgelerdeki kasıtlı-kitlesel öldürmeler gün ışığına çıktı. Vakıf, Doğu Java’daki Ragawede Köyü ve Güney Celebes bölgesinde katledilen erkeklere ilişkin 300 şikâyet dosyasının da hazır olduğunu açıklamıştır. Endonezyalıların bağımsızlık amacıyla başlattığı isyanı bastırmakla görevli askerlerden biri olan Raymond Westerling, Hollanda hükümetinin, “direnişin ne pahasına olursa olsun bastırılması” emri verdiğini açıklamıştı. Hollandalı asker, direnişi ezmek için aşırı şiddet kullanılması emrini verdiğini de itiraf etmişti. Westerling’in 1969 yılında kamera karşısında yaptığı itiraf, 2012 yılına kadar kamuoyundan gizlenmişti. Bu katliamı resmi olarak kabul eden Hollanda, maktul ailelerinin her biri için 20 bin euro tazminat ödemeyi de kabul etmişti.

Dikkat çekicidir ki, Hollandalı askerlerin 1947 yılında Endonezya’nın Ragawede köyünde (Batı Java) işledikleri bu kitle katliamı için özür dilemesi, 2010 yılında, dönemin Hollanda Dışişleri Bakanı M. Verhagen’in Endonezya’ya yaptığı ziyeret sırasında, Rawagede’li yaşlı kadınlar ile buluştuğu sırada, özür dilemesi istendiği zaman söylediği, “Ben o zaman doğmamıştım; dolayısıyla sadece üzüntümü dile getirebilirim; özrü 1947’deki hükümet dilesin” dediği Hollanda medyasında yer alan bilgiler arasında.

Hollanda’nın sebep olduğu kitlesel öldürmelerin en bariz örneği, tabiatıyla 1995’te Srebrenitsa katliamıdır. Lahey’de görülmesi 7 yıl süren Srebrenitsa davası, 2014’te şu ifadeler ile sonuçlanmıştı: “Hollandalı taburun, Sırplar’a teslim edilen 300 kişinin öldürüleceğini öngörmesi gerekirdi. Yakınların yaşadığı kayıp ve acıdan devlet de sorumludur.”

Şüphesiz Hollanda Parlamentosu’nun aldığı bu son karar, Türkiye-Hollanda ilişkilerine önemli bir darbe vurdu, vuracak. Bu durum, en azından 2018 yılının da ikili ilişkiler noktasında sıkıntılı geçeceğine işaret ediyor. Ancak Hollanda açısından bu tutumun-siyasetin sürdürülebilir olmadığını da söylemeliyiz. Zira Türkiye Avrupa’nın “merkezi” ülkeleri (Almanya-Fransa-İngiltere-İtalya) ile ilişkilerini hızla düzeltirken Hollanda gibi “periferik” ülke(ler)in de son tahlilde bu ülkeler yönünde adım atacağı beklenmelidir. Galiba bunun için öncelikle 21 Mart yerel seçimleri sonrasını beklemek gerekecek.

[Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi ve Rotterdam İslam Üniversitesi öğretim üyesidir]

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :