Amiral Gemisi, Gemicik, Deniz Feneri!

Bu başlık,  adeta bilmece gibi değil mi?

Ama bu kelimelerin her üçünü de bir yerlerden tanıyoruz. Bize bir şeyler çağrıştırıyor.

Türkiye’deki iktidar kavramını aslında bu üç kelimeyle özetleyebiliriz.

Bu üç kelime için diyebiliriz ki, Türkiye’deki iktidar kavgasının çok önemli üç parçası.

Peki bu üç kelimeyi nasıl bir yazıda, tek çatı altında toplayabiliriz.

Sanırım ben başardım.

Okuyunca göreceksiniz…

****

Türkiye’de siyasal iktidarların ömrü en fazla on yıldır.

Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı hariç, genelde kısa ömürlü olmuştur iktidarlar.

Bunun şüphesiz çeşitli sebepleri var.

Hemen aklımıza gelen sebepleri sıralayalım:

Birinci sebep, askeri darbeler aracılığıyla iktidarın koltuğunun altından çekilip alınmasıdır.

 

Kimi zaman  askeri yönetimler görülen lüzum üzerine iktidara el koyarlar.

Bu doksanlı yıllara gelinceye kadar her on yılda bir tekrar etmiştir.

Niye olduğunu pek anlayamasak da, büyük biraderler mi öyle istiyor, yoksa devletin ali menfaatleri mi onu gerektiriyor  pek kavrayamasak da, klasik, modern, postmodern darbeler neredeyse her iktidara nasip olmuştur.

İktidarın kısa sürmesinin diğer bir nedeni de krizlerdir.

Ülke bir anda nereden, ne şekilde geldiği belli olmayan bir krize girer ve birkaç ay içinde hükümet kendini bırakıveriri krizin kollarına.

Bazen anayasa fırlatılır bir başbakana, bu sırada  sıcak para yurtdışına oluk oluk akar ve Türk  arkasından şaşkın şaşkın bakar, iktidara  sözüm meclisten dışarı şeklinde   davet çıkar.

Koalisyonlu hükümetler de aynı zafiyeti yaşar.

Kimi zaman koalisyon partileri arasındaki çekişmeler iktidarın sonunu hazırlar.

Bu bakanlık senin, şu kit benim, ben kalayım sen git moduna girililir.

Ve bir de bakmışsınız ki, sen, ben kavgasına kurban gitmiş  hükümet.

Diğer bir nedense siyasal iktidarın yolsuzluk iddialarıyla yan yana anılmaya başlamasıdır.

Bu iddialar “şuuyu vukuundan beter”  sözünü hatırlatırcasına etkili olur siyasal iktidar üzerinde.

Siz “benim bu meseleyle hiçbir ilişkim yok”  deseniz bile artık halkın kafasındaki “yolsuzluğa bulaşmış”, hatta “yolsuzluğun içinde yer almış” izlenimini yıkmanız gerçekten güçleşir.

AKP’nin  iktidarına baktığımızda altı yıl henüz tamamlamış.

Yani daha  on yıla dört sene var.

 

Bu altı yıllık sürede tabii ki bazı badireler atlatmış.

Mesela bu süre zarfında  iki darbe girişimine maruz kalmış:

Birincisi, 27 Nisan’daki e-muhtıra, ikincisi Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası. Yani yargıçlar tarafından yapılacak diye beklenen  Y-Darbe.

Ancak hükümet her ikisini de atlatmış, hatta bu girişimler AKP’nin gücüne güç katmış görünüyor.

Yani bu darbeler sökmedi.

Ekonomik kriz ise şimdilik iktidarı yönetimden uzaklaştıracak cinsten değil.

En azından sıcak para girişiyle bu iş bir süre daha gider…

Ancak bir mesele var ki, onun gerçekten halledilmesi zor görünüyor.

Yolsuzluk iddiaları ve D-Muhtıra…

Partinin ekonomik işlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı  Şaban Dişli’nin milyon dolarlık davası  ile başlayan ve Deniz Feneri davasıyla  devam eden bu süreçte  hükümet gerçekten zor durumda.

Hatırlatmakta fayda var mı bilmiyorum ama, medya, klasik deyimle dördüncü kuvvettir.

Yasama, yürütme, yargı erkinin yanında dördüncü kuvvet olan medya bugüne kadar ki bütün darbe girişimlerinden etkili olacağa benziyor.

Hatta bunun adına hiç çekinmeden D-Muhtıra diyebiliriz.

Evet, Doğan grubuyla hükümet son bir buçuk yıldır savaş halinde.

Ancak bu durum, son altı aya kadar düşük yoğunluklu bir savaş niteliği taşıyordu.

Son zamanlarda ise şiddet arttı.

Yetmeyen aklımızla anladığımız o ki, birisi bir şey talep ediyor, diğeri bu talebi yerine getirmiyor.

 

Başbakanın sözlerinden böyle anlıyoruz.

Bu talepler son altı aydır  mı yerine getirilmiyor diye de merak etmiyor değiliz.

Yani önceden bu savaş niye çıkmamıştı da şimdi çıktı sualini kendi kendimize sormadan edemiyoruz.

Demek ki arz-talep dengesinde bir değişme var.

Hükümetle Doğan Grubu arasındaki arz-talep dengesindeki değişme  likidite eğrisinin pozisyonunu da değiştirmiş görünüyor. 

Bu da bize denizdeki fenerin hiç de yol gösterici olmadığını kanıtlıyor.

Bazen korsanlar sahte fenerler koyarlar yalçın kayalıkların hemen üstüne.

Ve gemiler gelir,  bu kayalıkların üstünde yanan feneri gerçek zanneder.

Kıyıya yaklaştığında ise iş işten çoktan geçmiştir.

Kayalıklara çarpar ve parçalanır.

Bu sahte deniz fenerinin,  AKP’nin  gemiciğini mi, yoksa  medyanın amiral gemisini  mi batıracağını  şimdilik bilmiyoruz.

Yakında hep birlikte göreceğiz…

Ancak bildiğimiz bir şey var ki,  Deniz Fener’lerine  kızıp oruç bozmak  Müslüman’a yakışmaz!

Önceki ve Sonraki Yazılar