Ahmet Önkal hayatını anlattı: Keşke dediğim olmadı

Ahmet Önkal hayatını anlattı: Keşke dediğim olmadı

Bugün vefat eden Konya'nın yetiştirdiği önemli alimlerden Prof. Dr. Ahmet Önkal bir röportajında "Bu konuyu değil de şunu çalışsaydım dediğim bir husus olmadı, hamdolsun..." ifadesini kullandı.

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin eski dekanlarından ve İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Önkal 67 yaşında vefat etti. 

Ahmet Önkal ile sağlığında yapılan söyleşi Önkal'ın Konya için ne kadar önemli bir isim olduğunu gözler önüne serdi. Önkal'a "Geriye dönüp baktığınızda keşke şu konuyu çalışsaydım dediğiniz bir konu var mı?" şeklinde yöneltilen soruya "Bu konuyu değil de şunu çalışsaydım dediğim bir husus olmadı, hamdolsun. Ama her araştırmacı gibi yapmayı arzuladığım ve plânladığım bazı projelerim var elbette.  Hak  Teâlâ imkân ve sağlık verirse çalışmaya gayret ve devam edeceğiz." şeklinde cevap verdi.

İŞTE O RÖPORTAJ:

1. Bize kısaca ailenizden, memleketinizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

1952 yılında Konya’da doğdum. Hayatımın büyük bir kısmı hep Konya’da geçti. Konya bugün dahi büyük şehirlerin birçok imkânlarına sahip, ama büyük şehirlerin ulaşım, su, temizlik, güvenlik ve benzeri problemlerinden uzak, oldukça sâkin bir şehir. Tabiatıyla eskiden daha sâkin ve özellikle mahalle halkının birbirine daha tutkun olduğu bir şehirdi. Bu sebeple hiçbir zaman Konya’da değil de falan şehirde olsaydım diye düşünmedim. Hatırladığım kadarıyla huzurlu ve mutlu bir çocukluk geçirdim, Konya’da.

2.Eğitim hayatınız ile ilgili bilgi verir misiniz?

Eğitim hayatımla ilgili bilgilere müsaade ederseniz çocukluk yıllarımdan başlamak ve belki de teferruat sayılabilecek bazı detaylara inerek temas etmek istiyorum. Bunu yaparken -Allah şahit- övünmek ve gururlanmak için değil, gençlere veya çocuk yetiştiren babalara bir fikir vermek niyetini taşıyorum. Daha ilkokula yeni başladığım yıldan itibaren rahmetli babam beni Kur’an ve dinî bilgiler öğretimi için mahalle camimizin imamına teslim etti. İmamımız Ahmet Büyüksakarya -Allah rahmet eylesin-  düzgün ve sağlam bir kıraate sahip, disiplinli bir hoca idi. Daha sonra görev aldığı ve benim de bir süre devam ettiğim Kur’an Kursu’nda tashih-i hurûf dersleri de verdi. Hiç unutmuyorum bir yaz dönemi camide hocamızla 20-30 kadar öğrenciyle ders yaparken camiye birkaç kişi geldi. Hocayı bir kenara çağırdılar ve bir şeyler konuşup gittiler. Meğer emniyet görevlileri imiş. Camideki bu kurs faaliyetinin yasak olduğunu, bir daha öğrencileri toplamamak şartıyla bu kursa  hemen son verirse resmî işlem yapmayacaklarını, aksi halde hocanın zarar göreceğini ihtar etmişler. Hocamız ağlamaklı bir ifadeyle bizlere, “Çocuklar! Kurs bitti, artık bir daha ders yapmayacağız. Haydi şimdi evlerinize gidin ve ailelerinize durumu bildirin!” dedi. Ne olduğunu anlamadan ama büyük bir üzüntüyle camiden ayrıldık. Esnaflık yapan babam akşam işten eve dönünce durumu öğrenmek için yatsı namazından sonra Ahmet Hoca ile görüştü. Allah razı olsun, Hoca, temel dibi komşu olduğumuz için kimsenin dikkatini de çekmez düşüncesiyle sadece benim kuşluk vakitlerinde evlerine gidip Kur’an öğretimime devam etmeme izin vermiş. Böylece bir süre Hoca’nın evinde derslere devam ettim. İlkokulu bitirdiğim senenin yazında babam beni Konya’nın kurrâlarından sayılan ve çok hâfız yetiştiren Ağazâde Osman Efendi’nin kursuna götürdü. Kursa ancak birkaç hafta devam ettim. Çünkü Hoca, hâfızlarla meşgul oluyor, bizi kalfalar okutuyordu ve sadece Kur’an okuyorduk. Bu arada İmam-Hatip Okulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği tarafından İmam-Hatip okuluna gidecekler ve oradaki öğrenciler için Arapça da öğretilen bir kurs açıldığını duydum. Ben de İmam-Hatip’e gideceğim için bu kursun daha faydalı olacağını düşünerek babamın izniyle Ağazâde’nin kursundan ayrıldım. Bundan sonraki yaz dönemlerinde nerede bir Arapça kursu veya dersi varsa onları takip etmeye başladım. İmam-Hatip Lisesi’nin son sınıfında, Yüksek İslâm Enstitüsü’nün sözlü olarak yapılan, Arapça’nın da en başta yer aldığı sınavlara hazırlanmak için 8-10 kişilik bir arkadaş grubuyla kendi kendimize Nedvî’nin “Nahve’t-Terbiyye el-İslâmiyye” adlı kitabını okumaya başlamıştık. Kitabın henüz tercümesi yapılmamıştı. Takıldığımız yerler elbette oluyordu. Bunları tespit edip ulaşabildiğimiz bazı hocalara soruyorduk. Bir gün bu çetrefilli metinleri bir hocaya sormakla görevlendirdiğimiz bir arkadaşımız tehevvürle ve me’yûsen yanımıza geldi. “Arkadaşlar! Doğru anladığımızı zannettiğimiz birçok yeri bile yanlış okumuşuz. Bu iş böyle gitmez, bırakalım biz kendi kendimize okumayı!”  diyordu. Bir tartışmadır çıktı arkadaşlarımız arasında. Ben, “Kitabı bize okutacak veya hazırlığımızı her gün dinleyecek bir hoca bulursak tamam, onunla devam edelim. Ama bulamazsak bazı yerleri yanlış anlasak bile kitabı tercüme edip yayınlacak değiliz ya, kendi aramızda bir çalışma… Tamamen terketmektense aksak-yüksek de olsa devam etmek daha iyidir. Zamanla geliştiririz.” diyordum. Birkaç arkadaş ayrıldı ama biz devam ettik. Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’ne kaydolduktan sonraki yıllarda da bazan hocalarımızın rehberliğinde bazan kendi kendimize veya tek başıma tefsir, hadis, fıkıh, siyer kitapları yanında fikrî İslamî metinler okuma işini sürdürdük. Hamdolsun, “mine’l-mehd ile’l-lahd” sürecek bir çaba içinde olmaya gayret ettim; Cenâb-ı Hak, sağlık verdiği sürece de bu gayretten bizi ayırmasın!

3.      Neden İslam Tarihi alanını ve akademisyenliği seçtiğinizi anlatır mısınız?

İmam-Hatip yıllarından itibaren özellikle Peygamber (S.) Efendimizin hayatını ele alan Siyer-i Nebî alanına ve bu alanda yazılan kitaplara özel bir ilgi hâsıl olmuştu, bende. 1974’te Konya Yüksek İslâm Ensitüsü’den mezun olduktan sonra, imam-hatip olarak öğrencilik yıllarında başladığım Diyanet görevine ara vererek 18 ay süren  vatanî görevimi îfa ettim. Terhisimden kısa bir süre sonra o zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı birkaç Yüksek İslâm Enstitüsü için asistanlık kadrosu ilan edildi. Bu Enstitüler arasında Konya da vardı. Hocalarımızın teşviki ile ve Arapça Bilim Dalı için bir yönlendirme olmasına rağmen Arapça’yı âlet ilmi olarak telakki ettiğimden ilan edilen 5 kadrodan birisi olan İslâm Tarihi’ni tercih ettim. 1977-1980 yılları arasında “Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu” adlı Asistanlık Tezimi tamamladım. 1982 yılında Yüksek İslâm Enstitülerinin YÖK’e bağlanarak İlâhiyat Fakülteleri’ne dönüştürülmesi ile bu tezimi savunarak doktora derecesini aldım. 1987’de doçent, 1994 yılında da profesör oldum, diyerek bir önceki soruda eksik bıraktığım eğitim serüvenimi de ikmâl etmiş olayım.

4.Hocam, doktora yaparken ne tür zorluklarla karşılaştınız?

Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde asistan olarak göreve başladığım zaman kadrolu bir İslâm Tarihi öğretim elemanı mevcut değildi. Dolayısıyla hemen yoğun bir ders yüküyle karşılaştım. Bir taraftan da uzun bir süreyi alan ve istişarelerle şekillendirdiğim tez çalışmasını yürütmeye başladım. Enstitü’de alanımda öğretim elemanı yokluğunun bir etkisi de rehberlik meselesi oldu. Ancak bu problemi her zaman destek ve ilgilerini gördüğüm Sayın Prof. Dr. Mustafa Fayda Hocam sâyesinde aştım.  Yüksek İslâm Enstitülerinin doktora yaptırma yetkisi olmadığı için Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde doktoraya başladım. Haftada bir gün muntazaman doktora derslerine devam ettim. Bilimsel çalışma ve araştırmalarda en önemli hususlardan birisi konu ile ilgili bütün kaynak ve çalışmalara âzamî ölçüde ulaşmaktır. Bugün hamdolsun İslâmî araştırmalar için İSAM gibi bir nimet var. O dönemde Konya Yüksek İslâm Enstitüsü Kütüphanesi, emsallerine göre oldukça zengin idi. Ankara İlâhiyat Kütüphanesi’nden de istifade ettim. Ama kaynaklar elimin altında olsun diye Arapça kitaplar idhal eden birkaç kitapçıyı takip ederek ve gerekirse sipariş vererek kaynak teminine çalıştım. 1979 yılında öğrencilerimizle birlikte kara yoluyla Suriye-Ürdün üzerinden yaptığımız bir umre ziyareti özellikle Arap âleminde konum ile ilgili yeni çalışmaları temin açısından oldukça faydalı oldu. Uğradığımız Suriye ve Ürdün şehirleri yanında Mekke ve Medine’de dinî görevlerin îfasını takiben ilk gittiğimiz yerler kitapçı dükkânları ve yayınevleri olmuştu. Çeşitli vesilelerle Mısır başta olmak üzere yurt dışına giden arkadaşlarımız bizim için büyük bir fırsat oluyor, onlara külfet getirmeyecek ölçüde isimlerini önceden tespit ettiğimiz bazı çalışmaları imkân olursa bizim için almalarını rica ediyorduk. Elbette her çalışmanın kendine göre bir takım zorlukları vardır. Ama bugün imkânlar eskiye göre çok daha arttı. Dijital ortamda bir çalışmaya -hem de muvâfık li’l-matbû olarak- ve PDF’lerine bir tık ile ulaşılabiliyor.

5 Bize çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Yüksek İslâm Enstitüsü için asistanlık (daha doğru ve resmî bir ifade ile öğretim üyeliği) tezimi bir taraftan hazırlarken, bir taraftan da devam ettiğim Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi doktora programı için de bir tez hazırlamam gerekiyordu. Hz. Ömer dönemi ile ilgili çalışmaları ile Türkiye’deki İslâm tarihi çalışmalarına yön veren ve danışmanım olan Prof. Dr. Mustafa Fayda Hocam, benim için doktora tezi olarak Hz. Osman dönemini çalışmamı önermişti. Konu ile ilgili elimizde ve kütüphanelerimizde mevcut matbu eserler yanısıra Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi, İstanbul Süleymaniye ve Beyazıt Kütüphaneleri ile Bursa İnebey Kütüphanesi’ndeki yazma eserlerden epey bir malzeme topladım. Bu sırada YÖK, çıkardığı bir Yönetmelikle Yüksek İslâm Enstitülerinde bilimsel araştırma usûllerine uygun olarak hazırlanan öğretim üyeliği tezlerinin yeni bir jüri önünde savunulmak şartıyla doktora tezi olmasına imkân sağladı. Bu yolla doktora derecesini alınca Hz. Osman ile ilgili çalışmam askıda kaldı. Bu arada Enstitü’de müdür yardımcılığı gibi oldukça külfetli bir görev omuzumuza yüklendi. Maalesef Hz. Osman ile ilgili fişlerim hâlâ raflarımda duruyor. Tabiî bu arada diğer fakültelerde genç arkadaşlarımız bu konu ile ilgili çalışmalar da yaptılar. Doçentlik ve profesörlük atamaları için gerekli çalışmalara da ister istemez yönelmek icap ettiğinden bu tür çalışmalarım öne geçti. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığımızın gerçekleştirdiği ve yayınladığı “İslâm’a Giriş”  ve  “Evrensel Mesajlar” projelerine bölüm yazarlıkları ile katıldım. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde 80’in üzerinde alanımla ilgili maddem yayınlandı. Diyanet İşleri Başkanlığımızın hac ve umreye gidecek yurttaşlarımıza ücretsiz olarak verdiği “Hz. Peygamber’in İzinde” kitabını Bünyamin Erul’un editörlüğünde Âdem Apak kardeşimizle müştereken hazırladık. “Efendimiz” üst başlığıyla daha ziyade gençler ve Müslüman halkımız için neşredilen bir kitapçığımız, Türkçe neşri yanında Boşnakça, Makedonca ve Arnavutça’ya da çevrilerek yayınlandı. İslâm Tarihçileri Derneğimizin “İslâm Tarihi ve Medeniyeti” başlığını taşıyan hacimli projesinde “Râşid Halifeler” cildinin editörü “Siyer” cildinde bölüm yazarı olarak yer aldım. İnşaallah bu önemli çalışma yakında Siyer Vakfı Yayınları arasında çıkacak. Burada listesini vermemiz mümkün olmayan bilimsel makaleler ve sempozyum bildirilerim de yayınlandı.

6.Hocalarınızın tarihçiliğiniz üzerinde nasıl bir tesiri oldu?

Öncelikle hocalarımdan vefat edenlere Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara sağlık ve mutluluk içinde bereketli ömürler niyaz ediyorum. Herkesin üzerinde mutlaka birilerinin emek ve etkisi vardır. Aslında kötü örnekler bile nelerin yapılmaması gerektiğini öğretir insana. Ama biz hocalarımızdan çok şey öğrendik. Az önce de söylemiştim, İmam-Hatip ve Enstitü yıllarında Siyer ve İslâm Tarihi derslerimize giren hocalarımız bize bu alanı sevdirmiş, bu alana yönelmemizde etkili olmuşlardı. Daha sonraki yıllarda ilimlerinden, bakış açılarından istifade ettiğimiz hocalarımız, bu arada yüz yüze görüşmesek, hatta Türkiye’de olmasalar bile kitaplarından istifade ettiğimiz ilim ve fikir adamları elbette oldu. Bunlardan ilmin önemini, araştırma sevgisini, bağımsız ve eleştirel bir bakış açısına sahip olmayı öğrendik. Allah hepsinden razı olsun.

7-Türkiye’de İslam Tarihi  çalışmalarının ve İslam tarihçiliğinin geldiği seviye nedir?

Hem sevindirici ve ümit verici hem de üzücü ve can sıkıcı. Sevindirici, çünkü Siyer ve İslâm Tarihi’ne ait çalışmalar önemli ölçüde hız kazandı. Akademik mahiyette olduğu gibi serbest alanda da bir çok çalışma yapıldı, ciddi araştırmalar yayınlandı; bilimsel araştırmanın yolu açıldı, yöntemleri belirginleşti. İnşaallah önümüzdeki yıllarda nitelikli çalışmalar hızla artacaktır. Ama işin üzücü ve can sıkıcı tarafı da bence şu: İlmî yeterliliğe sahip olmayan, alanımızın gerektirdiği dil başta olmak üzere alt yapı ve en önemlisi bakış açısına sahip buluunmayan birileri de İslâm tarihçiliğine tabir caizse soyundular. Hamasî duygular ön plâna geçti ve Siyer başta olmak üzere İslâm Tarihi’nin farklı alanlarında, hiç abartmıyorum, yüzlerce kitap yayınlandı. İşin ilginç tarafı, şüphesiz samimi duygularla Peygamber Efendimizi ve tarihimizi yüceltme anlayışına sahip halkımıza bu tür eserler daha cazip geldi. Bu hususta bence İslâm tarihçilerimize düşen önemli bir görev var: Halkımızın beklentileri ve duygularını da hesaba katarak farklı alanlarda ilmî usûlleri ve bakış açısını da esas almak sûretiyle çalışmalar ve yayınlar yaparak İslâm Tarihi ile ilgilenenlerin bilgi seviyesini yükseltmek… Umarım, başlangıçlarını bugünlerde görmeye başladığımız hedef kitleleri belirlenmiş eserler, edebî türde, çocuklara yönelik, popüler -ama popülist yaklaşımdan kurtulabilmiş- yeni çalışmalar ilmî araştırmalarla birlikte daha da hız kazanır.

8.Sizce çalışmalarda eksik bırakılan yönler nelerdir?

Aslında bir konuda çalışma yapan bir kimse eksik bırakmak istemez/istememelidir. Ama her hâlükârda eksik kalan hususlar olur. Bu eksiklikleri çok farklı yönlerden ve hadd-i zâtında her çalışmaya özel olarak ele almak uygun olur. Fakat burada sıkça karşılaşılan bazı hususları kısaca belirteyim. Öncelikle ilmî yeterlilik problemini ve bakış açısındaki ifrat ya da tefrit olarak karşımıza çıkan şartlanmışlıkları göz ardı edemeyiz. Dil meselesinin önemli olduğunu ve mutlaka çözülmesi gerektiğini hep söylüyoruz. Arapça, bir ya da birkaç Batı dili, Farsça yanı sıra aslında Türkçenin de iyi bilinmesi ve iyi bir şekilde kullanılması gerekiyor. Bir çok çalışmada iyi bir literatür taramasının yapılmadığını ya da kolaya kaçılarak birkaç kaynakla -o da genellikle çevirilerinden alınmak sûretiyle- iktifa edildiğini görüyoruz. Oysa ki bilimsel çalışmalarda konuyu iyice hazmetmek ve elden gelen tüm çabayı sarfetmek gerekir.

9. Geriye dönüp baktığınızda keşke şu konuyu çalışsaydım dediğiniz bir konu var mı?

Bu konuyu değil de şunu çalışsaydım dediğim bir husus olmadı, hamdolsun. Ama her araştırmacı gibi yapmayı arzuladığım ve plânladığım bazı projelerim var elbette.  Hak  Teâlâ imkân ve sağlık verirse çalışmaya gayret ve devam edeceğiz.

10.  İslam Tarihi alanında Yüksek Lisans ve Doktora yapan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Öğrencilik nihayete ermez aslında. Ama arkadaşlarımız adı üstünde madem öğrencilik yıllarını yaşıyorlar, bu yılların kıymetini iyi bilmeli. Son yıllarda -iyi mi kötü mü, onu bilemiyorum  ama- özellikle yüksek lisansa başvurmak neredeyse moda hâline geldi. Sebepleri belki uzun uzadıya konuşulabilir, şimdi bu konuya girmeyeyim. Fakat şunu belirtmeliyim: Formalite olsun diye yüksek lisans ve doktora öğrenciliği ve tezi yapılmamalı. Artık öğrencilerimiz bu yola ve alana kendilerini baş koymuş addetmeli, bu gayret içerisinde olmalılar. Gerekli gayret gösterilirse Cenâb-ı Hak da inşallah kolaylık yollarını açacaktır.

11.  Sizce öğrenciler tez konusu seçerken nelere dikkat etmeliler? İyi bir tez nasıl yazılır?

Tez aşamasında bence en önemli husus, uygun bir konunun seçilmesidir. Belki burada herkesin bildiği ve söylediği şeyleri söyleyeceğim ama madem sordunuz ben de bir daha söylemiş olayım: Tez konusu genellikle karşılaştığımız bir problem olmak üzere sadece yüzeysel bilgilerin verildiği ve derleme durumunda olan çok geniş bir konu olmamalı; aynı şekilde malzeme vermeyecek dar bir alana da sıkıştırılmamalı. Spesifik ama araştırılmaya değer, tenkit ve tahlillerin yapılabileceği, bilime katkı sağlayacak, okuyucu ve araştırıcılara faydalı olacak, orijinal bir konu seçilmeli. Orijinal derken ille de üzerinde hiç çalışma yapılmamış olmayı şart görmüyorum. Ama elbette düşündüğümüz konuda veya yakın hususlarda bir çalışma yapılmışsa mutlaka onu görmek ve değerlendirmek gerekir. Önemli olan tekrardan kaçınmaktır. Bir konu farklı yönleriyle birkaç kişi tarafından çalışılabilir. Tekrarlara düşmemek için düşünülen konu ile ilgili eski-yeni literatür iyice araştırılmalı, yapılan veya devam eden tez ve çalışmalar tespit edilmeli ve mümkün olduğu kadar bol istişare ile konu seçilmelidir. İstişare, konu belirlendikten sonra da çalışmanın plânının oluşumundan bitimine kadar devam ettirilmelidir. Bu husus tezin yazımını da yakından ilgilendiren bir husustur. Benim benimsediğim usûle göre tez yazımında acele edilmemeli, henüz değerlendirilecek epey malzeme varken zihnimizde şekillendiğini düşünerek bir bölüm veya kısmın yazımına girişilmemelidir. Bu, bize zaman kaybettireceği gibi bazı noktaların göz ardı edilmesine yol açabilir. Bu arada tezi yazarken veya bitiminde -genellikle Türkçe yazdığımıza göre- Türkçesine güvendiğimiz bir arkadaşımıza tezi teslim etmeden mutlaka okutmalıyız. Bu yardım ve desteği tezin içeriği açısından bu alanla ilgilenen bir meslektaşımızdan da alabilirsek çok iyi olur.

http://www.islamtarihi.info