"28 Şubat'a dair yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var"

"28 Şubat'a dair yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var"

Gazeteci-belgesel yapımcısı Ataş:-"28 Şubat'ın tekrar yaşanmaması için toplumsal hafızamızı güçlendirmemiz ve geçmişle hesaplaşmamız gerekiyor. Yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var 28 Şubat'a dair. Yarım kalmış hayatların bir şekilde rehabilite edilme

İSTANBUL (AA) - SEMRA ORKAN-ÇİĞDEM PALA- 28 Şubat mağdurlarından gazeteci-belgesel yapımcısı Fatma Aydın Ataş, "Yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var 28 Şubat'a dair. Yarım kalmış çok hayat var, yarım kalmış hayatların bir şekilde rehabilite edilmesi gerekiyor" dedi.

Ataş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 28 Şubat denince aklına ilk gelenin, yarım kalmış hayatların hikayesi olduğunu ifade etti.

Bir kısım insanın, Türkiye'de inançlarından dolayı önlerine set çekildiğini, hayatlarının yarım kaldığını, hala o yarım kalmış hikayelerin devam ettiğini dile getiren Ataş, "Benim için çok fazla yarım kalmış bir şey yok. O dönemde bazı şeyler yaşadım, içimi hala sızlatan şeyler var. Ben bir şekilde yoluma devam ettim ama yoluna devam edemeyen on binlerce insan var. Hala bunların mağduriyeti devam ediyor" diye konuştu.

Eğitim Fakültesi'nden 1998 yılında mezun olanlar Milli Eğitim Bakanlığı'na müracaat ettiklerinde atanabildiklerini, il veya ilçe milli eğitim müdürlüğüne atama başvurusu için gittiklerinde makam odasında başörtüsünün açılmasının istendiğini anlatan Ataş, "Yoksa müracaatınız kabul edilmiyordu. Dolayısıyla başını açmayı içine sindiremeyen insanlar hiç müracaat etmediler. Müracaat edenlere sonradan hakları iade edildi. Başını açmayı düşünmeyenler mağdur oldular" ifadelerini kullandı.

Ataş, başörtüsü mağdurlarının, kamuda yasaklar kalkmaya başladığında, tekrar öğretmenliğe dönmek istediğini ancak bu kez de KPSS engeliyle karşı karşıya kaldıklarını anlattı.

ÖSS sınavına 1999'da ilk girdiğinde başörtüsü yasağının bulunmadığını, fakat yasağın geleceğinin söylendiğini aktaran Ataş, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bir sonraki yıl tekrar sınava girdiğimde yasak gelmişti. Başı açık resim verme zorunluluğu geldi. Başı açık resim verdim fakat sınava nasıl gireceğim diye düşündüm. O dönem bazı kız öğrencilerin şapka taktığını duyuyordum. Ben Anadolu'da bir ilçede yaşıyordum. Pazardan başımı, kulaklarımı örtecek bir şapka aldım. Sınava gireceğim günün gecesinde, iki kız arkadaşımı çağırdım. Odayı kilitledik ve ben arkadaşlarıma saçımı kazıttım. Ertesi gün boğazlı bir kazak giydim. Şapkayı başıma örtecektim, bana 'başını aç, şapkanı çıkar' derlerse saçlarımı onlara göstermeyecektim. Bu benim için bir direniş yoluydu. Babam bu konuda direnç göstereceğimi fark etmişti, ısrarla annemin yanımda gelmesini istedi. Ama ben annemi yanımda götürmedim. Komşumuz polisti, onun kızı da sınava giriyordu, görev yerini kızının sınava getireceği okula denk getirmişti. Onun kızı da başörtülüydü. Arkadaşlarla kuyruğa girdik. Arkadaşım başını açtı, ben açmadım. Okul müdürü içeri girmeden başörtüsü konusunda öğrencilere uyarıda bulunuyordu. Ben sınıfa girdim ama çok tedirginim. İki öğretmen geldi rahat olmamızı istedi. Sınav başladı hiçbir şey demediler. Ben soruları çözmeye başladım. Sınavı bitirdim, kağıdı öğretmene verdim. Öğretmen bana 'görüşürüz' dedi. Niye 'görüşürüz' dedi bana, acaba sınavımı mı iptal edecek diye düşündüm. Sınav açıklanana kadar o korkuyu yaşadım. Biz o kadar alışmışız ki engellenmeye...Halbuki normal bir şekilde 'görüşürüz' demiş."

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni, Rektör Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun tutumu nedeniyle tercih etmediğini, bu nedenle Marmara Üniversitesi'ni tercih ettiğini anlatan Ataş, Nişantaşı'ndaki fakültesini görmeye gittiğinde, okuldaki görevlilerin şapkayla okula gelmesinde bir sakınca olmadığını söylediklerini belirtti.

Ataş, bazı üniversitelerde peruğun dahi kabul edilmediğini, "ideolojik peruk takmak yasaktır" söylemlerinin gündeme geldiğini ve Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nde ikinci dönem peruk yasağının başladığını, öğrencilerin derslerden çıkarıldığını ifade ederek, okul güvenliğini aştıkları sürece öğretim üyelerinin derse girmelerine izin verdiğini aktardı.

Üniversitenin ikinci yılında ise YÖK'ten gelen uyarılar üzerine şapkayla dahi sınavlara giremeyeceklerini öğrendiğini söyleyen Ataş, "Benim peruğum vardı ama çok iğrenç bir nesne olarak geliyordu. Takmak istemiyordum. Vizeler başladığında şapkamı çıkarmayacağımı, 'çık' derlerse sınavdan çıkacağımı söyledim. Asistanlar bana sınavda başımı açmam gerektiğini söylediklerinde kağıdımı bırakıp çıktım. İlerleyen süreçte iş iyice sıkılaştı" dedi.

Okuldan mezun olduktan sonra yıllarca diplomasını almadığını, 2009'da bir gün Nişantaşı'ndan geçerken 1,5 yaşındaki kızıyla fakülteye uğradığını ancak okulun bahçesinden giremediğini aktaran Ataş, 2005'te mezun olduğu fakültenin diplomasını 2014'te aldığını söyledi.

Mezuniyet törenine daha gidemediğini dile getiren Ataş, "Mezuniyet töreninde hocam beni arayıp 'anne ve babanın hakkıydı senin mezun olduğunu görebilmek' demişti. Beni o iğrenç halde anne ve babamın ya da bir yakınımın görmesini istemiyordum. Benim için bir anlam ifade etmiyordu. O ben, ben değildim, başka bir kişilikti. Perukla kimsenin sizi görmesini istemiyorsunuz" şeklinde konuştu.

-İkna odaları

İkna odalarını hep duyduklarını, bu hikayenin peşine düştüklerini ve konuyla ilgili bir belgesel hazırladıklarını anlatan Ataş, ikna odalarına ilişkin şunları aktardı:

"İkna odalarına giren 11-12 kişiye ulaştık. İlk ikna odası, Avcılar Kampüsü'nde kurulmuştu. Atatürkçü Düşünce Derneği, Anadolu'dan kayıt için gelen öğrenciler için otogardan özel otobüsler alınıp ikna odalarına getiriliyordu. İlk ikna odası 1998 yılında kuruldu. İçeriye sadece kız öğrencileri alıyorlardı. Aileler belli bir noktadan sonra içeri giremiyorlardı. Fakat içeri bir sistem kurmuşlar, kayıt sırasında başlarını açan kızlarını aileler dışarıdan görüyorlardı. Kimisi kaydolmuyor, dışarı çıkıyordu. Anadolu'dan gelmiş İstanbul'da üniversite kazanmış, vazgeçmek kolay değildi bu insanlar için. Hukuka başvursalar hukuk yolu kapalı. Yurt dışında eğitim imkanı da yoksa, mecburen bir kıskacın içine girdiler. Öğrencileri ikna etmek için 'Ne güzel kazanmışsınız, ailelerinizi mutlu etmek istemez misiniz? Daha modern olmak istemez misiniz? Aslında dinde örtü yok. O geleneksel bir şey' diyorlardı. "

İkna odalarında ağlayanların, bayılanların olduğunu ifade eden Ataş, "İnsanlar o anı unutma yoluna gitti, hafızasını zorlayanlar oldu. Anlatmak, o günlere geri dönmek istemiyorlardı. O diyalogları unutmak istiyorlardı" diye konuştu.

-"28 Şubat yeterince gündemde değil"

Sistem içerisinde 28 Şubat'ı muhafaza eden, görünmeyen bazı ellerin olduğunu düşündüğünü dile getiren Ataş, şunları kaydetti:

"28 Şubat'ın yeterince gündeme gelmediğini, hikayelerin yeterince anlatılmadığını düşünüyorum. Anlatılmaya çalışıldığı zaman da 'Ne yapacaksınız? Geldi, geçti o günler, anlatıp elinize ne geçecek?' diyerek, bir şekilde anlatılmasının engellendiğini bizzat yaşayarak öğrendim. 28 Şubat'ın tekrar yaşanmaması için toplumsal hafızamızı güçlendirmemiz ve geçmişle hesaplaşmamız gerekiyor. O yaşanmışlıklarla karşılaşmamızın ve toplumun da karşılaşması gerektiğini düşünüyorum. Yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var 28 Şubat'a dair. Yarım kalmış çok hayat var, yarım kalmış hayatların bir şekilde rehabilite edilmesi gerekiyor. Onlar gerçekten hayatlarına devam edemiyorlar. Hala öğretmen olmaya çalışıyorlar, kimisi KPSS'ye hazırlanıyor. Öğretmen olamadığı müddetçe travması devam ediyor. Toplumsal hayatın içine girmiş olanlarda da bu travma devam ediyor."

"28 Şubat'a dair yaşanmış ve anlatılmamış çok hikaye var"

AA

Kaynak:Haber Kaynağı

Etiketler :